“Eli, Eli, lama sabachthani?” veya “My God, my God, why hast thou forsaken me?” ya da Türkçe çevirisiyle “Tanrım, tanrım, beni niye terk ettin?” çığlığı, Hristiyanlık hakkında az biraz bilgisi olan her dünya vatandaşının kulağına çalınmış meşhur bir incil ayetidir. Dünyanın en meşhur hayat hikayelerindendir; “gerçek Yahudilik bu değil” diyerek büyük bir mesihlik ve reformasyon mücadelesine giren İsa (evet, İsa Yahudidir, hayatının hiçbir döneminde Hristiyan olmamıştır, ama sakın bunu Hristiyanlara söylemeyin), büyük Yahudi tapınağına ayakkabılarıyla girmiş, ortalığı bir birine katmış, diğer Yahudi din adamlarının şikayeti üzerine tutuklanmış, Roma valisi tarafından bölücülük ve dini değerleri tahkir vesaire suçlarından idama mahkum edilerek çarmıha gerilmiştir. (İsa’nın son günlerini en iyi anlatan sanat eseri, Tim Rice ve Andrew Lloyd Weber’in Jesus Christ Superstar rock operasıdır, çok ciddiyim) İsa'nın son günlerini Jesus Christ Superstar Rock Operası'ndan dinleyin, Life of
SWEET HOME, CHICAGO Bir önceki yazımızı “küllerinden doğan şehir” diye bitirerek büyük bir yangının spoylerini vermiş olduk. Tabii yanıp kül olmadan önce bir şehrin kurulup inşa edilmesi gerekir. Peki, yüz yıl sonra Amerika’nın en büyük üçüncü şehrini; kültür, finans, ticaret, eğlence, ulaştırma merkezini nereye inşa edelim? Tabii ki Kızılderililerin elinden zorla aldığımız, göl kenarındaki bozkır/bataklık bozması bir araziye olabilir. Yeni yerleşimimizin adını ne koysak? Eski ev sahiplerine sorsak mı? Efendim, kanguru kelimesinin kökeni ile ilgili bir hikaye vardır; kimileri uydurma olduğunu söylese de ana fikri güzeldir; Avustralyayı keşfeden Cook, zıplayan, keseli bir hayvanı görüp “bunun adı nedir?” diye sorar. Tabii İngilizce bilmeyen yerliler “ben anlamıyoğ sen ne diyoğ” anlamına gelen “kanguruu” cevabını verir. Bizim elemanlar da “haaa, kanguruymuş” diyerek yollarına devam eder. Şikago bölgesine gelen beyaz adam da bölgede yaşayan Potawatomi yerlilerine araziyi gösterip “bu
Şikago’nun alamet-i farikası gökdelenler arasında boynumuz tutulana kadar dolaştıktan sonra biraz nefes almak, çimlere, çayıra yayılabilmek ve şehre “geniş açı”dan bakabilmek için Şikago Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün marifetlerine doğru yönelelim. İlk durağımız, Şikago şehir merkezinin Michigan Gölü kıyısı ile arasında tampon oluşturan parklar silsilesinin en son inşa edilen, popüler ve prestijli üyesi Milenyum Park. Adından da anlaşılacağı üzere, 2000 yılına yetiştirilmesi düşünülen parkın inşası 4-5 yıl gecikmiş, tahmini maliyet 3 katına çıkmış ama sonunda Şikagoluların sevgilisi olmuş. Parka kuzeyden daldığımda ilk dikkatimi çeken yapı, Jay Pritzker açık hava konser anfisi oldu. 11,000 kişi kapasiteli olduğu söylenen fütüristik konser alanı, çelik kemerlerden oluşan baklava çatısı ile dikkat çekiyor. Tasarımını son yılların büyük mimarlarından Frank Gehry’nin yaptığı bu alanda yaz aylarında çok güzel konserler oluyormuş; biz sezon öncesi gittiğimiz için
Yorumlar