Sıradaki Şarkı - Tom Sawyer


Öğrencilik yıllarımızda, henüz mp3 ve yuutup denilen icatlar ortalıkta yokken, yeni keşfettiğimiz grup ve albümlerin istihbaratı ve mümkünse kasetlerinin değiş tokuşu gündelik hayatımızda önemli bir yer tutuyordu. Bir gün bu aktiviteler kapsamında elime müthiş bir parça geçti; Rush namıyla ün salmış bir grubun kaset-i muazzaması!

Evde oturdum, dinlemeye başladım... Aman Allahım, o nasıl müzik, ne zengin ve özgün bir melodi, akıl almaz ritmler! Bunu çalan grup herhalde 8-10 kişilik kallavi bir orkestra olmalı diye düşündüm... Kısa bir süre sonra öğrendim ki sadece üç kişiler! Yahu, sırf o davul ve perküzyonlardan çıkan ses için asgari üç kişi lazım, bir de üstüne gitar, bas, vokal, klavye ve saire var...

Sonra grubu daha yakından tanıdıkça anladım ki, dünyada kişi başına müzik çıktısı en yüksek grupların başında açık arayla Rush geliyor. Bilenleriniz bilir; davullarda Neil Peart tek başına yedi kişilik performans sergilerken, Geddy Lee bir elinde bas gitar(lar), bir elinde synthesizer, ayağının altında pedallar, ağzında mikrofon ile her köşesinden bir ses çıkarıyor. Alex Lifeson da gitarıyla olanca desteği verince üç kişiden bir senfoni orkestrası performansı elde ediliyor. Böylece işgücü verimliliği açısından örnek alınası, muhteşem bir grubumuz oluyor Rush...
Efendim, Ontario kurtları ile hemşeri olan Kanadalı grubumuz, 1974 yılında Neil Peart’in davulların başına oturması ile büyük bir çıkış yakalıyor. Hard/progressive rock ekseninde gayet özgün, deneysel bir çizgi tutturuyor kendine. Hem yanar dönerli müziği, hem de insan aklını zorlayan sözleri ile dönemdaşlarından ayrışıyor. Tabii bu ayrışma grubun genelde ekstremlerde dolaşmasına, dinleyicilerin de çok sevenler/nefret edenler olarak kutuplaşmasına yol açıyor.

Rush, dile kolay, 40 yıldır aynı kadrosuyla ayakta olan ve her albümüyle bizleri şaşırtan, yeni sulara yelken açan, değişimden korkmayan bir grup. Üç süper yeteneğin bir araya gelerek, egolarını yenerek, hırlaşmadan, dağılmadan tevazu içinde 40 yıl müzik yapabilmesi pek nadir rastlanan bir olgu.

İşte, sıradaki şarkımız Rush’ın alamet-i farikalarından olan, grubun adıyla beraber ilk çağrışım yapan şarkılarından Tom Sawyer. Grubun en iyi parçası olduğunu iddia etmesek de, kişiliği olan, farklı ve kendini gösteren bir parça... 
Tom Sawyer, Moving Pictures albümünün hit parçalarından...
İlginçtir ki, bu parçayı kaydederlerken grup üyelerinin hiç içlerine sinmemiş... Sonra stüdyoda düzenleme sırasında biraz daha hoşlarına gitmiş. Ama sonuçta şarkı grubun “olmazsa olmaz”larından biri ve konser açılışlarının gediklisi haline gelmiş!

Şarkı, dört dörtlük bir parça olarak 4/4’lük ölçü ile başlıyor, ama Rush’ın iflah olmaz müzikal varyasyonları içinde beklenmedik ölçü değişimleri ile dinleyiciyi ofsaytta bırakıyor. Tam kulağınız besteye adapte olmuşken, şarkı keskin bir viraj alarak ölçüsünü, tonunu değiştiriyor ve siz hazırlıksız yakalanırsanız duvara tosluyorsunuz.

