Nallıhan’ın Meşhur “Nallı Han”ı

En son kaldığımız yerden yola devam edelim; geçen sayımızda Kuş Cennetinde kuş gözlemlemiş, utanmadan fotoğraflarını bile çekmiştik. Tekrar yola çıkarken aklımıza kuş cennetine yaklaşırken gördüğümüz şu tabela takıldı:



Değil Nallıhan’ın, tanıtım levhasının bile bu kadar reklamının yapıldığı bir coğrafyada Nallıhan’ı es geçmek olmaz. Nitekim, kuş cennetinin çıkışında bahsi geçen meşhur tabelayı görecek, Nallıhan ziyaretinize ilişkin stratejik planınızı levha üzerinden yapabileceksiniz. Nallıhan civarında görülesi gölet, yayla, cami, türbe ne varsa haritaya işlenmiş; hatta hayırsever bir vatandaş BİM marketi de levhaya işaretlemeyi unutmamış:



Benim tecrübelerim, bu gibi görülesi yerlerin yolu izi olmayan, pek kolay bulunamayan köşelerde olduğunu göstermektedir. Yine de söz konusu beldeler ve bu beldelerin tanıtım broşürleri, medar-ı iftiharları olan bu gibi şelale, yayla, vadi, tarihi eser gibi yerleri ille de görmemiz konusunda ısrar etmektedir.

Benim şahsen yaşadığım Akçakoca yakınlarındaki bir şelale arama çalışmalarımız ve Manavgat yakınlarında az bilinen bir antik kenti arayıp bir türlü bulamamız maceralarım ayrı bir yazı konusu olup, tekrar Nallıhan’a döneyim. En azından ilçe merkezinde nallı veya nalsız bir han, bir cami ve eski evler görebileceğimiz garantidir sanırım...



Nallıhan, Ankara’nın en kuzey batısındaki ilçemiz. Ankara il haritasını gözünüzün önüne getirirseniz, hani coğrafi olarak Ankara’ya ait değilmiş, batıya doğru savrulmuş bir yumrukmuş gibi duran bir yüzölçümü var ya; işte Nallıhan orasıdır. Bolu ve Eskişehir arasına sıkışmış, 30.000 kişilik nüfusuyla huzur içinde yaşamaktadır.



Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Nallıhan’a yaklaştıkça toprak ve bitki örtüsü değişir, İç Anadolu çoraklığının bitip kuzey Anadolu yeşilliğinin başladığını müjdeler. Az önce Kuş Cenneti civarında hayran kaldığınız toprak renkliliği devam etmektedir neyse ki; kırmızı-kahverengi tepeler, üzerlerindeki bitki ve çiçeklerle gözünüzü okşayacaktır.



Renkli tepeler arasından kıvrılan yol sizi az sonra Nallıhan ilçe merkezine bakan bir dönemece ulaştırır. Dört yanı tepelerle çevrili, kendi adını taşıyan Nallıhan Çayı'nın serinlettiği bir düzlükte kurulmuştur ilçe. İlçenin bugünkü önemini kazanması, 1. Ahmet’in Sadrazamı Nasuh Paşa’nın 1600’lerde burada bir han-hamam-cami üçlemesi yaptırmasına dayanır. Hamamdan geriye pek bir şey kalmamış olsa da, cami ve “han” bir miktar restorasyonla yerinde durmaktadır.



Madem ki ilçeni adı Nallıhan, o zaman en az bir “nal”, bir de “han”dan söz etmemiz gerek. Efendim, ilçenin merkezindeki eski hanımız halen ayakta olsa da, özgün yapısı pek korunamamış. Hanın kemerli altyapısı halen ayakta ise de, üst yapı biraz modern, hatta prefabrik kokuyor...



Ama neyse ki, Nallıhan’ın nalının asıldığı kanca yerli yerinde! Hanı gezmeye başladığımda, ilçenin gönüllü turizm elçilerinden bir amca kibarca yaklaşarak bana yardımcı oluyor. “Nallıhan” isminin, han kapısına asılan bir naldan geldiğini, hatta bu nalın ilçeye uğrayan Köroğlu’nun atından düştüğünün söylendiğini açıklıyor.



Bir zamanlar Köroğlu'nun nalı bu halkada asılıymış deyular...

Şimdilerde han girişinde nalın yerinde yeller esiyor, Nallıhan artık “null”han olmuş gibi. Handa hizmet veren dükkanlarda ilçenin gurur kaynağı iğne oyası ürünleri ağırlıkta. Orijinalliğini yitirmiş gibi görünse de, hanın biraz daha canlandırılması mümkün gibi geldi bana...



Handan dışarı çıkıp ana yola yöneldiğinizde Nasuh Paşa camiini göreceksiniz. Orijinal cami bir yangın geçirdikten sonra, bugün gördüğümüz camiyi 1911 yılında Nallıhan’da bulunan bir Fransız mimar inşa etmiş. O yıllarda Fransız mimarın Nallıhan’da ne işi var diye merak edebilirsiniz; ben ettim, internete baktım ve Ankara-Beypazarı-Nallıhan-İstanbul şosesinin (soşe değil, şose) güzergahını belirlemek için bölgede bulunduğunu öğrendim. Adam tutmuş, yıkılmaya yüz tutan camiyi kesme taştan, ahşap çatılı, kendi halinde mütevazi bir yapı şeklinde yeniden inşa etmiş.



Türkiye'de mimarı Fransız olan başka kaç cami vardır acaba?



Cami ile Han arasında eski Nallıhan evleri görülebilir. Mimari olarak Beypazarı evlerine çok benziyorlar, ama henüz Beypazarı’ndaki restorasyon furyasından nasiplerini almamışlar. Nallıhan, henüz Beypazarı’na alternatif olabilecek bir cüsseye ulaşmamış, ama yerel halk içten içe Beypazarı’nın övündüğü zengin mutfağın daha çok kendilerine ait olduğunu iddia ediyor.



Nallıhan son yıllarda bir turizm atağına kalkmış zannedersem, ama bu atak henüz başkent Ankara’da yeterince yankı bulmamış. Örneğin, Nasuh Paşa camiinin minaresini incelerken ufukta beliren yamaç paraşütünü görünce bayağı şaşırdım; yaklaşık 10 dakikada bir pistten yeni bir paraşüt havalanıyordu. Halbuki bu civarlarda yamaç paraşütü yapıldığını hiç duymamıştım...



Eğer yüksekten korkuyorsanız, paraşütle atlayamam diyorsanız Nallıhan civarında hatırı sayılır bir türbe turuna çıkabilirsiniz. Taptuk Emre, Davutoğlan, Caferi Sadık, Bacım Sultan türbeleri Nallıhan’ın güneyinde sıralanmışlar. En ünlüleri, bildiğiniz gibi Taptuk Emre... Yunus Emre, tam 40 yıl boyunca odun taşıyarak hizmet ettiği Taptuk Emre’ye demiş ki:

Taptuk'un Tapusunda
Kul olduk kapusunda
Yunus miskin çiğ idi
Pişdük elhamdülillah

40 yıl odun taşımak! Maşallah, Taptuk Emre Yunus’u, Nallıhan mutfağına uygun şekilde, kısık ateşte uzun süre pişirmiş!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"