Kayıtlar

Ankara etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Organize Oyun Havaları Bölgesi

Resim
   TANK: So what do you need? Besides a miracle…  NEO: Ankara Havası. Lots of Ankara Havası. Matrix filminde en sevdiğim repliğin Ankara Yıldırım Oto Sanayi Sitesi’nde hayat bulduğunu görmek gözlerimi yaşartmıştı (gülmekten). Bundan 3 yıl önce arabanın lastiklerini değiştirtirken köşedeki dükkanın el (ve sektör) değiştirdiğini şaşkınlıkla fark edip, bir sanayi sitesinin en büyük eksikliğinin giderilmesine yönelik bu girişimi alkışlamıştım. Vaçovski (kız)kardeşler Matrix filmini yaparken Angara Havası’nın sanayide çalışan kalfalar için kutsallığının farkına varsalardı başrolü Keanu Reeves yerine Elvan Dalton’a verirlerdi. O kadar! Koskoca bir mileti matirix içinde hapsedip enerjilerini sömürmek için Ankara Havasından daha etkili bir silahınız olabilir mi? Vereceksin yüksek volümlü elektro bağlamayı, Angaralı ölene kadar matrix’in kölesi olur! Hadi o zaman, hepinizi Neo Gazinosu’na bekliyoruz, Keanu tarzı bullet dodging dansıyla pistlerin tozunu atıyoruz:  Çağırın gelsin ceyarı Soysun gi

Fasulyeden Hatıralar

Resim
Geçtiğimiz aylarda bir maruzatımdan ötürü Hacettepe Hastanesine gittim ve hasta kaydı açmakla görevli eleman bana “hastanemizde kaydınız var mı” diye sordu. Gözümün önünden hızlıca çocukluğum geçti; Kurtuluş’ta oturduğumuz zamanlarda Seyranbağları-Ulus seferini yapan 1970 model Ford minibüslerle Hacettepe’ye bir-iki kez gitmişliğim vardı, ama üzerinden 40 yıl geçtiği için bankodaki genç kıza “kaydım muhtemelen yoktur, olsa da senin tevellüdün yetmez” dedim. Kız vatandaşlık numaramdan kontrol etti ve “kaydınız varmış, Samur Sokak Uğur Apartmanda mı oturuyorsunuz” deyince olduğum yerde zıpladım! Yahu, koskoca Emniyet Genel Müdürlüğü bile her gittiğimde yedi sülalemi tekrar tekrar soruyor, Hacettepe beni 40 yıl önceden nasıl hatırlıyor? Tabii bankodaki kız da intikamını aldı ve “buraya bir kez adım attıysanız asla unutmayız” diyerek topu doksana taktı. Bu sefer beni bir korku aldı; hastane (ve tabii ki devlet) benim ne zaman geldiğimi, o zaman hangi adreste oturduğumu biliyorsa, neden gel

Kaptan Logar

Resim
Fransızcadan Türkçeye geçen mimarlık/şehircilik terimleri ile ilgili her daim “sağır duymaz uydurur” durumundayız. Örneğin, “zemin altı” diye güzelce çevrilebilecek “sous bassement” terimi bizde su basmanı olup çıkmıştır. Genelde bitmek bilmeyen inşaatlarda temel atılıp öylece bırakıldığı için ilk yağmurda çukuru su basar falan, bunu gören milletimiz de zemine kadar yapılan inşaat faaliyetlerine su basman diyerek çözümü bulmuştur; hatta amele milletine sorsak Fransızcaya bizden geçtiğini iddia edebilirler. Bir de yine Fransızlardan aldığımız “regard” yani rögar var ki, o da zamanla logar olup çıkmıştır. Koskoca metal kapağı nasıl oldu da Cem Yılmaz’ın filmindeki uzay gemisi kaptanı ile özdeşleştirdik bilmiyorum; ama kelimenin kullanımındaki özensizlik rögar kapaklarının tasarım ve imalatına da yansımış. Bizi kıskanan gavur memleketlere gittiğinizde, sokaklardaki rögar kapaklarının şehrin tarihini, kimliğini, sembollerini yansıtan bir özenle tasarlandığını görebilirsiniz. Ben de

Gezgin Gözüyle...

