Muir Ormanları

San Francisco’nun inişli çıkışlı sokaklarında turlayıp sizi kuşatan gökdelenlerin arasından gökyüzünü seçmeye çalışırken afakan basabilir ve kendinizi doğanın kucağına atmak isteyebilirsiniz. O zaman ilk adresiniz şehre en yakın doğal cennet olan Muir Ormanları olacaktır; ancak burada da gökyüzünü görmenizi engelleyecek, şehir merkezindeki gökdelenlerden bile yüksek ağaçlar yine üstünüze çullanacaktır.
Yine de fırsatınız varsa, dünyanın en cüsseli ağaçlarından olan Sekoyaları görmek, gölgesinde dinlenmek ve nemli bir ormanda keyifli bir yürüyüş yapmak için Muir Ormanlarına yollanmanızı tavsiye ederim. Hem böylece Golden Gate Köprüsünden geçmek için de bir bahane bulmuş olacaksınız. Size tavsiyem, köprüyü geçtikten sonra sağda yer alan park yerinde bir soluk almanız, köprüye, At Nalı Koyu’na ve San Francisco’ya bir bakış atmanız ve yola öyle devam etmenizdir.

Yola devam edin dedim ama, Muir ormanlarında tesis olmadığından aç kalabilirsiniz. O yüzden köprü çıkışında hemen Sausalito’ya dönmeniz ve deniz kıyısına inerek bir şeyler atıştırmanız tavsiye olunur. Sausalito, köprünün kuzey ucunda, San Francisco Körfezi’nin karşı kıyısında küçük bir yerleşim yeri. Kıyıdan yükselen yamaçlara yapılmış villalar ve deniz kıyısına demirlemiş yüzen evler ile gayet huzurlu, büyük şehrin cümbüşünden uzak bir kasaba.
San Francisco’nun varlıklı ve kafasını dinlemek isteyen kesiminin tercih ettiği Sausalito’ya nispeten serin bir sabah vardığımız için fazla bir hareket göremedik. Asıl istikamet Muir Ormanları olduğu ve burada midevi takviye amaçlı mola verdiğimiz için doğrudan “Lighthose Cafe”ye yöneldik...
 Lighthouse Cafe, adı üstünde deniz feneri mimarisinde, mütevazi, fakat lezzetten ödün vermeyen bir cafe-restoran. Biz mekana kahvaltı saatinde vardık ve omlet – pancake ağırlıklı bir sipariş verdik. Maşallah, malzemeden ve porsiyondan kaçınmıyorlar, ve önünüze sizi bütün gün ayakta tutabilecek kalori ve nefasette tabakları diziveriyorlar:
Muzlu ve böğürtlenli bu pancake' irisini yedikten sonra 4 gün tok kalmanız garanti... 
Oturaklı bir kahvaltının ardından, Muir Ormanları için gerekli enerji ve staminaya kavuşmuş olmalısınız... O zaman Sausalito’da fazla zaman kaybetmeyin ve orman yoluna koyularak Muir Milli Parkı kapısına dayanın...
 
Kapıya vardığınızda sizi sarmalayacak olan nem ve yosun kokusu farklı bir mikro klimaya geldiğinizi hissettirecektir. Hele ki başınızı kaldırıp onlarca metre yüksekliğe ulaşan Sekoya ağaçlarını gördüğünüzde dünya üzerinde özel bir bölgeye ayak basmak üzere olduğunuza emin olacaksınız.
San Francisco’ya sadece 20 kilometre mesafede, 245 hektarlık bir bölgeyi kaplayan Muir Milli Parkı’nın başrol oyuncusu işte bu Sekoya ağaçlarıdır. Bölgenin kendine has iklim ve coğrafyası sayesinde ağaçlar kendilerine oldukça uygun bir yaşam alanı bulmuşlardır.

Golden Gate Köprüsünü de her daim örten, bölgeye özgü San Francisco sisi sayesinde ağaçlar yaz mevsiminde havadaki nemden su ihtiyaçlarını gidermekte, ayrıca bu rutubetli hava diğer yosun ve benzeri bitkilerin de her yerden fışkırmasına sebep olmaktadır.
150 milyon yıldan beri bölgede ikamet eden Sekoya ormanları, iklimin elverişli olmasından dolayı San Francisco’nun kuzeyinden Oregon’a kadar dar bir kıyı şeridinde hüküm sürmüşler. Ama sekoyaların hakimiyeti, Beyaz Adam’ın Amerika’nın batı kıyılarına gelmesiyle son bulmuş. Önce Kızıl derilileri doğrayan beyaz adam, ardından Kızıl ormanları (redwood-sequoia) keserek uygarlığı için gereken kereste ihtiyacını karşılamış. Bu esnada, Kuzey Kaliforniya kıyılarını kaplayan sekoyaların nesli tükenme noktasına gelmiş.
Neyse ki beyaz adamlar arasında da duyarlı bir kaç vatandaş varmış; 1900’lerin başlarında Senatör Kent ve eşi Elizabeth, sekoyaların yoğun bulunduğu Redwood Vadisindeki 245 hektarlık bir araziyi 45,000 dolar bayılarak (hatta bir kısmını kredi çekerek) satın almış. Rivayete göre, bir orman için bu kadar para bayılmaya kuşkuyla yaklaşan Elizabeth’e kocası şöyle demiş: “Tüm varlığımızı kaybetsek, ama karşılığında bu ormanı kurtarmış olsak, yine de değmez mi?” Vallaha, bu hareketiyle Senatör Kent bizden tam puan alarak Clark Kent ile birlikte insanlığa en faydalı Kent seçilmiştir... Çok Güzel Hareketler Bunlar!
Daha sonra Senatör Kent, bir firmanın bölgeyi ele geçirip baraj yapma niyetini duyunca, bölgeyi federal hükümete devrederek yerel yönetimlerin “kırsal dönüşüm” projelerinden kurtarmış! Darısı Karadeniz’deki vadilerimize... ABD Başkanı Roosevelt de bölgeyi “Milli Anıt” ilan ederek “Kent Parkı” adını vermek istemiş; ama Senatör Kent, Milli Parka 19. yüzyılın meşhur ABD’li çevreci aktivisti John Muir’in isminin verilmesini önermiş.

