Çatalhöyük Büyükşehir Belediyesi

Tarihin İlk TOKİ Konutları

Çatalhöyük yazan tabelayı Konya-Karaman yolunda, Çumra’ya geldiğinizde görürsünüz. Ana yoldan ne kadar içeri gireceğinizi kestiremediğiniz için tereddüt eder yolunuza devam edersiniz. Ne de olsa aceleniz vardır. Zaten hep acelemiz vardır. Ama 2-3 saatinizi ayırıp henüz kimsenin acelesi olmadığı bir devirde kurulan bu yerleşim merkezini görmenizi tavsiye ederim...

Çumra’nın şehir merkezine girdiğinizde, seyrüsefer halindeki at arabalarının tıkırtısı, nalların çınlaması küçük bir zaman yolculuğu yaptığınızı düşündürecektir size. Yola devam edip Çatalhöyüğe vardığınızda asıl zaman yolculuğunu göreceksiniz. Dile kolay, yaklaşık 9000 yıl önce, neolitik dönemde insanların yaşadığı bir yerleşim alanına varacaksınız. Çatalhöyük, köy niteliğindeki küçük yerleşim birimlerinden, kent özelliği taşıyan büyük yerleşim birimlerine geçişin ilk örneklerinden kabul ediliyor; bu yüzden 2012 yılında UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiş.

Çumra-Çatalhöyük arasında yanınızdan geçen traktörler, tarım makinaları ve mevsimine göre kavun, şeker pancarı yüklü kamyonlar insanların niye bu geniş düzlüğe yerleştiği konusunda size bir ipucu verecektir. Bu topraklar binlerce yıl önce de tarıma elverişliliği ile insanları cezbetmiş ve dünyanın ilk tarım denemelerinden birine ev sahipliği yapmış.

Çatalhöyük kampüsüne ulaştığınızda sağınızda bir bekçi lojmanı göreceksiniz. Kalıntıları gezmek için gidip kapıyı çalmanız ve görevliden yardım istemeniz gerekecek. Şimdilik görevlilerin refakati olmadan kazı alanını gezmenize izin verilmiyor ve iplerle çevrili kulvarların dışına çıkmanız hoş karşılanmıyor... Görevlinin ilk tavsiyesi, girişin hemen solunda yer alan örnek evi ve küçük müzeyi gezmeniz. Yerinde bir tavsiye; hemen örnek konuta giriyor ve dönemin mimarisi, yaşam tarzı üzerine az bir fikir ediniyoruz. Çatalhöyük evleri, orijinalinde damdan merdivenle girilen evler; ancak örnek evimize alıştığımız şekilde “kapıdan” girip rahatlıkla inceleyebiliyoruz. Evdeki ilkel tarım aletleri, hayvan postları ve öküz başları, duvar resimleri bize biraz fikir veriyor.

"Örnek konut"tan örnek bir oturma odası...
Daha sonra kazılarla ilgili bilgilerin sunulduğu küçük müzeye geçebilirsiniz. Müzede Çatalhöyük projesine destek veren şirket ve kuruluşların listesi de ilgi çekici; ana sponsorların arasında Koçbank ve Koç Sistem ile birlikte Boeing ve British Airways gibi şirketleri görmek şaşırtıcı; günümüzün havayolu şirketleri binlerce yıl öncenin kültürünün açığa çıkmasına katkı sağlamış!

Müzede yer alan panolarda Çatalhöyük hakkında özet bilgi ve değerlendirmeleri bulabilirsiniz. İlk çarpıcı detay, Çatalhöyüğün 8000 yıl önce 8000 kişilik bir nüfusa ulaşmış olması. O günlerdeki toplam dünya nüfusunu ve bilinen coğrafyasını düşünürseniz, devrinin New York veya Tokyo’sunu geziyormuş hissine kapılmanız doğaldır. İnsan bundan 10.000 yıl sonra New York kalıntılarının neye benzeyeceğini düşünmeden edemiyor...


Çatalhöyüğün en önemli özelliklerinden biri de, yüksek örgütlenme düzeyine sahip bir kasaba olmasına rağmen bilinen bir merkezi yönetimi, törensel merkezi veya kamu binaları olmamasıymış. Yani Çatalhöyükte bir vilayet evi, merkez camii veya defterdarlık görmeniz mümkün değil. Gezerken göreceğiniz tüm yapılar konut amaçlı; bu yönüyle Çatalhöyük bir şehirden ziyade toplu konut alanı gibi düşünülebilir.

