Sıradaki Şarkı: One


Gelin Şarkılar “BİR” Olalım...

One, basitlik ve sadeliğine rağmen İngilizcenin en gizemli ve çetrefilli kelimelerinin başında gelir. İlginç bir fonetiğe sahip olmasının yanı sıra, “bir”lik gibi çok temel ve felsefi bir kavramı tanımlar. Nitekim, Temel İngilizce öğrenirken konuyla ilgili hayretlerini “Haçan, one diye yazıyorlar, “van” diye okuyorlar; peki “bir” olduğunu nereden anlıyorlar” diyerek dile getirmiştir.

En son “sıradaki şarkı” dizimize Kylie Minogue’u konuk ettiğimizde en güzel, ve hatta tek güzel (one and only one) şarkısı olan Confide In Me’yi ele almıştık. Bir ara Kylie’nin “The One” şarkısı da aklımın köşesinden geçiverdi; Kylie’nin sürekli “Love Me” diye inlediği en cıstak parçalarından biriydi. Ben de gelecek bölümü “One-The One” şarkılarına ayırmak istedim. Yani, sıradaki şarkı(ları)mız: One!

Daha önce “Tuesday Rocks – Salı Sallanır” yazımda olduğu gibi, “One” ile ilgili bir özel sayı yapmaya karar verdim. “One” dediğimizde, Alanis Morrisette, Limp Bizkit, Backstreet Boys, Kylie Minogue, Foo Fighters, Garbage ve daha nicelerinin eserlerine rastlasak da, bugünkü konuklarımız (Sir) Elton John, Metallica ve U2.

İlk olarak Elton John abimizin “The One” şarkısını ele alalım. Elton John dendiğinde cümle alem eline mum, çakmak, çıra, olimpiyat meşalesi ve benzeri ne bulursa alıp “Candle in the Wind” pozisyonuna geçer. Tamam, anladık, şarkı Lady Diana ile özdeşleşti, ve herkes gudubet İngiliz Kraliyet Ailesi içindeki tek sevimli ve sempatik üye olan Lady Di’ye hayranlık duyuyor. Ama konuya müzikal yaklaşırsak, Sir Elton John’un zirve yaptığı şarkı “The One”dır bence:
 
I saw you dancing out the ocean
Running fast along the sand
A spirit born of earth and water
Fire flying from your hands
In the instant that you love someone
In the second that the hammer hits
Reality runs up your spine
And the pieces finally fit

Şu sözlerdeki şiirselliğe bir baksanıza! “Candle in the Wind”e püf de gitsin vallaha... Yağmurlu bir günde geniş bir kumsala bakan bir salonda, şömine çıtırtıları arasında oturacaksın ve Pinot Noir’ını yudumlarken kumsalda dans eden meleğini hayal edeceksin... Elton abi, vefakar söz yazarı Bernie Taupin’in mısralarını okuyup etkilenmiş ve güfte ile çok uyumlu bir besteye imza atmış. Şarkının icrası sırasında Elton John piyano virtüözlüğünün doruklarına çıkıyor ve kendini kaybedip nefis sololar atıyor ki, mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim:


Şarkı okyanus kıyısında başlıyor ve insan ruhunun derinliklerinde devam ediyor. Bir süre sonra “bir” “iki”leşiyor, ve işin içine bir aşk giriyor. Video klibimiz ise yansımalar ve dalgalanmalar eşliğinde, bir görsel şölen şeklinde akıyor:

And all I ever needed was the one
Like freedom fields where wild horses run
When stars collide like you and I
No shadows block the sun
You're all I've ever needed
Baby you're the one

Ardından şarkı iki kişinin yer aldığı bir yol şarkısı havasına bürünüyor. “Bir” şarkısını dinlerken “iki”nin paylaşımları ve iletişimlerini hissediyorsunuz. Sizi bilmem ama, “When chances breathe between the silence” dizesinde ruhum ürperiyor ve kumsala bakan koltuğumda (olsaydım keşke) minderlere gömülmek istiyorum. Derken, kahramanımız tekrar “bir” oluyor ve şarkının başladığı kumsala dönüyoruz. Okyanusa baktığında görüp görebileceği nedir sizce? Sulara yansıyan geleceği mi?