Böylece 1900’lü yılların başlarında San Francisco oldukça görkemli bir Milli Parka kavuşmuş. 1937 yılında Golden Gate Köprüsünün açılması ile birlikte parka ulaşım çok kolaylaşmış ve Muir Ormanları San Francisco’nun en çok ziyaretçi çeken bölgelerinden olmuş.
1945 yılında, Muir Ormanları Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna tanıklık etmiş. 50 ülkeden temsilcilerin San Francisco’da toplanarak Birleşmiş Milletler kuruluş sözleşmesini imzalayacakları toplantı öncesi ABD Başkanı Roosevelt hayatını kaybetmiş. Onu anmak için Muir Ormanları’nın “Katedral Koruluğu”nda toplanan delegeler dünyanın en büyük ağaçlarının altında BM’nin köklerini toprağa salmışlar... Umarız dünya barışının korunması için BM’nin ömrü de Sekoya ağaçları kadar uzun olur...
  
...diye dilekte bulunuyoruz, çünkü bu devasa ağaçlar 1500 yıl kadar bir süre yaşayabiliyorlar. Eh, dünya 1500 yıllık bir barış dönemi görse daha ne ister? Bu gidişle 1500 güne de razı olacağız... Neyse efendim, konumuza dönelim, bu devasa ağaçları görmek için Muir Ormanları’nın girişine geldiniz ve biletinizi alıp kapıdan içeri girdiniz... Vadi boyunca takip edebileceğiniz yürüyüş rotaları boyunca, kafanızı yukarı dikmekten boynunuz ağrıyana kadar dolaşabilirsiniz.
Boyları 120 metreye, gövde çapları 8 metreye ulaşabilen, sürekli yeşil kalan bu ağaç irilerinin arasında yapacağınız yürüyüşün benzersiz olacağını iddia edebilirim. Yukarı bakmaktan ağrıyan boynunuzu dinlendirmek için ağaç gövdelerini işgal eden yosunları ve mantarları, ormandan eksik olmayan rutubetten faydalanarak fışkıran nebatatı incelemeniz tavsiye olunur.
Ağaçlardan beslenen abidik mantarlar...
 


Yürüyüş yolunda bir müddet ilerledikten sonra Bohemian Koruluğuna varacaksınız. 1892 yılında, henüz orman milli anıt ilan edilmeden önce, San Francisco’nun kalantorlarının kurduğu “Bohemian Kulübü”, ormanın bu bölümünde büyük bir parti vermiş. Ormana ulaşmak için yollar açmışlar, konaklama ve yemek yerleri inşa etmişler, bir de tema olsun diye alçı ve sıvadan kocaman bir Buda heykeli yapmışlar.

Tabii heykelden geriye eser kalmamış. Ama mekana diktikleri plaketten bir de gördüm ki, model aldıkları Buda Japonya’da Kamakura’da bulunan, benim de pek sevdiğim Buda heykeli! Güneş ışığının bile zor sızdığı Muir Ormanı derinliklerinde Japonya’dan eski bir dostla karşılaşmak büyük sürpriz oldu.
Kamakura'daki orijinal Buda
Ormandaki yürüyüş yolunda vaktinizin bolluğu ile orantılı kısa-orta-uzun rotalarda yürüyüş yapabiliyorsunuz. Redwood deresi boyunca gidip geri döneceğiniz rota en bilindik olanı. Yol boyunca karşınıza çıkan devrilmiş ağaç gövdeleri sizi dehşete düşürebilir; en son 2012 yılı sonlarında, şiddetli rüzgar ve çürüyen kökü yüzünden devrilen 400 yıllık bir sekoyanın çıkardığı korkunç ses bir kilometre mesafeden duyulmuş...
Muir ormanları, benzersiz ve büyüleyici atmosferi ile içinden San Francisco geçen filmlerden bazılarında rol almış. Ormanların en büyük reklamı, 2011 yapımı “Maymunlar Cehennemi’nin Doğuşu” filmiyle olmuş. Filmi izleyenler hatırlayacaktır; hafta sonu gezmelerinde Muir Ormanlarına gelen akıllı maymunumuz Sezar, insanlara (haklı nedenlerle :)) başkaldırıp  kaçtıktan sonra, Golden Gate köprüsünü tarumar eder ve Muir ormanlarına sığınır. Yüksek bir sekoya ağacının tepesinden köprüye ve San Francisco’ya son bir bakış atar.

Ben de ağaçların tepesinden gerçekten böyle bir manzara olup olmadığını çok merak etmişimdir, ama 110 metreye tırmanmaya cesaret edemedim... Giderseniz bir bakın, gözünüz keserse tırmanın...
  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"