Resim
Bazen arkadaşlarımla sohbet ederken bana, sanki yazarmışım gibi,  “Eeee, yeni kitap yazmıyor musun” diye soruyorlar. Yarattığım bu yanıltıcı imaj bazen beni de gaza getiriyor ve onlara edebiyat camiası, yazarlar, yayınevleri, kitapevleri vb. hakkında söyleve girişiyorum. Sonra kendime geliyorum; ben yazar değilim ki, hasbel kader Japonya gözlem ve anılarımı toparlamış bir ademoğluyum… Ama tabii ki, gezi yazılarım başta olmak üzere, yazmadan duramıyorum; Fırsat oldukça blog sayfamda, bazen dergilerde, çeşitli internet sitelerinde ve hatta kolektif kitap çalışmalarında yer almaya çalışıyorum. Ankara’da yaşadığım için de, gezi yazısı denildiğinde de ilk akla gelen mecralardan biri, Ankaralı Gezginler’in kitap çalışmaları. Efendim, daha önce de bahsetmiştim, Ankaralı Gezginler, Ankara’da yaşayan (çok da şart değil) ve gezmeyi seven (şart) dostlarımızın oluşturduğu bir grup. Grup diyorum, çünkü dernek, vakıf vb. bir kurumsal kimliği, aidatı, üyeliği, yönetimi yok. Daha ziyade, e-posta

Ankara Alplerinde Slalom Keyfi

Resim
Altın Oran Altın Oran, matematikte, sanatta, doğada bir bütünü oluşturan parçaların arasında uyum ve estetiği en doğru yansıttığı düşünülen sayısal bir sabittir. Yaklaşık 1,618 civarına denk gelen altın oranın bilincimizdeki estetik duygusunu kışkırttığı, ister istemez bu oranı sağlayan objelere ve eserlere meylettiğimiz söylenir. Hal böyle iken, Angaramız’da “altın oran” ilanlarını ilk gördüğümde “kent estetiği” ile ilgili bir çalışma olabileceğini düşünüp ziyadesiyle heyecanlanmıştım! Örneğin, kentteki yeşil alanların beton alanlara oranını “altın oran”a yükseltecek olabilirlerdi? Yeni yüksek inşaatları altın oranı aşmayacak derecede sınırlayabilirlerdi? Değil mi ama? Çok mu safmışım? Hemen heyecanlanmayın, bu fotoğraf Ankara yamaçlarından değil, Japon Dağlarından... Ama ben de yanıltıcı reklam hakkımı kullanmak istiyorum! Evet, çok safmışım... İlanlardaki “Oran”, halen ikamet ettiğim Oran Sitesi civarlarını, “altın” ise altın yumurtlayan tavuk seviyelerindeki kentsel rantı ifade edi

Ankara Kitap Fuarının Ardından

Resim
Sekizinci Ankara Kitap Fuarı (kime ve neye göre sekiz olduğunu bilmiyorum) geçen hafta ATO Congresium Fuarcılık Merkezinde düzenlendi. Daha önce de bahsetmişimdir, Ankara'mızın kitap fuarları konusunda makus bir talihi var. Nedense Ankara'da kitap fuarları, hadi İstanbul'u geçtim, İzmir, Bursa, Adana kadar ilgi çekmiyor. Kitap fuarı, Ankara'da sadece indirimli kitap alınabilecek bir panayır gibi algılanıyor sanki; imza günleri, paneller, söyleşiler gibi faaliyetler kısır kalıyor. Yine de bu yılki fuar geçen seferlere göre daha umut vericiydi. Geçtiğimiz yıllarda AKM'de düzenlenen kitap fuarları daha bir panayır havasındaydı. Öyle ki, iki yıl önce AKM'de katıldığım fuardaki imza günümde, standa gelenlerin çoğu benim bir kitap yazarı olduğumu algılayamıyorlardı. Tanınmadığım için arıza çıkaracak, assolist sendromuna bağlayacak değilim ama, önümde eşşek gibi ismim yazarken, kitaplarım kule gibi dizilmişken tezgahtar muamelesi görmek ağrıma gitmişti doğrusu...  Neys

Boynuzlu desem, Büssing desem?

