Medina Teraslarından Tunus Manzarası


Tunus’a geldiğinizde steril otelinizden dışarı çıkmak ve halkın içine karışmak isterseniz size Medina’ya gitmenizi tavsiye ederim. Medine, bildiğiniz gibi Arabistan’da kutsal bir şehir; kelime anlamı da zaten “şehir”. Tunus şehri de eskiden Medina’dan, yani “şehir”den ibaretmiş.
Medina, bugün geniş bulvarlar tarafından sınırları çizilmiş yaklaşık 270 hektarlık bir alandan ibaret. 1979 yılından bu yana UNESCO kültür mirası olarak tescilli. Bölgede çok sayıda tarihi eser var; saraylar, medreseler, camiler, kütüphaneler, zaviyeler Medina’nın içinde dağılmış durumda... Ara ki bulasın!
Medina yıllar boyunca içinden çıkılmaz bir labirent gibi gelişmiş. Kaçmalı kovalamalı ekşın filmlerde mutlaka arabesk bir sahne vardır; kahramanlarımız kötülerden kaçarken eski bir oryantal kentin daracık sokaklarına dalarlar. Ortalık mahşer yeri gibidir; yollarda seyyar tezgahlar, tropikal meyve sebze satanlar, bağırarak pazarlık yapanlar, üstü brandayla örtülmüş pazar yerinin altında pinekleyenler...
 
Kahramanlarımız bu keşmekeşe dalınca önlerine geleni yıkarak kaçarlar. Meyve tezgahı devrilir, karpuzlar ortadan yarılır... Kafası sarıklı bir seyyar satıcı arkalarından yumruğunu sallayarak Arapça küfreder. Bu tiplemelere hep çok üzülmüşümdür; kahramanlarımız kaçıp gittikten, filmin sonunda rahata erip seviştikten sonra onlar tezgahlarını toplamak, yıkılan/kırılanları onarmak zorundadır.
İşte Medina tam bu sahnelere uygun bir labirent. Tezgahların renkliliği, müşteri yokken pinekleyen, bir yabancı görünce şahin gibi üstüne atlayan satıcılar, bazen hayranlıkla, bazen pis pis gözlerini dikerek sizi süzen yerli halk, havada çöl bitkilerinin egzotik kokuları derken mistik bir tecrübe çıkmazına dalarsınız...
...Ve çıkamazsınız. Medina sokakları, veya sokak demeye bin şahit geçitler içinde kaybolursunuz. Aradığınız yeri bulmanız (eğer bir yer arıyorsanız) imkansıza yakındır. Gözünüze kestirdiğiniz, eli yüzü düzgün birine yol yordam sormak gelir aklınıza. Ama sorunuza kısa bir cevap alıp kurtulmanız mümkün değildir; Medina sakinleri, mutlaka kolunuza yapışıp o günkü rehberiniz olmak isterler.
Gitmeden önce Tunuslu, ama şimdi Türkiye’de yaşayan bir arkadaşıma “Tunus’tan ne alabilirim” diye sorduğumda, hiç tereddütsüz “kuş kafesi” demişti... O an sebebini anlamadım, ama Medina sokaklarındaki kuş kafesleri birer sanat eseri!
Ben de Medina sokakları içinde, Kuzey Afrika’nın ilk camilerinden olan Zeytuni Camisini ararken pusulam şaştı, kaybolup gittim. Yön sorduğum birkaç kişi ille de beni bizzat götürmek istedi. Bir hanutçu tuzağına düşeceğimi bildiğim için başlarda reddettim, ama sonunda teslim oldum...
Zoraki rehberim Türk olduğumu öğrenince, beni öncelikle bir “Osmanlı Beyi” konağına götürmek istedi. Bey konağı, günümüzde çok büyük bir halıcı, antikacı ve hediyelik eşya dükkanı olmuştu. Hiç para vermeden, bir şey almak zorunda olmadan istediğim gibi gezebileceğimi söyledi. Vallaha iyi de oldu, kendi başıma böyle bir yeri bulmam mümkün değildi.
Osmanlı Beyi Onur Paşa ve çakaralmazı...
Üç katlı evde (mağazada) güzelce dolaştım, en üst katta Osmanlı Beylerinin yatağı, silahları ve saireleri dekor amaçlı sergileniyordu. Ardından terasa çıkmamı tavsiye etti...
Ve terasa çıktım. İyi ki de çıktım. Çok güzel çini ve seramiklerle süslü terastan tüm Medina’yı ve hedefimdeki Zeytuni camiinin minaresini görebiliyordum. Konağın püfür püfür terasında epey vakit geçirdim, Tunus’u seyrettim ve tekrar yola koyulduk.
Medina sokaklarında kaybolmadan hızlı bir tur attık, çeşitli zanaatkarların toplaştığı bölgelerden geçtik ve sonunda Zeytuni Camiinin önüne geldik. Rehberim bana şöyle bir avluyu gösterdi ve koluma yapışıp çekiştirmeye başladı. Ben ona camiye girip içini görmek istediğimi, artık gidebileceğini söyleyince telaşlandı, çünkü henüz hanut komisyonunu kazanmamıştı. Tatsızlık çıkmaması için beni bir esans dükkanına götürmesine razı oldum...
 
