Şikago'da "Dönen Dolaplar"

Şikago’nun alamet-i farikası gökdelenler arasında boynumuz tutulana kadar dolaştıktan sonra biraz nefes almak, çimlere, çayıra yayılabilmek ve şehre “geniş açı”dan bakabilmek için Şikago Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün marifetlerine doğru yönelelim.

İlk durağımız, Şikago şehir merkezinin Michigan Gölü kıyısı ile arasında tampon oluşturan parklar silsilesinin en son inşa edilen, popüler ve prestijli üyesi Milenyum Park. Adından da anlaşılacağı üzere, 2000 yılına yetiştirilmesi düşünülen parkın inşası 4-5 yıl gecikmiş, tahmini maliyet 3 katına çıkmış ama sonunda Şikagoluların sevgilisi olmuş.
Parka kuzeyden daldığımda ilk dikkatimi çeken yapı, Jay Pritzker açık hava konser anfisi oldu. 11,000 kişi kapasiteli olduğu söylenen fütüristik konser alanı, çelik kemerlerden oluşan baklava çatısı ile dikkat çekiyor. Tasarımını son yılların büyük mimarlarından Frank Gehry’nin yaptığı bu alanda yaz aylarında çok güzel konserler oluyormuş; biz sezon öncesi gittiğimiz için alanı teğet geçip diğer bir önemli atraksiyona yazıldık:
Bir önceki bölümden hatırlayacağınız üzere, Şikago şehir merkezi Picasso’dan Chagall’a, ünlü sanatçıların sokak sanatı ile bezenmiş. Şikago zengin bir şehir olduğundan parkları için de cimrilik etmemiş ve modern sanat yorumlarını meydanlara indirmiş. Şikago’nun en çok ziyaret edilen ve fotoğraflanan sembollerinden biri de vatandaşın “The Bean” (guru fasulye) adını taktığı Cloud Gate; yani Bulut Kapısı:
Birkaç yıl önce Sabancı Müzesinde büyük bir sergisi açılan Hint asıllı İngiliz heykeltraş Anish Kapoor’un en tanınmış eserlerinden biriyle karşı karşıyayız. Kendisi heykeltraş olarak bilinse de, kelime anlamıyla “traş” ettiği bir heykel yok; yani Mikelanjelo’nun Davud’u oyduğu klasik eserlerden ziyade, çelikten, granitten, mermerden mamul, geometrik formların, boşluğun, renklerin, optiğin başrol oynadığı soyut, battal boy eserleriyle tanınır.

Milenyum parkının ortasındaki fasulyeden eser, 168 dev paslanmaz çelik plakadan, yaklaşık 100 tonluk ağırlığıyla, 6 milyon dolarlık tahmini maliyetin tam 4 katına patlamış! E, paslanmaz çelik tabii; malzeme artı işçilik bile sıkı para tutar. Neyse ki AT&T basmış sponsorluğu ve koca fasulyeyi dikmişler parkın göbeğine.
Şehrin fasulye üzerindeki izdüşümü...
Cloud Gate, koca şehrin ortasına oturtulmuş dışbükey bir aynaya benziyor; hani arabanızın dikiz aynasına kör noktayı elimine etmek için yapıştırdığımız dışbükey aynaların 100 ton ağırlıkta olanı gibi. Eserin iç/dış bükey kıvrımları, girinti ve çıkıntıları sayesinde, etrafında tavaf ettiğiniz sürece şehrin optik çarpıtılmış görüntüleriyle eğlenebilirsiniz.
Şikago’nun cetvelle çizilmişçesine düzgün görüntüsünü yumuşatan, ciddi silüetini eğip bükerek alay eden eserin başında her daim fotoğraf çeken, değişik açılar ve yansımalar yakalamaya çalışan turist sürülerini seyretmeniz mümkün. Akşam saatlerinde eseri ve çevresini homurdanarak temizleyen, muhtemelen “kirli elleriynen heykele dokanmışlar gene, barnak izi çıkmış…” diye söylenen park görevlilerinin işleri oldukça zor görünüyordu.
Fasulyenin yüzeyinde eğilip bükülen Şikago’yu seyre doyduysanız, parkın bir diğer meşhur atraksiyonuna doğru meyledin; “video-heykel” gibi garip sıfatla tanımlanmış eser, “Crown Fountain”, yani hanedan çeşmesi olarak biliniyor. Bu ilginç halk sanatı, 15 metre yüksekliğinde, LED’lerden oluşan, birkaç metre arayla karşılıklı dikilmiş iki büyük ekran ve ortalarındaki yansıtma havuzundan mamul:
Eserimizin en büyük özelliği, Şikago halkının dudaklarını büzerek su püskürtüyormuş gibi yaptığı, önceden kaydedilmiş videoları ekrana yansıtması… Tam dudakların olduğu kısmı ekrandaki çeşmeye denk getirerek ortadaki havuza görüntüdeki elemanın su püskürttüğü izlenimini üç boyutlu ve ıslak bir kurguyla yaratıyorlar…

