Birinci Göynük Kuşatması

Mudurnu ve Nallıhan’ı gezdikten sonra Göynük’e uğramamak olmaz! Nallıhan’dan kuzeye döndükten sonra arabanızın navigatörüne “Göynük” diyerek sizi muhteşem manzaralı dağ yollarına vurmasını sağlayın. Ama navigatör deniz-kum-güneş üçgenine takıldıysa, sizi Antalya-Kemer’deki Göynük’e götürebilir; dikkatli olun. İki sesdaş beldemiz arasında bir akrabalık var mıdır, bilmiyorum ama, biz Zafer Kulesiyle meşhur Bolu Göynüğe doğru yönelelim:



Nallıhan-Göynük arasındaki ıssız yolda ilerlemek için ilkbahar sonu-yaz başlarını tercih ettiyseniz, yeşillikler arasında parlayan gelincikler doğal kedigözü vazifesi görecek, sizi yolda tutacaktır. Doğanın çok güzel uyandığı bu diyarlarda 1300 metre kadar yüksekliklere çıkacak, ve inerken solunuzda nefis bir Göynük manzarası göreceksiniz:





İki yamaç ve ortasından akan bir çayın vadisine kurulmuş olan Göynük’ü gündüz gözüyle gezebilmek için vaktiniz sınırlıdır. Dediklerine göre, şehri kuşatan dağlar güneşi epey bir engellediği için, şehir merkezi güneşin doğuş vaktinden epey sonra aydınlanır, benzer şekilde hava erkenden kararırmış.

Ama güneşin cimri davrandığı Göynük o kadar da karamsar bir yer değil; hatta hiç karamsar değil. Göynük, yakın civarındaki Safranbolu ve Mudurnu gibi, asırlık konakların gayet şık bir şekilde restore edildiği, şehir merkezinin doğal sit alanı statüsünde olduğu bir şirin beldemiz.



Göynüğün içine kurulduğu çanağın en dibine kadar inip arabanızı park edin... Yakınlarda duyacağınız su şırıltısı Göynük çayından geliyor. Çayın kıyılarına dizilmiş, Osmanlı mimarisindeki eski evlerden bazıları kafe ve restoran şeklinde hizmet veriyor.



Çayın etrafında Osmanlı tarihine ilişkin önemli kişilikler ve onlarla özdeşleşmiş eserleri görebilirsiniz. Örneğin Gazi Süleyman Paşa Camii... Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından kesme taştan yaptırılan cami, 1331-1335 tarihleri arasında inşa edilmiş olup, halen dimdik ayaktadır:



Tek minareli ve ahşap kubbeli olarak tasarlanan cami, ulu ağaçların altında 700 yıldır huzur içinde görevini yapıyor. İçi de ahşap işçiliğinin güzel örnekleriyle gayet sade bir şekilde tefriş edilen camiyi gezmenizi tavsiye ederim:



Caminin hemen yanında bir de hamam olması, Osmanlı mimarisine alışkın dimağları şaşırtmayacaktır tabii... Ama hamama ithaf edilen hikaye ilginç gelebilir. Rivayete göre, caminin yapımı sırasında inşaata taş taşıyan, ama getirdiği taşı bırakmadan geri götüren bir işçi Paşa’nın dikkatini çekmiş. İşçiye “Evladım, nedir senin olayın?” diye sorduğunda “Paşam, dün gece kamyonu devirdim, bir cenabetlik durumum var, mübarek bir yapının temeline taş koymak istemedim” cevabını almış. Bunun üzerine caminin yanına bir de hamam inşa edilmesi emredilmiş.



Cami ve hamamın inşa edildiği alan, ulu ağaçları ve şırıldayan Göynük çayı ile o kadar huzur verici bir yer ki, “emeklilikten sonra şuraya yerleşsem” demeyecek kimseyi tanımam. Nitekim, bundan 6 asır kadar önce Fatih’in hocası Akşemseddin Göynük’e gelip yerleşmiş. Burada huzur içinde yaşarken, bildiğiniz gibi, İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet’i yalnız bırakmayıp kuşatmaya katılmış, fetihten sonra Konstantiniyye’de ilk Cuma namazını kıldırmış, Eyüp Sultan'ın kabrinin yerini bulduktan sonra da tekrar Göynük’e dönmüş.