Medina’da her zanaat grubu belli bir bölgede toplanmış. En “temiz” iş kolları, camiye (Zeytuni) en yakın bölgede kümelenirken, daha “kirli” iş kolları camiden en uzakta yer almış.
Az önce geçtiğimiz, esansçıların yoğun olduğu, havayı yasemin kokularının sardığı sokağa girdik, bir dükkanda uzun uzun tüm kokuları kokladım, burnuma bayram ettirdim ve sonra az bir pazarlıkla alacağımı alıp çıktım. Kazık yediğim belliydi, ama rehberim de komisyonunu kazanmıştı sanırım, zaten pek pazarlık beceremem, nasılsa kazık yiyecektim, rehberlik ücreti ve bahşişi de aradan çıkarmış oldum.
Tekrar Zeytuni camiine gittim, ikindi namazı dağılıyordu, cemaat camiden çıkarken ben girmeye çalışıyordum. Avlunun girişinde El Kaide’nin biri koluma yapışarak Arapça höykürdü, seçebildiğim kelimelerden kafirlerin camiye giremeyeceğini anladım. Adama “Elhamdülillah Müslüman” deyince şaşırdı, pek inanmış görünmese de kolumu bıraktı.
Zeytuni camiinin adı,700’lü yıllarda, tam kurulduğu yerde bir zeytin ağacının gölgesinde Kur’an dersi verilmiş olmasından geliyor...
Be kardeşim, tipim pek Tunuslu olmayabilir, ama parayla imanın kimde olduğu belli olur mu hiç? Aslında bende paranın olmadığı besbelli, ama iman? Belki de vardır, önyargılı olmayın hemen... Avluyu geçip camiye girene kadar 2-3 kere daha kafir görünümlü olduğum için durduruldum. Sihirli kelimeyi tekrarlayıp ellerinden kurtuldum ve yaklaşık 1300 yıllık caminin sade, ama etkileyici mimarisini incelemeye başladım.
Kartaca’nın muhteşem sütunları artık Zeytuni Camiinin tavanını taşıyor.
Cami, Kartaca harabelerinden getirilen 160 antik kolon kullanılarak yapılmış. Hanibal, diktiği sütunların bir gün imana geleceğini ve sırtlarında bir cami taşıyacaklarını tahmin eder miydi acaba? Cami bünyesinde zamanla İslam dünyasının ilk üniversitelerinden biri de filizlenmiş ve uzun yıllar burada ilahiyat, tarih, tıp, matematik dersleri verilmiş. Caminin ilginç minaresi 1800’lerin sonlarında eklenmiş.
Türk Camii (Hamdi Paşa Camii) minaresi...
Zoraki rehberim, Zeytuni Camiini “Tunus Camii” olarak tanıtmıştı; az ilerisindeki Hamdi Paşa Camii ise Tunuslular arasında Türk Camii olarak biliniyor. Bildiğimiz Türk camilerine çok benzemese de ilginç bir tasarıma sahip; ama Medina’ya gelmişken önceliği Zeytuni’ye vermek gerek!
Yine de tipiniz “müslüman”a benzemiyorsa camilere ihtiyatlı yaklaşmanızı öneririm. Ardından da Medina sokaklarında turlamaya ve kaybolmaya devam edebilirsiniz. Medina, oldukça karmaşık yapılaşmasına rağmen, kendi içinde aristokrat, burjuva, asker ve saire sınıflarını barındıran çizilmemiş sınırlara, adı konmamış bölgelere sahipmiş.
Medina, Ortadoğu – Kuzey Afrika coğrafyasında orijinalliğini en iyi koruyabilen şehir merkezlerinden biri olarak biliniyor. O yüzden mutlaka uğramanızı, sokaklarında kaybolmanızı tavsiye ederim. Ama kaybolacaksanız, hava karardığında kendinizi Bab El Bahr’dan dışarı atabilecek kadar kaybolun yine de!
Bab el Bahr, Medina’ya girip çıkılan kapılardan en bilineni, ve Tunus şehir merkezinin simgesi. Anlamı “denize açılan kapı” olsa da, Tunus’un en Frenk işi caddesi Habib Bourgiba Bulvarı’na (Tunus’un Şanzelize’si) açılan kapısı... Bu yüzden “Port de France” diye anıldığı da olmuş... Ortadoğu’nun keşmekeşini ve yasemin kokularını arkanızda bıraktıktan sonra artık (nispeten) batılı topraklardasınız!  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"