There are caravans we follow
Drunken nights in dark hotels
When chances breathe between the silence
Where sex and love no longer gel
For each man in his time is cain
Until he walks along the beach
And sees his future in the water
A long lost heart within his reach

Ben de İngiliz kraliyet ailesinin üyelerinden olsam (ki, olamayacak kadar yakışıklıyım) sırf bu şarkıdan ötürü Elton John’a “sir” ünvanı verirdim. Nitekim vermişler, Elton abinin tüm aykırılığına  rağmen! İngilizya İmparatorluğunun üstünlüğü de burada değil mi; bireyleri fikirleri, sanatları, yetenekleri ile değerlendirirken kişisel tercihlerine, farklılıklarına saygı göstermeleri...

Şarkıyı kısmet olaydı da bizzat Sir John’dan dinleseydim diye hayıflanırdım... Nitekim kendileri birkaç yıl önce Ankara’ya geldiydi, ama bir engel çıkıp konsere gidemediydik. Sir John’un huzuruna çıkan bir arkadaşım profesyonelliğine hayran olduğunu anlatmıştı; konsere, VIP zevatın yetişip yetişmemesine bakmadan, tam saatinde başlamış, çok uzun bir süre sahnede kalıp üstün bir performansla kendini izlemeye gelenlerin takdirlerini kazanmış.

Sir Elton John, müzik dünyasında “The One”!

Ve “One” demişken, gelelim bir başka “biricik” grubumuzdan benzersiz bir icraata; Metallica ve tüyler ürperten şarkısı “One”. Niye tüyler ürperttiğini anlamak için sözlerine veya video klibine biraz göz atmanız yeterli olacaktır:

Landmine
Has taken my sight
Taken my speech
Taken my hearing
Taken my arms
Taken my legs
Taken my soul
Left me with life in hell
Darkness
Imprisoning me
All that I see
Absolute horror
I cannot live
I cannot die
Trapped in myself
Body my holding cell

Hikayeye az biraz vakıf oldunuz mu? Efendim, genç bir asker arkadaşımız savaşta mayına basarak tarumar olmuştur. Yüzünün önemli bir bölümü ile birlikte kolları ve bacakları kopmuştur. Görme, duyma, koklama, tatma ve (eller-ayaklar koptuğu için) dokunma duygularını; kısaca beş duyusunu yitirmiştir. Ruhu ve bilinci, tüm fonksiyonlarını yitirmiş bir bedenin içinde hapsolmuştur. Ama gel gör ki, yaşamaya devam etmektedir... buna yaşamak denirse:

Inside me I'm screaming nobody pays any attention
If I had arms, I could kill myself
If I had legs, I could run away
If I had a voice, I could talk and be some kind of company for myself
How do I know they'll kill me?
I could yell for help, but nobody'd help me
I just got to do some kind of, see how I can go on like this

...ve gördüğünüz gibi, askerimizin tek arzusu ölmektir. Ama doktorlar onu -isteği dışında- yaşatmak için çabalamaktadır. Konuşamadığı için derdini anlatması mümkün değildir. Ölmek için nefesini tutmaya çalışmaktadır. Ancak, insan nefesini tutarak intihar edememektedir. Ne kadar nefesini tutsa da, insan bir süre sonra kendinden geçer, kendinden geçtiğinde de refleks olarak nefes alıp vermeye başlar; yani, biri sizin ağız ve burnunuzu kapatmadıkça nefesinizi tutarak intihar mümkün değildir:

Hold my breath as I wish for death
Oh please god, help me
Oh god, please make them hear me
They won't listen, they won't hear me
They got to wake me up I'll be like this for years
Hear me