Eğer yol tutuşunuz sağlamsa ve şarkının müzikal savrulmalarına dayanabildiyseniz, parçanın ortalarında yer alan gitar ve davul sololar sizi mest edecek. Neil Peart engin yeteneğinin küçük bir parçasını sizinle paylaşacak ve daha fazlasını dinlemek için hevesinizi canlı tutacak:


Yukarıdaki bağlantıda izleyeceğiniz Rush yorumu, grubun 2006 Hollanda konserinde kaydedilmiş. Açılışta Southpark dizisinin güzel bir sürprizi ile karşılaşıyoruz. Kahramanlarımız, şarkıda bahsedilen kişinin hangi Mark Twain karakteri olması gerektiği konusunda tartıştıktan sonra, bildiğimiz muhteşem intro şarkıya giriş yapıyor...

Ve evet, parça ismini Mark Twain’in yüce karakteri Tom Sawyer’dan alıyor. Kankası Huckleberry Finn ile Missisipi havzasını mesken tutan, maceradan maceraya koşan bu cesur ve özgür kahramanımız Rush için de ilham kaynağı olmuş:

A modern-day warrior
Mean mean stride,
Today's Tom Sawyer
mean mean pride

Rush, Tom Sawyer’in özgür ruhunu günümüze uyarlamış ve hiç bir dine, politik güce teslim olmayan modern bir kahraman tasarlamış:

No his mind is not for rent
To any god or government
Always hopeful, yet discontent
He knows changes aren't permanent

Şarkının sözlerinden sorumlu Neil Peart, uyanık, açık fikirli, sorgulayan bir karakter betimlemek istediğini belirtmiş... aynı 1800’lerin sonlarındaki Tom Sawyer misali...

What you say about his company
Is what you say about society
Catch the mist, catch the myth
Catch the mystery, catch the drift

Ancak, şarkı sözlerinin çok da açık ve net bir şekilde kendini ifade ettiği söylenemez. Rush’ın resmi güftecisi Neil Peart, olağanüstü perküzyonal yeteneğinin yanı sıra, son derece donanımlı ve eksantrik bir söz yazarı. Şarkı sözlerinde fanteziden günlük hayata, bilim kurgudan felsefeye geniş bir yelpaze ile beynimizin kıvrımlarını zorlamıştır. Gayet zor güftelerdir, “Hey, I love you baby” konseptinden çok uzaktır ve büyük düşünürlerin yıllardır çözüm aradığı varoluşsal sorunsalların cevabını bulduğu rivayet edilir...

Söz yazarından ziyade edebiyatçı diyebileceğimiz Neil Peart ile bir ortak yönüm bulunduğuna kendimi inandırmak istiyorum. Yoo, ne yazık ki onun gibi bir davul maestrosu değilim, ama ikimiz de gezi yazıları yazıyoruz! Neil Peart bu alanda da bana tur bindirmiş durumda tabii; motorsikletle yaptığı Amerika turu ve bisikletle Kamerun turu gibi cesur deneyimler ve bunları kitaba dökmesi takdire şayan girişimler! Motorsiklet ile Amerika turuna çıkışı, çok kısa ara ile kızını ve karısını kaybedişini izlediği için, oldukça hüzünlü bir gezidir aslında...
  
Ama tabii ki Neil denince akla ilk gelen özelliği davul ve perküzyon virtüözlüğü... Dünyada herhangi bir enstrümanın icrasında “tartışmasız bir numaradır” diyebileceğimiz çok az kişi varsa, bunların başında Neil gelir. Kendi tasarladığı davul ordusunun içine gömülerek zillerle, çanlarla, borularla ve akla ziyan perküzyon malzemeleriyle zenginleştirdiği enstrümanı ile bütünleşen, ancak bir ahtapotun (kol sayısı itibarıyla) altından kalkabileceği performansıyla izleyenleri büyüleyen bir abimizdir Peart... 
Önceleri konserler esnasında şarkıların içinde davul sololar atan Peart, zamanla sadece davul solodan oluşan düzenlemeler ile seyircileri çıldırtmıştır. Rio konserinde icra ettiği “O Baterista”yı seyreden herhangi bir insan evladının bir daha hayatı boyunca eline baget almasına imkan yoktur:

https://youtu.be/RE_wOizsGYw

Grubun Neil ile birlikte en çok tanınan elemanı ise Geddy Lee isimli babayiğittir. Cedi Lii (kedili), kedi gibi tırmalayıcı sesiyle kimi bünyelerde infiale yol açsa da, yüksek tonlardaki özgün sesi dinleyicinin takdirini kazanmıştır. Ben ses konusunda biraz çekimser olsam da, abimizin multi-enstrümantal yeteneği karşısında şapkamı çıkarır, saçlarımı da yolarım. 