Bu düşünce birden içim ürpertiyor ve bundan 8000 yıl önce de TOKİ benzeri kurumların, kentsel dönüşüm projelerinin, havuzlu ve özel güvenlikli sitelerin olabileceği fikri yüreğimi hoplatıyor. Zaten girişteki “örnek ev”i görünce, aklıma günümüzün toplu konut projelerinin pazarlanması için kullanılan zokalar gelmedi değil...

Çatalhöyükte "kapıdan kovsan, bacadan girer"
deyişi geçerli değil; çünkü sadece "baca" mevcut...

Neyse, biz yine 8000 yıl öncesine dönelim ve Çatalhöyük ile ilgili dikkat çekici birkaç detayı inceleyelim.... Kerpiçten yapılmış evlerin damdan girişli ve birbirine çok yakın, yoğun bir yerleşime sahip olmaları dikkati çekmiş. İlginç bir detay da binalarda hiç bir kapı ve pencere izine rastlanmaması. Giriş çıkış sadece merdivenlerden tırmanarak damlardan sağlanmış. Evlerin ortak kullanım alanının damlar olması ve sosyal hayatın çatılarda geçmesi, akla kedigillerin yaşam tarzını getirse de, sıcak yörelerimizde halen geceleri damlarda yaşanıyor olmasının oldukça eskiye dayandığını anlıyoruz. Büyük odalarda ocak ve tandırların bulunması, tüm dumanın merdiven deliklerinden çıktığı varsayımına yol açmış. Ayrıca, iç mekanların sıvalı olduğu da gözlemlenmiş.

Önceleri bu yoğun, kapısız-bacasız yerleşim yapısının savunma amaçlı olduğu düşünülmüş. Çatalhöyük, yaklaşık 1500 yıl boyunca ayakta kalmış ve bu süre boyunca hiç bir saldırıya uğramadığı düşünülüyor. Ancak o yıllarda henüz tarım toplumuna yeni geçiliyor olması, artı değer üretimi ve onu izleyen toplumsal sınıfların, din adamları ve organize orduların oluşmamış olması gerektiğini aklıma geldi. Bu yüzden, o yıllarda kurulan bir şehrin düzenli saldırılara maruz kalmaması akla yatkın...



Kazılarda bulunan tanrıça figürleri, Çatalhöyükte kadın egemen/anaerkil bir yaşam tarzı olabileceğini düşündürmüş. Bu düşünce ilerleyen asırlardaki Anadolu kültürüyle gayet paralel; ancak kazıların ilerleyen safhalarında aynı derecede erkek figür ve resimlerine rastlanmış. Bulgular, kadın ve erkeklerin aynı hayat tarzına ve beslenme rejimine sahip olduğunu göstermiş; bir diğer deyişle kadın ve erkek eşitliği fiilen sağlanmış.





Çatalhöyük, duvar resimleri ile de kendini gösteriyor. Konutların bazılarında, sadece ana odada rastlanan resimlerin genellikle günlük hayata ilişkin gözlem ve düşünceleri yansıttığı düşünülüyor. Çatalhöyükteki duvar resimleri, heykeller, figürler ve el sanatı ürünleri, döneminin çok ilerisinde bir seviyeye denk geliyor.


Bulunan resimlerden birinin yakınlardaki volkanik Hasan Dağının patlamasını betimlediğine inanılıyor (o yıllarda adı Hasandağı olmayabilir). Geometrik desenli bir resmin de leoparları simgelediği düşünülüyor; sanırım etobur hayvanlardan bayağı çekmişler. Ava giderken avlanma tehlikeleri varmış anlaşılan...


Çatalhöyük ahalisi, avcı ve toplayıcı bir toplum olmakla birlikte, ilerleyen yıllarda buğday, arpa ve bezelye gibi bitkilerin tarımını gerçekleştirmiş ve sığırı evcilleştirerek hayvancılığa başlamışlar. Çatalhöyüğün, döneminde bereketli hilal olarak adlandırılan bölge dışındaki en gelişmiş tarım alanı olduğuna inanılıyor.




Çatalhöyükte insanlar ölülerini evlerinin zeminine gömmüşler. Kimi evlerin tabanında 60 kişiye kadar gömüye rastlanmış. Ölümle, ölülerle olan ilişkileri ve dini ritüelleri hakkında fazla fikrim yok; zaten herhangi bir dini yapıya, tapınağa da rastlanmamış Çatalhöyükte...