Okuduklarınızın bir kısmı şarkının sözlerinden, bir kısmı da ait oldukları kitap/filmden alıntı. Ne kitabı diyecek olursanız, şarkıya ilham veren, Dalton Trumbo tarafından yazılan ve sinemaya aktarılan “Johnny Got His Gun”dan bahsetmek gerekecek. Hikaye, savaşta çok ağır bir yara alan, çoğu uzvunu ve duyularını kaybeden bir askerin kafasında geçmekte. Sürekli kabuslarla ve geçmişiyle boğuşan, gerçek ve rüya arasındaki ayırımı kaybeden, makinalara bağlı olduğu için düşünmekten başka bir şey yapamayan askerin aklından geçenler hızla akmaktadır; şarkı da benzer bir yapıdadır zaten...

Meçhul askerimiz hatırladığı kadarıyla mors alfabesini kullanmayı akıl eder ve hapsolduğu yatakta başıyla yatağa vurarak “beni öldürün” mesajını vermeye çalışır. Doktorlar askerin çırpınışına anlam veremez; sonunda hastaneye gelen bir generalin yanındaki emir eri mors alfabesinin kodunu çözer: 

It's morse code
For what?
S.O.S.
Help
What's he saying?
Said kill me
Over and over again
Kill me

Klibin tam bu anında damarlarınızdaki bütün kan çekilmez, omuriliğinizden yukarı buz gibi bir ürperti yükselmezse, bir daha hayatta hiç bir trajediden etkilenmeyeceğinizi garanti edebilirim... Klip özellikle anti-militarist bir amaçla çekilmemiş olsa bile, seyredeni savaşlardan buz gibi soğutacağı kesin:


Klip demişken, Metallica’nın müzik geçmişindeki ilk klibini “One” için çektiğini de vurgulamamız gerekir. Yani “One”, bir süre için grubun “one and only one” klibi olarak kaldı. Grup üyeleri, o güne kadar gizemlerini korumak için video klip olayına girmemiş; ancak menajerlerinin de tavsiyesiyle “...and Justice for All” albümlerinde ilk kez bir klip denemesi yapmışlar. 7 küsur dakikalık klibin bir bölümünde “Johnny Got His Gun”dan sahneler varken, diğer bölümünde de grup üyelerine ait sallanan saçlar, savrulan kollar, uçuşan bagetler görüyoruz. Zaten klip için fazla bütçe de ayırmamışlar, eski depo benzeri bir mekanda 25,000 dolara kotarmışlar. Grup klip için anarşist yaklaşımından ödün vermemiş; hatta Hetfield’in silmeyi reddettiği, gitarındaki “F.ck Bon Jovi” yazısını kadraja almamak için çaba göstermişler.  

Şarkının ilk yarısında çoğunlukla askerimizin kafasının içindeyiz. Bu sırada şarkının temposu yavaş, müzik gayet melodik, gitarların cıvıl cıvıl tınıları ruhumuzu okşuyor. Ancak, şarkının ortalarında yükselen tempo, Ulrich ve Hetfield’in giderek asabileşen yüz ifadeleri yaklaşan fırtınayı haber veriyor. Klipteki emir erinin, mors kodunu çözdüğü ve kurbanımızın “beni öldürün” mesajını fark ettiği andan itibaren tempo zirveye vuruyor ve muhteşem bir gitar solo başlıyor.

İşte burada Ulrich’in çift bas davula abanışı, Kirk Hammet’in yasal hız sınırlarını alt üst eden gitar soloları devreye giriyor ve “Metallica yapmış” diyorsunuz. Grup üyeleri lüle saçlarıyla headbang’in hakkını veriyor ve savaşın acımasızlığına karşı isyanımız içimizde patlıyor. O sırada klipte askerimize acıyan bir hemşire, dileğini yerine getirmek üzere onu öldürmeye çalışıyor ama komutanlar araya girip kahramanımızı kurtarıyorlar... buna kurtarmak denirse?