Herhangi bir konserde Geddy abimizi elinde çift klavyeli bas ile keyboardun başına geçmiş, sol eliyle bas gitarı tıngırdatır, sağ eliyle synthesizerin tuşları okşarken, ayaklarıyla pedallara basıp ağzıyla şarkı söylerken görebilirsiniz. Kardeşim, onca para kazanıyorsunuz, ver üç kuruş da iki müzisyen daha tut! Bizi de kıskançlıktan çatlatma...
 
Ve bir de Alex Lifeson... Kendisi zannımca müzik tarihinin en talihsiz elemanlarından biridir. Başka bir grupta olsa “frontman” payesini kapacak, grubu sürükleyecek bir yıldız olabilecekken, Rush’ta yer aldığı için “yahu, grupta üçüncü bir kişi daha vardı, neydi onun ismi” muamelesine maruz kalan nefis bir gitaristtir kendisi. Ama grubun zengin melodik yapısına katkısı dolayısıyla benden her zaman bir takdirname almıştır Alex abimiz.

Rush, büyük bir şans eseri popüler akımların gözünden kaçmış, genelde marjinal ve nerd dinleyicilerin gözdesi olmuştur. En bilindik şarkıları bile (örneğin Tom Sawyer) pek bilinmez, çoğu ortalama dinleyici için fazla bir anlam ifade etmez.

Bu yüzden, Rush ile tanıştıktan kısa bir süre sonra Türk TV’lerinde (interstar ve teleon) yayınlanan bir reklam beni dumura uğratmıştı. Yıl 1980’ler, Özal yıllarının tüketim ve tüketici kredisi patlaması reklamlarla halka pompalanıyor. Tam hatırlamıyorum ama, bir otomobil veya otomobil kredisi veren banka reklamıydı sanırım; izleyiciye mesaj verildikten sonra Rush’ın muhteşem enstrümantal parçası YYZ tüm hışmıyla ekrandan taşıyordu (ne reklamı olduğunu hatırlayan varsa lütfen yorum kısmına yazsın!) Bilenler bilir, YYZ öyle gaz verici bir parçadır ki, insanın en yakın galeriye gidip en yüksek devirli arabayı alası gelir...

Ama o yıllarda Rush’lı reklam, Macit’in gölgesinde kaldı ve fazla popüler olamadı. Çünkü İmar Bankası “otomobillendir beni Maciittt” ile gündemi alt üst etti. Hatırlayanlar olacaktır, banyodan yeni çıkmış, üstünde sadece bir havlu olan hanım kızımız (ki, kamera sadece baldırlardan aşağıyı göstermektedir) salondaki kocasının (veya her kimse) yanına gelip olanca şuhluğu ile “otomobillendir beni maciittt” repliğini söyler ve havlu vücudundan kayarak yere iner. Şuh güzelimiz, otomobil kredisi için mutfak harçlığından ayda 600 Mark artıracağına söz verir (harçlığa gel ağa!) ve Macit ile tehlikeli bir yakınlaşmaya girerken İmar Bankasının dörtnala kalmış at logosu üstümüze saldırır... Tam da ergenliğe girdiğimiz dönemlerde Macit, havlu ve otomobil kavramları geyiklerimizin bir numaralı konusu olmuştu...

Konuyu çok dağıttım yine... Diyeceğim odur ki; Rush ve YYZ’nin Türk reklam tarihinin böğğ dedirten bir dönemine misafir oluşu, Macit’in şuh partnerinin havlusu altında kalmasıyla gölgelenmiş ve beni derin elemlere gark etmiştir. Bari yazımıza bir YYZ performansı ile son verip zevahiri kurtaralım:


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"