Meşhur bir Türk büyüğünün “tükürürüm ulan böyle sanata” deyişinin vücuda gelmiş halini bu eserde görebiliyorsunuz. Toplam (sıkı durun) 17 milyon dolarcığa mal olan bu sanat eserinin bütçesini bana verselerdi, ömrüm boyunca parkın ortasına dikilir ağzımdan su püskürtürdüm…
Neyse ki Şikago’nun böyle eserleri finanse edecek mebzul miktarda zengini var. “Crown” çeşmesi denilen bu eserin günahını da Şikago’nun meşhur Crown ailesi çekmiş. Videodaki görüntüler birkaç dakikada bir değişiyor ve şehrin etnik, sosyal ve kültürel zenginliğini yansıtmak için tüm ırklardan, renklerden temsilciler videoya kaydedilerek rastgele ekrana yansıtılıyormuş.
Eğer ağzından su püskürten zibidilerden çok daha güçlü, yüksek debili ve tazyikli bir fışkiye isterseniz, Milenyum Parkının da üyesi olduğu Grant Park silsilesinin derinliklerine ilerleyeceksiniz. Karşınıza çıkacak olan Buckingham çeşmesi, Versailles Sarayı’ndan esinlenen klasik tasarımı ile “işte çeşme budur” dedirtecek size…

Tabii “çeşme” sıfatı bu dev eseri tanımlamak için zayıf kalıyor; Aslında gavurun “fountain” dediği, Türkçemizde ancak “çeşme+havuz+fışkiye” ile karşılığını bulacağımız bu şey, yaklaşık yüz yıldır Şikago’nun su/ışık gösterisi ihtiyacını karşılıyormuş. Ben gittiğimde ne yazık ki gösteri sezonu açılmamış olan “şey”, boynu bükük, fışkiyesi kırık olarak havaların ısınmasını bekliyordu.
Şikago’nun “old school” mimarlarınca tasarlanan, zarif detaylarından tutun 46 metreye su fışkırtan motorlarına kadar özene bezene yapılan bu görkemli eser 750.000 dolara mal olmuş! Az ötedeki iki post modern eserin (fasülye ve hanedan çeşmesi) toplam 40 milyon dolara patlamış olması, çağdaş filozof Al Bundy’nin dizisindeki bir bölümde “Do I look that stupid to you” deyişini hatırlatıyor.