Fatih Sultan Mehmet’i bilirsiniz; güce, iktidara çok da meraklı olmadığına dair anekdotlar vardır. Örneğin, babası II. Murat’a yazdığı “Padişah sizseniz, gelip ordunun başına geçin. Padişah bensem, size emrediyorum, gelip ordunun başına geçin” mealindeki mektubu her Türk genci duymuştur.



Fatih, saltanattan kaçmak için Akşemseddin’e de benzer bir kumpas kurmuş; fetih sonrası Göynük’e giden hocasına müridi olmak istediğini söylemiş. Akşemseddin onu “Sen halvetime girersen devlet işlerini aksatırsın, sonra ben mesul olurum” diyerek reddetmiş ve ölümüne kadar Göynük’te yaşamış.
İşte, Akşemseddin hocamızın türbesi de Gazi Süleyman caminin hemen yanında yer alıyor. Fatih, 1464 yılında hocası için altıgen kesite sahip, taştan, gayet mütevazi bir türbe yaptırmış ve türbe halen ziyaretçi akınına uğruyor:



Cami-türbe-hamam üçlemesini tamamladıktan sonra akarsuyun diğer tarafına geçin ve şehrin kuzeybatı yamacına doğru hafiften tırmanmaya başlayın. Daracık sokaklardaki mimari detaylar, halen yaşanılan ve yaşatılan asırlık evler ilginizi çekecektir. Yokuş sokaklar nefesinizi kesse de, nefes kesecek bir manzarayı görmek için tırmanmaya devam edin:



Umarım dar sokaklar labirentinde kaybolmadan Zafer Kulesine ulaşabilirsiniz. Kule, ilçeye hakim bir tepeye 1923 yılında cumhuriyet döneminin ilk kaymakamı Hurşit Bey tarafından yaptırılmış. 3 katlı ahşap mimariyle altıgen taş temel üzerine inşa edilen Zafer Kulesi, Kurtuluş Savaşı’nın başarıları şerefine yapılmış:



Cami inşaatındaki cenup işçi benzeri, bu kulenin inşaatında çalışan amelelere dair de ilginç bir anekdot anlatılagelmiş; Kaymakam Hurşit Bey, Türk ustaların Ermeni ustalar kadar hızlı ve verimli çalışmadıklarını görmüş ve onlara sebebini sormuş. Türk ustalar, “Kaymakamım, diğer ustalar şarap içip geliyorlar, içleri ısınıyor, biz şarap içmediğimiz için üşüyoruz ve yavaş çalışıyoruz” cevabını vermiş. Bunun üzerine Hurşit Bey Türk ustalara ısınmaları için üzüm pekmezi dağıttırmış.



Bence kaymakam bey bizim ustaların serzenişindeki ince ayrıntıyı kaçırmış. Yahu, adamlar pekmez istese, az aşağıdaki pazarda satılıyor! Ustanın derdi başka; biraz kafasını güzelleştirmek, Zafer Kulesinin bulunduğu tepeden aşağıdaki muhteşem manzaraya bakarken keyfini çıkarmak istiyor. Pekmez oldu mu şimdi kaymakam efendi? Sonra tabii ki ellerindeki şarabı almak için Ermeni meslektaşlarını tehcir eder bu ustalar!



Zafer kulesinden Göynük’ü hakkıyla seyreyledikten sonra yine merkeze doğru inin, büyük şehirlerde artık rastlayamayacağınız dükkancıkların arasından kıvrılarak Göynük turunuzu tamamlayın, biraz da Göynüklülerin gurur duyduğu Çubuk ve Sünnet göllerine vakit ayırın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"