Sidi Bou Said'de Akdeniz Akşamları


“Akdeniz sahilleri” dediğimiz zaman aklımıza gelen imaj nedir? Duvarları begonvillerle kaplı şirin taş evler, türkuaz bir deniz, altın sarısı kumsallarda sere serpe güneşlenen mutlu insanlar, mavi koylarda salınan yelkenliler, kahvaltıya eşlik eden zeytinyağı ile günbatımına eşlik eden şarap, kadim uygarlıkların kalıntıları, dünya medeniyetinin temelleri... Aklımıza gelen imgelerin çoğu (tabiri caizse) Kuzey Akdeniz’e ait; ama bu denizin kıyılarının en az yarısı da Arap-Afrika coğrafyası sınırları içinde...

Örneğin, Tunus’un başkenti Tunus’a gittiniz, havaalanından şehre indiniz... Kıyıya çok yakın olmanıza rağmen “İşte bir Akdeniz kentindeyim” demeniz mümkün mü? Kendimizi genel geçer Akdeniz imajı ile sınırlarsak pek sanmam... “Şimdi Akdeniz’e geldik” diyebilmeniz için bir taksiye atlayıp, Tunus’a 20-25 dakika mesafedeki Sidi Bou Said kasabasına gitmeniz gerek.
Sidi Bou Said, Tunus’un az kuzeyinde, tepeden Akdeniz’in mavisine bakan ço-ok sevimli bir kasaba. Tunus şehrinde Arap-Ortadoğu oryantalizmini soluduktan sonra, halen Akdeniz kıyılarında olduğunuzu hissetmeniz için mutlaka uğramanız gereken bir muhit.
Kasabamız, Akdeniz’in Tunus topraklarına hafifçe sokulduğu Tunus Körfezi’nin tam köşesindeki tepeye yerleşmiş. Yüksekcene bir rakımda yer alması, denize doğru sıkı bir meyil bulunmasından dolayı kendinizi Santorini sırtlarında hissedebilirsiniz. Santorini havasını veren bir diğer mimari detay da mavi/lacivertin olağanüstü kullanımı!
Sidi Bou Said sokaklarında son derece güzel evler avlularıyla, cumbalarıyla, panjurlarıyla ve özellikle kapılarıyla gözünüzü okşuyor. Labirent benzeri daracık yokuşlarda yürürken önünüze çıkan begonviller, duvara uzanmış bir kedi, önünüzde açılan kapıdan içeri fırlatacağınız anlık bir bakış gezintinize renk katacak.
Özellikle ahşap detaylarda mavinin bu yoğun kullanımı sadece estetik ile açıklanmıyor. Mavi rengin akrep, çıyan ve benzeri haşaratı uzak tuttuğuna inanılıyor. Bu yüzden sadece burada değil, sıcak iklime sahip bir çok Akdeniz kasabasında mavinin hakimiyetini görebiliyorsunuz. Ama kireç beyazı mimarinin ortasında çok güzel durduğu inkar edilemez... İyi ki böcekler maviden kaçıyormuş diye düşündürüyor insana.
Sidi Bou Said gayet turistik bir kasaba. Beyaz duvarlarla çevrili avluların bir kısmında çok nezih café ve restoranlar bulabiliyorsunuz. Çoğunda alkollü içecekler bulmak da mümkün. Birkaç saatlik ziyaretimde gördüğüm kadarıyla pek fazla konaklama imkanı yok; insanlar genelde gezmeye, yemeye ve içmeye geliyorlar.
Sokaklarda bol bol turistik eşya satan dükkanlar yer almakta... Şehir merkezinde pazarlıktan ve kazıklanmaktan bıkanlara burada kazıklanmayı öneririm; hiç olmazsa dükkanlar daha nezih, satıcılar daha terbiyeli.
Sidi Bou Said’de (benim gibi) çok az vaktiniz varsa Café Des Delices’e uğramanızı tavsiye ederim. Marina’ya bakan yamaca teraslar halinde oturtulmuş çok şık bir mekan. Kimse kimsenin deniz manzarasını kesmeden Tunus Körfezi’ne nazır içeceğinizi yudumlayabiliyorsunuz.
Café Des Delices’te ne içelim derseniz, yöreye özgü çay ve meyve sularını tavsiye ederim. Tunus’ta çok güzel limonata ve çilek suyu yapıyorlar. Özellikle çilek suyunu bir kenara not edin, hiç ummadığım bir lezzetle karşılaştım Tunus’ta... Sıcak bir şeyler içecekseniz naneli çay konusunda çok iddialılar. Ve tabii nargileyi de es geçmemek gerek. Kahve içmek istediğinizde “café direkt” sipariş ediyorsunuz, size direkt olarak Türk kahvesi/espresso arası bir şey getiriyorlar... Bu arada, kahvenin sımsıcak olmasını beklemeyin her zaman...
Arkadaşlarla akşamüstü vardığımız Café Des Delices’te güneşi batırdıktan sonra kalkıp dolaşmaya devam ettik. Günbatımı sonrası sokaklar epey şenlenmişti; gündüz sıcağında avlusuna saklanan Tunuslular gece serinliğinde sokakları doldurmuşlardı. Gece ile beraber sokakları yoğun bir yasemin kokusu sarmıştı; Tunus şehrinde olduğu gibi, tepsilerde satılan yasemin demetleri gecelerinize baygın bir kokuyla eşlik ediyor.

Elimizde yasemin demetleri ile sokakları arşınlarken gördüğümüz manzaralar bizi (keyifle) şaşırttı! Belki o gecelik bize denk geldi, ama birkaç kere yanımızdan oldukça şık giyinmiş, çok güzel kızlardan müteşekkil gruplar kıkırdıyarak geçti. Hele ki bir köşeden dönüp Viktorya’nın Sırrı’nı biliyormuşcasına arz-ı endam eden ve karşıdaki evin mavi kapısından geçip avlusunda kaybolan kızlar havaya 1001 gece masalları gizemi kattı.
Acaba yasemin kokusundan kafayı bulduk da halüsinasyon mu görüyoruz diye düşündüm; Türkiye’ye döndüğümde konuyu danıştığım bir arkadaş, vakti zamanında büyük bir Gürcü/Çerkez grubun Tunus’a göç ettiğini ve çok güzel melez bir ırkın peydah olduğunu anlattı...

Sidi Bou Said, sadece göçmenlerin değil, Avrupalı ressam ve sanatçıların da uğrak yeri olmuş. Bir zamanlar. Şimdiki durumu tahmin etmek kolay değil; Yasemin Devrimi ve sonrasındaki radikal hareketin etkileri başkent Tunus’ta oldukça belirgin olmasına rağmen, sadece 20 dakika mesafedeki Sidi Bou Said’de asayiş berkemal. Yani, “yasemin devrimi”nin “devrim”i Tunus’ta, “yasemin”i Sidi Bou Said’de... Şimdilik.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"