Tavuk mu Mudurnu’dan çıkar, Mudurnu mu Tavuktan?

Bizans Tekfurunun Kızı Moderna Üzerine Fantaziler

Bir yerleşim yerinin isminin belli bir iş kolu, hatta firma adı ile özdeşleşmesi ne kadar doğru acaba? Örneğin Mudurnu; yüzlerce yıllık tarihi olan bu güzelim ilçemiz, büyük bir atağa kalktığı, ardından kafa üstü yere çakıldığı tavukçuluk firması ile o kadar özdeş ki, “Mudurnu” kelimesini duyunca hepimizin damağında bir piliç ızgara tadı beliriyor...



Halbuki Mudurnu, ismini asırlar öncesinden, zamanın Bizans Tekfurunun kızı Matarni’den almış. Matarni, şehrin doğusundaki Hisar Tepesine bir kale yaptırmış. Matarni ismi, zamanla Moderna ve Mudurnu’ya dönüşerek günümüzdeki tavuk markasına kadar gelmiş. Acaba Moderna isminin modernite ile de bağı olmuş mudur? Pek sanmıyorum...



Bizans tekfurunun kızı deyince orada bir durmak lazım. Bilirsiniz, tarihimizde tekfur kızlarının önemli yeri vardır. Örneğin, Orhan Gazi de bir tekfur kızı ile (Nilüfer Hatun) evlenmiş. Ama tekfur kızları, daha ziyade Yeşilçam’a, özellikle Mamçakoğlu ve Kara Murat dizilerine ilham kaynağı olmuş.



Kara Murat filmlerinin klişelerindendir; Cüneyt Arkın, Bizans tekfurunun sarayına sızar, trambolinlerden zıplayarak kahpe Bizanslıları tek tek doğrar, ama yakalanıp zindana atılır, işkence görür, neyse ki onu uzaktan görüp abayı yakan tekfurun kızının yardımıyla zindandan kurtulur... Tabii kurtulunca ilk işi, tekfurun kızının odasına sızarak Türk erkeğinin malum gücünü ispatlamak, şanlı bayrağımızı (!) küffar saraylarında dalgalandırmak olur.

İşte, Mudurnu’nun isminin tekfur kızından geldiğini ne zaman duysam, aklıma gavur kızıyla utanmadan halvet olan Kara Murat görüntüsü geliyor. Ardından da, tabii ki Mudurnu tavuk!



Mudurnu'nun gayet otantik geri dönüşüm çöplükleri...

Neyse ki bu şirin ilçemiz makus kaderini yenmek için büyük bir atağa kalkmış ve şehir merkezindeki eski evler, konaklar restore edilerek turizmin hizmetine girmiş... Eski konaklar hakkında ayrıntılı bilgi için:

http://www.onurataoglu.blogspot.com/search/label/Mudurnu



Bu konakların bir kısmı otel olarak hizmet veriyor... Günübirlik ziyaretlerinizde de bu konaklarda Mudurnu mutfağının örneklerini (ille de tavuk olmak zorunda değil) deneyebiliyorsunuz.



Karnınızı doyurduktan sonra şehir merkezindeki Yıldırım Bayezid camii ve hamamını görebilirsiniz. Yıldırım Bayezid Camii, 1374 yılında, Bayezid henüz şehzade iken yaptırılmış ve 650 yıldır ayakta! Cami, kareye yakın planıyla, direksiz, geniş ve tek kubbeli camilerin ilk örneklerindenmiş ki, ben kapısındaki kitabenin yalancısıyım.



Camiden sekiz yıl sonra az aşağısındaki hamamın inşası bitmiş. Günümüzde halen işler vaziyette olan hamamın içine girmiş değilim, ama dışarıdan oldukça etkileyici bir görünümü var...




Hamamın önündeki "bizansça" kitabe, uygarlıkların kesişimine güzel bir örnek...


