Dünyayı Kurtaran Bira


Geçtiğimiz günlerde bir uçak yolculuğunda biranın insanlık tarihini nasıl etkilediğine dair çok eğlenceli bir belgesel seyrettim. Sanırım Discovery Channel tarafından hazırlanan ve muhtemelen Kanal 7 ekranlarında seyredemeyeceğimiz belgeselin adı “How Beer Saved The World” idi... Bir saatlik bu belgeselde, biranın uygarlığımıza olan ve çoğumuzun bilmediği inanılmaz katkılar anlatılıyordu.

Doğruya doğru, belgesel mizahi ve biraz exejare (Ajda Pekkan’a saygılarımla) bir tarzda hazırlanmıştı. Biranın insanlığın gidişatına bu derece radikal etki ettiğini kabul edecek değiliz, ama dünya tarihinin aklımızın ucundan geçmeyecek kavşak noktaları bira köpüğünde ıslanmış gerçekten... Bu arada, olayları anlatanlar Sakarya Caddesinde demlenenler değil, University of California, Johns Hopkins, Pennsylvania University gibi saygın kurumların anlı şanlı porofesörleri...


Efendim, uygarlığın ilk büyük kavşağı olan tarım (yerleşik) toplumuna geçişimiz bira sayesinde olmuş. Avcı-toplayıcı dedelerimiz, doğal yolla yetişen arpa gibi hububatın tohumlarını, tanelerini toplayıp yerlermiş. Bir teoriye göre, toplayıcı bir abimizin bir kapta biriktirdiği taneler yağmurda kalıp ıslanmış, filizlenmiş, şekerlenmiş, tekrar ıslanmış derken güzelcene mayalanmış. Tam bir bira olmasa da ortaya çıkan içeceği pek bir sevmişler. Tarihçi bir profesöre göre, hububatın ekmek yapımından çok daha önce bira yapımında kullanıldığına dair arkeolojik bulgular varmış (ne olabilir acaba? Fıçı? Kulplu bardak? Cips tabağı?)

Ardından bira sayesinde yazı ve matematik gelişmiş. Bulunan en eski yazı örneklerinde bira anlamına gelen onlarca kelime/karakter varmış; aynı Eskimo dilinde “kar” anlamına gelen yüzlerce kelime olması gibi. Bira, dünya üzerindeki ilk ticari mallardan biri olunca, üretimi, satışı, muhasebesi sayesinde yazı ve matematiğin gelişimine katkıda bulunmuş. Ayrıca, bira üretimi için gerekli tahıl tarımı sayesinde tarla sınırlarının belirlenmesi geometrinin gelişimine katkı sağlamış. Bize de ortaokulda üçgenleri anlatırken yanında soğuk bir bira açsalardı ya!


Eski Mısır’da bira imalatı...

Piramitlerin yapımını da biraya borçluymuşuz. Piramit inşaatlarında çalışan amelenin yevmiyesi birayla, veya bira ölçü birimindeki bir senetle ödeniyormuş. Bira Mısır’da çok temel bir besin kaynağı olmuş. Alkol derecesi de hayli düşük (%3 civarı) olduğundan ve içinde bugünkünden daha zengin besin maddeleri bulunduğundan çocuklar da birayla beslenirlermiş. Mısırlı çocuktaki şansa bak; beslenme çantası yerine iki kutu bira götürüyor okula... Mısır’ın ana tanrısı Ra için yapılan bir anıtın hiyerogliflerinde, ölen bir firavunun diğer tarafa kaç fıçı bira götürmesinin uygun olacağına dair yazı bulunmuş. (Mısır tanrısı bi-RA! Bu da benim teorim...)

Ve bira sonunda Avrupa’ya gelmiş. Ortaçağ’da en büyük sorunlardan biri içme suyunun pisliği imiş... Mikroplu sular salgınlara ve kitlesel ölümlere sebep oluyormuş. Manastırlar başta olmak üzere, pis suyu arpa ile kaynatıp fermente ederek bir çeşit bira üretmişler ve milyonlarca hayat kurtarmışlar (tabii işin sırrı fermantasyon değil, suyun kaynatılması imiş; ama manastırdakiler bunu bilmeden krediyi alkole yüklemişler).


Manet bile Avrupa’da bira tüketimi üzerine tablo yapmış!

Kaliforniya Üniversitesinde bir deney yapılmış;pis ve mikroplu bir su, ortaçağ usullerine göre arpayla kaynatılarak o günün birası üretilmiş ve analiz sonucu temiz ve sağlıklı çıkmış. Nasıl bir bira olduğunu bilmeden deneyen birçok vatandaş da, tadını farklı bulsa da, birayı beğenmiş. İşte bu yüzden orta çağda bira tüketimi patlamış (su niyetine); tahminen kişi başına bira tüketimi günümüzün altı katına ulaşmış, Avrupa şehirlerinde su gibi bira akmış...


Avrupa’da bira denilince akla Belçika gelir! Belçika’nın meşhur bira barı Delirium’da 2012 çeşit bira bulabilirsiniz (seneye 2013 çeşit)

Bira üretim işini en iyi yapanlar manastır ve kiliseler olmuş ve manastırlar bu yolla büyük gelir kazanmış. Rahip kısmısının birayla köşeyi döndüğünü gören küçük girişimciler bira işine girmiş ve ticari ölçeklerde üretime başlamış. Avrupa’daki girişimci sınıfın ilk giriştiği ve palazlandığı sektörlerin başında bira gelmiş.


Ah bu rahip kısmısı... Japonya’da da sake üretimi tapınaklarda başlamış. Japonya’da Şinto tapınaklarının girişinde göreceğiniz bu renkli nesneler sake fıçısıdır...