Konu nasıl aniden Al Bundy’e sardı diye sorabilirsiniz… Evli çiftlerin kutsal dizisi “Married With Children”in jeneriği, Buckingham çeşmesinin tazyikle su püskürtmesi ile başlıyor ve Frank Sinatra’nın sesi fışkiyenin heybetine eşlik ediyor: “Love and marriage, love and marriage/Goes together like horse and carriage”. “Böyle şarkı sözü mü olur lan” diye düşünerek parkta turlamaya devam edebilirsiniz. Grant Park silsilesi, Şikago’nun Michigan Gölü ile komşuluğunda önemli bir tampon bölgesi olarak kuzey-güney doğrultusunda uzanıp şehrin ön bahçesi olarak biliniyor ve bünyesindeki ilginç sanat eserleri ile bizleri büyülemeye devam ediyor:
Bu soyut ve tematik eserlerin en ilginçlerinden biri de “Agora”; bildiğiniz gibi, antik yunan raconunda şehir sakinlerinin toplaştığı meydan olan Agora, Polonyalı bir heykeltraşımızın eserinin adı olmuş. Eser, Grant Park’ta amaçsızca dolanan 106 tane kafasız, içi boş, kabuktan ibaret insan heykelinden oluşuyor. Tabii ki sanatçımız “ben bu eserimde şunu amaçladım, simgesel ve metaforik olarak insanın evrendeki…” diyecektir; ama ben size işin iç yüzünü anlatayım;
Eleman 106 tane adamı aşağıdan yukarı doğru yapmaya başlamış; tabii paslanmaz çeliklerin hepsini Kapoor kaptığı için (bkz. Avare mu) Leh artistimize kirli paslı demirler kalmış. Ama o da iyi para tutuyor tabii; bir yerde bütçe tükenince Şikago Belediyesi demiş ki “diğer sanatçılara 40 milyon dolar kaptırdık, senin heykeli yarıda kessek, örneğin belden yukarılarını yapmasan?” Tabii kabul etmek zorunda kalmış, nasılsa heykele uygun bir konsept uydururuz, boşluk, yalnızlık, endişe, birey, toplum, korku… salla gitsin!
Benim gibi soyut sanat eserleriyle kafayı bozmak yerine kaykaydan pikniğe, tenisten botaniğe kadar birçok alanda ilgi ve merakınızı köreltebileceğiniz bu park güzel havalarda pek bir cıvıl oluyor. Ancak, parka gelmişken biraz da göl havası almak isterseniz, su kenarından geçen bilmemkaç şeritli yol keyfinize limon sıkacaktır…
O yüzden göl havası koklamak için biraz daha kuzeye yönelip Navy Pier, yani Donanma Rıhtımına yanaşalım. Rıhtımın militer ismi sizi korkutmasın; donanma sadece mekanın adında kalmış, yoksa gayet sivil bir bölgede gezeceğiz.
Rıhtım, Şikago’nun bulunduğu Amerikan Ortabatısının “en çok ziyaret edilen turistik bölgesi” olarak kayıtlara geçmiş. Amerikalıların kategorize etme ve yarıştırma merakının bir sonucu olarak, bu koca rıhtım şehirdeki diğer atraksiyonlarla sürekli rekabete zorlanıyor ve reyting listelerinde inip çıkıyor…
Rıhtım üzerinde güneş doğuyor mu, batıyor mu, bilin bakalım...
Biz rıhtıma gittiğimizde henüz ilkbaharın ilk günleri ve hava oldukça soğuk idi; bu yüzden rıhtımda inlerle cinlerin maçını seyretmek zorunda kaldık. Güzel bir havada kafelerin, restoranların, birahanelerin, gösteri ve eğlence merkezlerinin dolup taştığı söylenen mekan, Michigan Gölünün üzerinden yükselen Şikago silüeti ile gözleri okşuyor…
Michigan Gölü, ki göl demeye bin şahit ister, 58,000 kilometrekarelik alanı ile nice denizleri cebinden çıkarır. İşte bu büyük tatlı su birikintisi, Şikago’nun ikliminde, coğrafyasında büyük rol oynar. Amerika’nın beşgöller (yedi değil) bölgesinin yıldızı, içme suyundan taşımacılığa kadar pek çok faidesi bulunan bir yeryüzü elemanıdır.