“One”, Metallica’nın hem en güzel şarkılarından hem de en çok ses getiren kliplerinden biri. MTV’de ilk gösterildiği günün ertesi en fazla istek alan video olmuş. Mesaj kaygılı, son derece rahatsız edici bir klip olarak grubun tarihinde önemli bir dönüm noktası... Bir çok Metallica hayranı da, gruptan “one” klip seçme hakkı verildiğinde tercihlerini “One” için kullanıyor haliyle...

Ve gelelim bir başka “one” efsanesine... Sahnede U2, ve yine birçok hayranı tarafından “tek” geçilen şarkıları “One”. Ben grup üyelerinin yerinde olsam, bu şarkıdan sonra grubun adını U1 olarak değiştirirdim hani; ne gerek var eski bir denizaltıdan medet ummaya...

Tabii ki şarkı hakkında dönen en büyük geyik ne hakkında olduğuyla ilgiliydi. Ne de olsa “One”, başta da iddia ettiğim üzere, son derece basit ama derin anlamları olan bir kelime/kavram. Grup üyeleri, şarkının konusunu kısaca “ilişkiler” olarak özetlemeyi tercih ediyor.

Did I disappoint you?
Or leave a bad taste in your mouth?
You act like you never had love
And you want me to go without

Kısacası “ilişkiler” olan konunun uzuncasına bakacak olursak... Şarkı, 1991 yapımı Achtung Baby albümünde yer alıyor. Achtung Baby, politik gelişmelere olan duyarlılığı ile tanınan grubun, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden etkilendiği ve esinlendiği günlerde yapılmış bir albüm. İşin ilginci, iki Almanya’nın “one” olduğu günlerde, grup üyeleri arasındaki müzikal anlayış farklılıkları doruğa çıkmış ve U2 parçalanmanın eşiğine gelmiş.

İşte tam bu anda “One” şarkısı Hızır Aleyhisselam gibi yetişmiş... Grup kös kös çalışırken, The Edge gitarıyla doğaçlama bir şeyler tıngırdatmış. Grup üyeleri birden durup bu tıngırtıda hepsini birleştiren, “one” yapan bir ışıltı hissetmişler. Melodi üzerine yoğunlaşmışlar, ve Bono’nun dediğine göre 15 dakika içinde beste tamamlanmış... Ardından şarkının sözleri de gökten vahiy misali inivermiş:

Is it getting better
Or do you feel the same
Will it make it easier on you
Now you got someone to blame
You say
One love
One life
When it's one need
In the night
It's one love
We get to share it
It leaves you baby
If you don't care for it

Tabii o sıralar Bono’nun mistik düşüncelerin etkisinde olduğunu, “birlik-teklik” kavramları ile kafayı bozduğunu da eklemek gerek. Ve o sıralar kafasını en çok kurcalayan düşüncenin birlikteki çoğulluk olduğunun da altı çizilmeli... Bu yüzden, şarkının ana fikri olan dizeyi de şu şekilde seçebiliriz:

We're one
But we're not the same
We get to carry each other
Carry each other

Evet, “bir”iz, ama kesinlikle aynı değiliz. Aslında bizi bir yapan farklılıklarımız ve birbirimize saygı göstererek “bir” olacağız. İlk söylendiğinde kulağa çelişki gibi gelen bu düstur, günümüzün hoşgörüsüz dünyasında ne kadar ihtiyaç duyduğumuz bir yaklaşım... Bono, bu dizeyle grup içindeki müzikal anlayış farklılıklarını kastetmiş olsa da, şarkının konusu sorulduğunda oldukça geniş cevaplamıştır: İlişkiler!