Gelelim yeni dünyaya... İngiltere’den ABD’ye ilk giden gemilerden Mayflower, yolda bira stoğu tükenince, asıl hedefi olan Virginia yerine daha kuzeydeki Plymouth’a yerleşmiş. Buradaki sular henüz tertemiz olsa da, İngiltere’den kalan “pis ve mikroplu su” korkusu yüzünden bira yapmanın yollarını aramışlar. Ama etrafta hububat tarımı yok! Çevredeki sincapların kahvaltısından ilham alarak meşe palamudu birası üretmişler...

Birayla birlikte Amerika’da taverna kültürü gelişmiş (tam olarak bildiğimiz taverna değil, Amerikan pub/meyhanesi diyelim...) ABD Devrimi fikirleri, biranın su gibi aktığı bu tavernalarda yeşermiş. Özgürlüğünü isteyen Amerikalılar, kırmızı urbalılara karşı bira içerek komplo kurmuş ve isyan etmişler. Hatta, Boston’da yerleşik ve halen ayakta olan Green Dragon tavernası kendini “Devrimin merkez üssü” olarak tanıtmaya devam ediyor!    


ABD’nin kurucu babaları olarak bilinen dört büyük liderin de geçmişinde biracılık, bira üretimi varmış. Hatta Franklin, “Bira, tanrımızın bizi sevdiğinin ve mutlu olmamızı istediğinin kanıtıdır” demiş (acaba anayasada yer alan pursuit of happiness ile ilgisi var mıdır?)

Gözünü sevdiğimin birası ABD’yi özgürleştirdikten sonra sağlık alanına da el atmış. 1800’lerde mikrop, bakteri nedir bilinmezken Pasteur amca çalışmalarına başlamış. Pastörizasyon, sütten daha önce birayla özdeşleşmiş bir kavrammış aslında; Pasteur, biranın niye bozulduğunu merak edince bu temel gıdamızı yakından incelemiş ve mikrop/bakterileri tespit etmiş. “Birayı bozan delikanlıyı da bozar” diyerek bakteri dünyasını bize tanıtmış ve ardından gelsin aşılar, dezenfeksiyonlar, pastörizasyonlar... Sağolasın bira!

Peki, soğutma teknolojisini, buzdolaplarını, klimaları neye borçluyuz? Tabii ki biraya! 1800’lerde Almanya’dan ABD’ye göç eden bazı Almanlar yeni bir bira üretim teknolojisini uygulamak istemişler; bugün hepimizin sevdiği lager bira! (Miller ve Coors öncüleri olmak üzere...) Ancak lager soğuk üretim süreçleri gerektiriyormuş ve ilk başlarda bu sorunu buzla çözmüşler. Bira üretimi sadece kışın, bir yerlerden buz getirtebildiklerinde yapılabiliyormuş. Ama bu çözüm hem pahalıymış, hem de yılın büyük bölümünde üretim imkansız oluyormuş. Üreticiler, “buz yerine sürekli bir soğuk hava akışı sağlayabilir miyiz” diye düşünmüşler ve ortaya ne çıkmış? Tarihin ilk endüstriyel soğutma sistemi... Projenin müşterisi Miller biraları! Ardından gelsin buzdolapları, soğutucular, dondurucular, klimalar ve saire...


Texas’ın medar-ı iftiharı Shiner Bock!

Ve sanayide otomasyon! Büyük fabrikalarda ilk başarılı otomasyon uygulaması Henry Ford’dan on yıl kadar önce otomatik bir bira şişesi üretim makinesiyle başlamış. Bira şişeleri seri üretim süreciyle imal edilmiş. Bu inovasyonun sağladığı bir yan sosyal fayda ise çocuk işçilere yaramış; o yıllarda şişe üretiminde çok fazla çocuk işçi çalışırmış; bu makine sayesinde çocuk işçi kullanımı da büyük oranda düşmüş.

İşte, uçakta oturmuş biranın insanlık tarihine bu muazzam katkılarını izlerken yemek servisi başladı. United Airlines’ın hostesi, Türk (ve büyük ihtimalle müslüman) olduğum için, önceden ismime hazırlanmış aşağılayıcı yemeği önüme koydu. Sonra da “ne içersiniz” diye sordu. Ne cevap vereceğim, “tabii ki soğuk bir bira” dedim... Hostes astronomik bir fiyat söyledi. Şerefsiz United, uzun uçuşlarda bile içkileri parayla satıyormuş meğer! Yolcuları tahrik etmek için de kabin eğlence programına bira belgeselini koymuş!


Daha önce de ailecek United’la terso durumlar yaşamıştık. Bundan 9 yıl önce, yine Türk (ve sanırım müslüman) olmamızdan dolayı bize köpek maması kıvamında berbat bir yemek vermişlerdi. İtiraz etmiştim, yemekler sayılı bahanesiyle değiştirmemişlerdi. Belki bilirsiniz, United 93 diye 11 Eylül saldırılarını konu alan güzel bir film vardır. Filmin konusu, ABD’de United havayollarının bir uçuşunun terör amaçlı düşürüleceğini fark eden yolcu ve mürettebatın kendilerini feda ederek uçağı boş bir araziye düşürtmeleri üzerinedir. Külliyen yalan... Bence United tarafından sinirleri hoplatılan yolcular, “çakarım ulan ben böyle uçağı da, havayolunu da...” diyerek tarlaya gömmüşler kendilerini... Ne oldu, inanmamış gibi bakıyorsunuz?  
-->

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"