Aklıma 2 yıl önceki Urfa Göbeklitepe ziyaretim geliyor. Göbeklitepe, Çatalhöyükten bile birkaç bin yıl daha eski bir merkez; düşünsenize, iki medeniyet arasındaki fark, en az günümüzle Büyük İskender arasındaki fark kadar... Ancak Göbeklitepe yerleşimin rastlanmadığı bir tapınaklar merkezi iken, Çatalhöyük tapınakların olmadığı bir yerleşim merkezi. Zaten bu bulgular insanların önce yerleşik düzene geçip daha sonra dinlerin geliştiği teorisini alt üst etmişti; ayrıntılar için buyurunuz:

http://onurataoglu.blogspot.com/2010/09/gobeklitepenin-gobeginden.html

Çatalhöyük’te ilk kazılar 1960’ların başlarında James Mellaart tarafından başlatılmış, ilerleyen yıllarda da yine İngiliz arkeologlar başkanlığında kazılara devam edilmiş. Çalışmalar halen sürüyor; ancak kerpiç yapılara zarar vermemek ve iklim koşullarından korumak için oldukça dikkatli hareket ediliyor(dur umarım...)

Müzeden çıkıp kazı alanına yöneldiğinizde çalışmalara gösterilen özenle ilgili ilk tedbire rastlıyorsunuz; karşınıza modern bir spor salonuna benzeyen bir konstrüksiyon çıkıyor. Kazı (ve ziyaret) alanının üstü kapatılarak kalıntılar atmosferin hışmından korunuyor...



Kapalı “spor salonu”na girdikten sonra kalıntıları tribünden izliyorsunuz, sahaya inmek kesinlikle yasak. Doğal olarak. Kapalı alanda sizi yönlendiren ipler, oklar ve bilgilendirme tabelaları arasında “Çatalhöyüklü Yapmış” diyerek dolaşmanızı tavsiye ederim. Bu bölümdeki kalıntılar, (tabiri caizse) az katlı, yüzey seviyesine yakın bulgulardan oluşuyor; nispeten daha “müstakil” konutlar sanki.

İlk kazı alanından çıkıp diğerine yöneldiğinizde, kazıların oldukça derin katmanlara ulaştığını görüyorsunuz. Burada sanki daha “çok katlı” (yerin altına doğru) bir yerleşim var; zaten müzedeki panolarda kerpiç evlerin zamanla birbiri üstüne inşa edildiği yazıyordu.



Demek ki yoğun yapılaşma, sanki yer yokmuşcasına dip dibe ev yapma kültürü binlerce yıl öncesinden genlerimize işlemiş. Yahu, koskoca Konya Ovasının göbeğinde, sınırsız arazinin ortasında şehir kuruyorsunuz ve evleri birbirinin üstüne yapıyorsunuz! 8000 yıl önce! Ne diyebilirim, iliklerimize işlemiş mübarek, böyle başa böyle TOKİ...

Belki de o yıllarda bile imar planı, kat izni, konut alanı, hazine arazisi gibi sorunlar vardı diyebilirsiniz; ama Çatalhöyükte hiç bir kamusal yapının bulunmadığını tekrar hatırlatayım. Yaklaşık sekiz bin nüfuslu ve oldukça yoğun bir kentte, asker ve ruhban sınıfı olmadan, dirliği, düzeni, asayişi nasıl sağlıyorlardı, merak ettim... Beki de bu kurumsal “sınıflar”ın olmayışı güvenliği ve adaleti kendiliğinden sağlıyordu; olaya bu açıdan da bakabiliriz.


Bir tatil günü sabah saatlerinde Çatalhöyüğü rahatça dolaşmanın keyfini çıkardık. Çünkü bizden başka gezen tek Allahın kulu yoktu. Az sonra Konya plakalı bir taksi geldi ve içinden çıkan turist abla tek başına alanı gezmeye başladı. Taksici de benimle bilindik, hiç değişmeyen muhabbete girişti; “abi, gavur buraların kıymetini biliyor da, ben sürekli buraya turist taşıyorum da, kadın taa Kanada’dan Konya’ya gelmiş, taksi tutup kilometrelerce uzaktaki kalıntıları geziyor da, bizim milletin burnunun dibindekinden haberi yok da...” Falan filan; al bu muhabbeti, yurdumdaki herhangi bir ören yerine götür, bir kelimesi bile değişmez!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"