Çavdar Tarlasında Çocuklar

Geçtiğimiz ay Eymir Gölü'ndeki ağaç dikme şenliğinin ardından maiyetimdeki çocuklarla beraber Eymir'in tepelerine tırmandık. Güzel havada gölü yukarıdan görüp kürek yarışlarını izleyebileceğimiz bir yer aradık. Dimdik tırmanışın ardından kurumuş otlarla kaplı geniş bir düzlüğe vardık. Düzlük, Eymir'i çevreleyen tepelerde bir platform şeklindeydi ve bir uçurum gibi, göle doğru dimdik bir inişle sonlanıyordu.

Böyle bir düzlüğün oğlan çocuklarını nasıl gaza getireceğini tahmin edebilirsiniz; büyük bir enerji patlamasıyla bellerine gelen otların arasından göle doğru koşmaya başladılar. Düzlüğün sonuna gelip de aşağıya uçmayacakları belliydi tabii ki, ama yine de benim içimden uçurumun kıyısına gidip onları tutmak geldi! Birden bire bu duyguya niye kapıldığımı önce anlayamadım; ama bir süre sonra okuduğum bir kitaptan aklıma kazınmış bir sahne gözlerimin önünde canlandı ve eve dönünce o kitabı bulup ilgili paragrafı tekrar okudum:
"Hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim"

Bu paragraf, büyük üstad J.D. Salinger'in "Çavdar Tarlasında Çocuklar" kitabının, kitaba da ismini veren en vurucu bölümüdür. Bu bölümde kahramanımız Holden, kız kardeşi Phoebe'ye ne olmak istediğini özetler. Bu paragraftan önce de ne olmak istemediğini anlatmaktadır; örneğin, asla avukat gibi toplumda oldukça saygın ve iyi para kazanabileceği bir meslek seçmek istememektedir.


Holden'in niye çavdar tarlası yakalayıcısı olmak istediğini anlamak için romanın başlarına gitmek gerekir tabii ki; iyi bir üniversiteden atılan, sürekli hayatı gözlemleyip sorgulayan, edebiyat tarihinin en uyumsuz anti kahramanlarından biri olan Holden, tek cümleyle özetlemek gerekirse, çağımızın yapmacık hayatından ölesiye tiksinmektedir.

Tabii Holden'i anlamak için huysuz yazar Salinger'i de tanımak gerekir. Tanımak gerekir dedim ama, hayatı boyunca tanınmaktan, şöhret maskesi ardında muamele görmekten bu derece nefret eden bir yazar daha görülmemiştir sanırım. Yazdığı muhteşem eserlerin ardından inzivaya çekilen ve öldüğü güne kadar insanlardan kaçan, gizlice resmini çekmeye çalışanlara saldıran bu ilginç şahsiyetin "Catcher in the Rye" kitabındaki Holden Caulfield karakterinde bir miktar kendini tasvir ettiği söylenir. 

Holden, iyi bir okulda okuyan (ve kovulan), çok zeki bir öğrencidir. Salinger'in diğer kitaplarında da çok genç ve aşırı zeki, duyarlı, dünyayı sorgulayan karakterlere hep rastlarız zaten. Franny ve Zooey ile "Dokuz Öykü" kitabının son öyküsünde başrol oynayan Teddy'ye de bir göz atmanızı öneririm. Bu gençler zekaları ve farkındalıkları ile öne çıktıkları gibi, bu özelliklerinden dolayı ızdırap çekerler aynı zamanda. "Ignorance is bliss" deyişine paralel olarak, dünyanın saçmalığını görme şanssızlığına ermiş bu çocuklar hayata tutunamamaktadır.

Tutunamamakta deyince, Holden'in Türkiye'de bir romanda yer alsa, kendine Oğuz Atay'ın bir eserinde yer bulacağına eminim. Yetişkinlerin yapmacık dünyasına yönelik gözlemleri, bu dünyaya doğru önlenemez sürüklenişinin getirdiği karamsarlıkla birleşince ortaya edebiyat tarihinin kendini en çok sevdiren mendebur kahramanlarından biri çıkar.

Bu depresif, karamsar, ezik ve huysuz karakteri sevmemizin en önemli sebebi, onun çocuklara, saflığa ve masumiyete karşı duyarlılığıdır. Romanda en çok sevdiği, üzerine titrediği kişinin kız kardeşi Phoebe olması Holden'e on puan kazandırıyor. Holden için çocuklar ve onların saf, dürüst dünyaları mutlaka korunması gereken bir değer.

Zaten çavdar tarlasında koşan çocuklar ve onları uçurumdan kurtarmak istemesi de bu düşüncesini kanıtlayan bir metafor. Tarlada koşan çocuklar tüm saflıkları ile eğlenmektedir; uçurumun kenarına gelip aşağıya düşmeleri de hayatın yapmacıklığı ve acımasızlığı ile karşılaşacakları, masumiyetin bozulacağı andır. Holden da bütün hayatını uçurumun kenarında bekleyip düşmek üzere olan çocukları kurtarmaya adamak istemektedir... 
Kitabı ilk okuduğumda "çavdar tarlasında koşturan çocukları kurtarmak" fikrini pek benimseyememiştim. Ama o gün Eymir'de çocukların, çavdar olmasa da kurumuş ot tarlasında, olanca neşeleri ve masumiyetleri ile koşuşturmaları bir anda aklıma Holden'i getirdi. "Uçurumun aşağısında" onları bekleyen hayat, eve gidip ödevlerini bitirmeleri, derslerine çalışmaları ve bir yürüyen bantın üzerinde hayatın öğütücü çarklarına doğru çaresiz ilerleyişleri içimde bir ürpertiye yol açmıştı. Tüm hayatını "düşmek üzere" olan masumları kurtarmaya adamanın ne kadar yüce, ve bir o kadar çaresizce bir seçim olduğuna karar verdim.

Yazımızı, Holden'in niye çavdar tarlası yakalayıcısı olmak isteyip, avukat olmak istememesiyle bağlayalım (avukat arkadaşlarım, no offense please): 

"Tek yaptığın bir sürü para kazanmak, golf oynamak, briç oynamak, araba satın almak, martini içmek ve kasılmak. Dahası var, gidip heriflerin hayatını kurtarsan bile, bunu, onların hayatını gerçekten kurtarmak için mi, yoksa o iğrenç filmlerdeki gibi, felaket iyi bir avukat olduğun için herkesin sırtını sıvazlayıp seni tebrik etmesi için mi yaptığını nereden bileceksin? Sorun da bu işte; asla bilemeyeceksin"  


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"