Hamamın önündeki çarşı sokaklarında biraz dolandıktan sonra kendinizi bayır aşağı bırakırsanız Mudurnu çayına kadar inersiniz. Mudurnu, V kesitli bir vadide yer almakta olup, vadi tabanındaki dere boyunca yürümek, kenarındaki ahşap konakları seyreylemek, dere üstündeki köprülerden bir o yana, bir bu yana geçmek tavsiye olunur.



Dere boyunca ilerlerken Kanuni Camiine denk geleceksiniz mutlaka. Cami, taş duvarları ve ahşap çatısı ile Selçuklu mimarisini andıran, gayet sevimli, mütevazi bir yapı. Kesinlikle “muhteşem yüzyıl”daki muhteşemlikle ilgisi yok, hatta bir rivayete göre, cami istediği cesamette yapılmadığı için Kanuni kapısına kilidi vurdurmuş, ancak ölümünden sonra ibadete açılmış...



Ortasına kurulmuş eski bir sobayla ısınacak kadar mütevazi cami fazla ayak altında değil, cemaati de pek yok gibi, ama bence görülmeye değer. Hemen yanındaki Halveti türbesinde de bu tarikata mensup mühim şahsiyetler yatmaktaymış...



Bu kadar cami arasında dolaşırken, bir de cuma gününe denk geldiyseniz, esnaf duasına tanıklık edebilirsiniz. Ben rast gelmedim, ama 600 yıllık bir ahilik geleneği olduğu söylenen esnaf duası, cuma salasından sonra, tüm esnafın dükkanlarının önüne dizilmesi ve katılanlara hayır ekmeği dağıtılmasıyla yapılırmış.



Resmi ben çekmedim, Mudurnu tanıtım sitelerinden alınmıştır


Çok eski bir esnaf geleneğinin olduğu Mudurnu’yu ve zanaatçilerini Evliya Çelebi şöyle anlatmış: " Kazanın kalesi S köşeli, 20 kuleli, bir binası kararmış eski bir yapıdır. Kaleden aşağı şehre kayalardan çam oluklardan su akar. Yıldırım Han camii, Yıldırım Han Medresesi, 13 sübyan mektebi, 3 tane Han ve Hamam olup dükkanlarının ekserisi iğnecidir. Anadolu'ya bu şehirden her gün binlerce yük iğne nakledilmektedir. Cevizleri meşhur olup "Mudurnu cevizi" diye anılmaktadır. Köylerde iki kulplu çam bardakları vardır. Bunlara soduç ve sekek derler."



İğnecilikle beraber bakırcılık, demircilik, semercilik, yemenicilik gibi iş kollarının (bir zamanlar) önem taşıdığı Mudurnu’da esnafın her cuma dualarını eksik etmemelerinde fayda var; çünkü bölge aktif bir deprem bölgesi... En son 1967 yılında meydana gelen bir deprem Mudurnu’da büyük hasara yol açmış. Ama bölgede ismi depremle anılan çok daha ilginç bir yerleşim yeri daha var; Güney Felakettin köyü!



Güney Felakettin'in felaket güzel manzarası!

Mudurnu’dan ayrılıp Bolu yoluna çıktığınızda, yemyeşil dağlar arasında ilerlerken karşınıza çıkan bir köy tabelası sizi virajı alamayacak kadar güldürebilir, dikkatli olun. Köyün bu ilginç adı, Osmanlı zamanında yaşanan büyük bir depreme dayanıyormuş. Kısıtlı Arapça bilgim beni yanıltmıyorsa, felakettin kelimesi “dinin felaketi” anlamına gelebilir ki, bu büyük yıkımı dinle ilişkilendirmek köyün başına başka felaketler getirebilir...

Nitekim, “kuzey” versiyonu olmayan Güney Felakettin köyünün adı galiba Sefaköy olarak değiştirilecekmiş... Yapmayın yahu, böyle orijinal bir köy adına kıymayın, Türkiye’de yüzlerce sefaköy var zaten!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"