Resim
Bir süredir kamuoyunda “elektrikli otomobil” tartışılıp duruyor, depoyu nasıl dolduracağı geyik konusu oluyor ya; bundan 30 yıl öncesine kadar elektrikli otobüslere (troleybüs) bindiğimizi kaç kişi hatırlıyor acaba? Fişini takınca Atatürk Bulvarında yolda kayar gibi, sessizce ilerleyen troleybüsleri özlediğimi itiraf etsem, torununa eski bayramları anlatan dede durumuna düşer miyim?  1980’lerin başlarında, ortaokula yeni başlamış bir velet olarak EGO vasıtasıyla Etlik yolundaki Atatürk Anadolu Lisesine giderken troleybüse binerdik ara sıra. Kızılay'dan 5 ve 63 numaralı Etlik-Yücetepe ve Etlik-Anıttepe otobüsleri tam okulun önünde dururdu; ama 10 numaralı Farabi-Yıldırım Beyazıt hattı Ankara'da kalan son troleybüs hattıydı ve “boynuzlu”larla seyahat etme keyfini yaşamak için Yıldırım Beyazıt Meydanından okula yürümeyi göze alırdık. Veya ders çıkışı okulun önünden otobüse binmez, Y. Beyazıt meydanına kadar yürüyüp troleybüs beklerdik. Halk arasında “boynuzlu”

Nallıhan’ın Meşhur “Nallı Han”ı

Resim
En son kaldığımız yerden yola devam edelim; geçen sayımızda Kuş Cennetinde kuş gözlemlemiş, utanmadan fotoğraflarını bile çekmiştik. Tekrar yola çıkarken aklımıza kuş cennetine yaklaşırken gördüğümüz şu tabela takıldı: Değil Nallıhan’ın, tanıtım levhasının bile bu kadar reklamının yapıldığı bir coğrafyada Nallıhan’ı es geçmek olmaz. Nitekim, kuş cennetinin çıkışında bahsi geçen meşhur tabelayı görecek, Nallıhan ziyaretinize ilişkin stratejik planınızı levha üzerinden yapabileceksiniz. Nallıhan civarında görülesi gölet, yayla, cami, türbe ne varsa haritaya işlenmiş; hatta hayırsever bir vatandaş BİM marketi de levhaya işaretlemeyi unutmamış: Benim tecrübelerim, bu gibi görülesi yerlerin yolu izi olmayan, pek kolay bulunamayan köşelerde olduğunu göstermektedir. Yine de söz konusu beldeler ve bu beldelerin tanıtım broşürleri, medar-ı iftiharları olan bu gibi şelale, yayla, vadi, tarihi eser gibi yerleri ille de görmemiz konusunda ısrar etmektedir. Benim şahsen yaşadığım Akçakoca yakınları

Kuş Cenneti ve Cennet Kuşu

Resim
Kuş cenneti denildiğinde, hakkın rahmetine kavuşan, hayatında hep sevap işlemiş, haramdan uzak durmuş kuşların, sapan korkusu olmadan ebediyen yaşayacağı bir öbür dünya lokasyonu akla gelmez; onun yerine, okkalı bir kuş nüfusu barındıran, genelde sulak arazi parçalarına “kuş cenneti” deriz. Örneğin, eşek cenneti öyle değildir... Kuş cennetleri haliyle yerleşim yerlerine bir miktar uzaktır. Hele Ankara gibi kurak bir memleketin çok yakınında kuş cenneti bulmayı beklemek pek gerçekçi olmaz... Ama yanılıyorsunuz! Ankara’ya yaklaşık 100-110 kilometre mesafede, hem de ulaşımı çok rahat bir kuş cenneti olduğunu biliyor musunuz? Kuş Cennetine ev sahipliği yapan bölge, olağanüstü jeomorfolojik yapısıyla gözlerimizi okşuyor... Bir sabah erken Ankara’dan Ayaş-Beypazarı istikametinde yola çıktınız, Ayaş’tan dut, Beypazarı’ndan da Beypazarı kurusu takviyesi yaptınız, bir süre sonra bacasından duman tüten Çayırhan termik santralini gördünüz. İlginçtir ama, kuş cennetine yaklaştığınızı termik santra