Have you come here for forgiveness
Have you come to raise the dead
Have you come here to play jesus
To the lepers in your head
Did I ask too much
More than a lot
You gave me nothing
Now it's all I got
We're one
But we're not the same
We hurt each other
Then we do it again

Farklı fikir ve yaklaşımların düşünsel düzlemde çarpışması bizi her zaman zenginleştirmiş, dünyamızı renklendirmiştir. Belki de bu çarpışmaların birbirimizi yaralamadan meydana gelmesi imkansız; zaten o yüzden “we hurt each other, then we do it again” demişler sanırım... Ama yeter ki büyük resmi gözden kaçırmayalım, köprüleri yakacak kadar kırıcı olmayalım. Değil mi millet?

“One” şarkısının bu derin ve felsefi niteliği, parçanın her daim U2 konserlerinin ilk onbirinde yer almasını sağlamış. Hele ki U2’nun duyarlı olduğu insan hakları, adalet, fakirlik, AIDS ile mücadele ile ilgili organizasyonların milli marşı haline gelmiş. “One” konsepti bir süre sonra maksadını aşmış ve öncülüğünü Bono’nun yaptığı bir sivil toplum hareketine dönüşmüş. 2000’li yıllarda “fakirliği tarihe gömelim” sloganıyla başlatılan “One” kampanyası özellikle Bill Gates tarafından bayağı desteklenmiş.

“One”, single olarak ilk çıktığında (one – single; ne kadar anlamlı...) geliri AIDS ile mücadele araştırmalarına bağışlanmış. Şarkının AIDS’e karşı savaşta da özel bir yeri ve önemi var; single kapağı için AIDS’li fotoğraf sanatçısı Wojnarowicz’in “uçurumdan yuvarlanan buffalolar” fotoğrafı seçilmiş. Fotoğraf, “kontrol edemediğimiz, hatta anlayamadığımız güçlerin bizleri nasıl da bir bilinmeze yuvarladığı”nı simgeliyormuş... Şarkı ile anlamsal bağlantısı zayıf olsa da, klibini bir hayli etkilemiş...

Efendim, U2’nun “One” şarkısı için birkaç klip çekilmiş; ama sanırım en makbul olanı buffaloların koşturduğu, çiçeklerin açtığı minimalist klip. Şarkı boyunca “one” kelimesi değişik dillerde ekranda belirir; “bir” de dahil olmak üzere. Tabii klibin sonunu tahmin edebilirsiniz; koşturan buffalolar bir uçurumdan yuvarlanır:


Ama parçayı biraz daha coşkulu ve ihtiraslı bir vokal eşliğinde dinlemek isterseniz Bono ile Mary J. Blige’nin düet yaptığı nefis videoyu kaçırmayın derim. Klibin başlarında Bono şarkıyı sakin sakin söylemeye başlamışken, ağır çekimde sahneye çıkan çikolata renkli bir diva Bono’ya “evladım, sen şöyle kenara çekil de şarkı nasıl söylenirmiş bir seyret...” diyerek sahneyi çalar.

Blige, olağanüstü bir ses ve yorum ile şarkıya dalar... Ama ne dalmak! Şarkı ve şarkıcı, deyim yerindeyse, “bir” olurlar. Bir insan şarkı söylerken bu kadar mı aşka gelir, bu derece mi kendinden geçer, tutkunun esiri olur... En iyisi siz de dinleyin, öyle karar verin:


Hele parçanın sonlarına doğru, şarkının doruk noktası olan “you ask me to enter, but then you make me crawl” dizesinde tüyleriniz diken diken olur (az önce Metallica – One’da da olmuştu ya...):

You say love is a temple
Love a higher law
Love is a temple love the higher law
You ask me to enter
But then you make me crawl
And I can't be holding on
To what you got
When all you got is hurt

Hani Beethoven’in “Ode to Joy” eseri Avrupa Birliği’nin milli marşı olarak kabul edilmişti ya... Şu sıralar bir “dünya milli marşı” seçilecek olsa, en güçlü adaylarımdan biri U2’dan “One” olurdu herhalde.
  
İşte size üç farklı müzisyenden üç farklı “one”... Bir açıdan baktığımızda, şarkıların hepsi “bir”; onları “bir” yapan da farklılıkları. Bilmem anlatabildim mi? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"