Gölün bağrına bıçak gibi saplanan rıhtımımız, az önce bahsettiğim Buckingham çeşmesi (veya şeyi)’nin mimarlarınca tasarlanmış. Tabii ki inşa amacı öncelikle ve tabiyatıyla taşımacılık olan rıhtım, zamanla şehrin eğlence ve dinlence alanı olmuş. Rıhtımda gezerken önünüze çıkan Şekspir tiyatrosu içinizde gerçeküstü duyguları titreştirecektir (göl üstü Şekspir)
Biz sezon dışı gittiğimiz için parkta hayat yoktu ve hareket eden (dönen) tek nesneye yönelerek onun tadını çıkaralım istedik; dönme dolap! Efendim, Şikago dünyanın ilk gökdelenini inşa ettiği gibi, dünyanın ilk dönme dolabı da bu güzide şehrimize nasip olmuş. Yıllardan 1893; çiçeği burnunda şehrimiz Şikago EXPO fuarına ev sahipliği yapacak ve tüm dünyada ses getirecek bir alamet-i farika bulmak zorundalar. Çıta oldukça yüksekte; çünkü bir önceki EXPO’nun ev sahibi Paris, fuarın yıldızı olarak hepinizin iyi tanıdığı absürt bir demir yığınını şehrin ortasına dikmiş: Eyfel Kulesi.

Şikago şehri de şanına yakışır bir güzellik yaparak alemi şaşkına çeviren bir icadı getirip oturtmuş fuar alanına; mucidi olan mühendis Washington Gale Ferris abimizin ismini taşıyan Ferris çemberi! Büyük ihtimalle Şikagolu hemşerilerimiz Fransızlara “sizin Eyfel kazık gibi dikiliyor, bizim Ferris çemberi hiç olmazsa etrafında dönüp insanları eğliyor” diye nazire yapmıştır. Belki.  
Dön baba dönelim!
Küçük bir parantez açıp konudan azıcık sapayım; ben bu Milenyum Parkındaki sanat eserlerine kafayı taktım ya; internette yaptığım bir araştırmada Eyfel Kulesi’nin maliyetinin 2007 yılı rakamlarıyla 34 milyon ABD Doları olduğunu buldum. Yani, Milenyum Parkının iki modern heykelinin maliyeti olan 40 milyon doları bulmuyor bile… Eyyy Şikagolu vergi mükellifi hemşerilerim, bunu da böyle bilesiniz.

Biz yeniden dönme dolabın icat edildiği 1893 yılına dönelim; Amerika’nın keşfinin 400. Yılında düzenlenecek büyük EXPO organizasyonu için Şikago ile birlikte New York da aday olmuş. Gökdelen konusunda New York’a gol atan Şikago, fuar organizasyonu, tema ve tasarımı konusunda da üstün gelerek New York’a bir gol daha atmış ve EXPO’yu almış. Ancak, 1893 EXPO için yapılan bina ve bizim dönme dolap fuar sonrası sökülerek tarihe karışmış.
Fuardan tam 100 yıl sonra şehrin gözdesi donanma rıhtımına dünyanın ilk dönme dolabına hürmeten bir dolap yapılmış; ancak orijinal Ferris çemberinin ancak yarısı büyüklüğünde bir dolap kondurabilmişler. Biz de dönme dolaba binip şehre nazır bir tur atarak Washington Gale Ferris’in ruhuna fatiha okuduk, kendisini hayırla yad ettik.

Bindiğimiz dönme dolap gayet eski, paslı bir görüntüye sahipti. Sonradan öğrendik ki dolabımız son günlerini yaşıyormuş ve yenisi ile değiştirilmek üzereymiş. Şikago seyahatimin ertesi yılında dönme dolabımızın emekliye ayrılıp yerine daha genç, dinamik ve hızlı bir meslektaşının atandığını okumuştum. Emektar dolapta Şikago’nun gökdelenlerine bakarak küllerinden doğan bu dinamik şehri son seyredenlerden olmuşuz:
Evet, Şikago için “küllerinden doğan” dedim; bir sorun bakalım niye dedim? Bu detayı da Şikago tefrikamızın son bölümüne bırakıp Michigan Gölü semalarından derin bir nefes çekelim…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde