Brno'da Bezelye Peşinde

Son zamanlarda sayfamızda kitap, müzik, film vesaire konuk ederken gezmeyi tozmayı biraz ihmal ettik sanki. O zaman, şöyle kısa bir Orta Avrupa ziyareti ile sahalara geri dönelim... Mesela çok ayak altı olmayan, az bilinen, telaffuzu da zor bir şehir bulalım.

Örneğin Brno. Hadi bakalım, dilin dolaşmadan oku okuyabilirsen. Çek arkadaşlarımızın sesli harf kullanma konusundaki cimriliklerine şaşırdım doğrusu; bu özellik genelde Polonyalılarda var sanırdım, Kryzcwzky gibi şehir isimlerinin Leh kardeşlerimize özgü olduğunu düşünürdüm. Ama ne de olsa Çeklerin kuzeyden komşuları tabii...
Neyse efendim, ilk paragrafta “az bilinen” derken kendimi kast ettim tabii, bu utanç bana ait, yoksa Brno’yu bilen biliyor! Çek Cumhuriyeti’nin Prag’dan sonra ikinci büyük şehrinden söz ediyoruz. Brno, tarihi Moravya bölgesinin en büyük şehri ve tarihi başkenti. İki ana coğrafi ve kültürel bölgeden oluşan Çek Cumhuriyetini batıda Bohemya bölgesi (ve Prag) temsil ederken, doğuda Moravya bölgesi Brno ile yarışmaya katılıyor. Eskiden bir de Slovakya vardı tabii, o şimdi bağımsız bir ülke. Zaten kimi Moravyalılara göre onlar da farklı bir kültüre sahip ve bağımsız bir ülke olması gereken bir bölge. Eh, bu yaklaşımla gidersek yakında sadece Avrupa’da 2468 ülke olacak...

Moravya, tarihinin uzun bir döneminde ayrı bir krallık olmuş, Bohemya ile birleşmiş, ayrılmış, işgale uğramış, uzun süre Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçası olmuş, Nazi işgaline uğramış ve sonunda Çek Cumhuriyeti’nin şaraplık üzümleri ile meşhur bir bölgesi olarak huzura ermiş. Brno da bölgenin kalbi olarak 1000 küsur yıldır tarih sahnesinde yer alıyor. 
Brno şehri ve Moravya bölgesi başkentliği Prag’a kaptırmış olsa da, önemli bazı kamu kuruluşlarına ev sahipliği yaparak Prag’ın yükünün bir kısmını üstüne alıyor. Özellikle Çek cumhuriyetinde yargının başkenti Brno olmuş; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve benzeri yüksek yargı Brno’yu mesken tutmuş. Aynı zamanda üniversiteler ve öğrenci popülasyonu ile de önemli bir görev üstlenmiş. Tüm faaliyetlerin tek bir şehrin üstüne yıkılmaması açısından çok akıllıca bir tercih bence...

Brno’ya ulaşım biraz zahmet gerektiriyor; direk uçuş bulunmayan şehrimize Prag üzerinden de otobüsle ulaşmak mümkün, Viyana üzerinden de... Hatta Viyana-Brno mesafesinin daha kısa olduğunu duydum. Ama biz Brno’ya Prag’dan karayolu ile ulaştık; Nazi işgali sırasında tankların rahat ilerlemesi için Almanlar tarafından ray döşer gibi demir konstrüksüyon/asfalt birlikteliği ile büyük bir hızla yapıldığını öğrendiğimiz yol bayağı tırtırlı ve sizi hoplatarak seyahat ettiriyor. Sabahın erken saatlerinde çıktığımız yol, Moravya’nın üzerine çökmüş ağır sisin ara sıra açılarak “ce-eee” demesiyle güzel görüntüler sunuyor.
Brno’ya varınca şehirde kim var kim yok diye soruşturuyoruz... Tarihte Moravya nüfusuna kayıtlı ünlüler arasında Sigmund Freud, Milan Kundera gibi isimler bulunsa da, bizzat Brno’nun evladı olan en mühim şahsiyet Gregor Mendel. Prag’da Kafka’nın böcüğe dönüşen Gregor Samsa’sına cevap olarak Brno’lu Gregor Mendel de bezelyeye dönüşerek orta öğrenim hayatımızı kabusa çevirmişti. 
Gregor Mendel
Gregor Mendel aslında bir bilim adamı değil meraklı bir rahipti. Felsefe ve din eğitimi aldıktan sonra öğretmen olmak için bir sınava girdi, ama biyolojiden çakarak amacına ulaşamadı. Bu durumu gurur meselesi yapan Mendel, “Ulan biyoloji, seninle ileride hesaplaşacağız” diyerek St. Thomas manastırına kapandı. Daha sonra Başrahibin torpili ile Viyana Üniversitesinde öğrenim gördü ve Lamarck’ın çalışmalarından etkilenerek kafayı kalıtım ile ilgili konulara taktı. Araştırmaları için önce fareleri çiftleştirmeye başladı, ama başrahip bu kutsal mekanda kızlı erkekli sevişen farelerden gıcık kapınca, aileden bahçe-tarla işlerine aşina olan Mendel kendine uygun bir bitki aradı ve bezelyede karar kıldı.
Manastırın bahçesinde bir sera kuran Mendel kendini bezelyelere verdi ve çaprazlama yöntemiyle değişik özelliklerini inceleyerek kalıtımın kitabını yazdı. Bezelyelerde tesbit ettiği yedi özelliğin kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığı ile ilgili çalışmaları sonucunda kalıtımın temel kurallarını keşfetti ve yayınladı...

Yayınladı ama, bulguları yaşadığı dönemde hiç ilgi görmedi. Böyle derin konuların içinde heba olmaması için manastırın başrahipliğine atandı ve kendini o dönemki yönetimin kiliselerden almaya çalıştığı vergilerle mücadele ederken buldu. Ancak 30-35 yıl sonra Mendel’in çalışmaları yeniden fark edildi ve genetiğin babası olarak hakkı verildi.
Mendel'in bezelye yetiştirdiği seranın kalıntıları...
Ben de Brno’ya iner inmez Mendel’in müzesinin bulunduğu St. Thomas Manastırını ziyaret ederek kıymalı bezelye-pilav sevgimin kaynağı olan Gregor Abimizin mekanını ziyaret ettim. Manastırın bahçesinde Mendel’in çalışmalarını yaptığı seranın yerinde yeller esiyordu; sanırım biyolojiden çakan lise gençliği tarafından yerle bir edilmişti. Manastır bugün “Mendel Kalıtım Müzesi”ne ev sahipliği yapsa da gezecek vaktim yoktu ve Brno’lu başka bir “ünlü”yü aramak için yoluma devam ettim... 
Mendel’in manastırından çıkıp şehrin sevimli caddeleri boyunca doğu yönünde ilerledim ve karşımda görkemli bir tepe ve üstündeki zarif kale belirdi. Brno’da mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında gelen Spilberk kalesi, yüzyıllarca Moravya’nın yönetim merkezi olmuş.

Spilberk kalesinin kuzeyinde Stefan Caddesinin uzanıyor olması aklıma etimolojik komplo teorileri getiriyor. Stefan ve Spilberk. Acaba Brno’nun bir diğer ünlüsü Hollywood’un efsane yönetmeni olabilir mi? Diyerek araştırıyoruz, ancak Steven Spielberg’in dedeleri Ukrayna kökenli yahudilermiş... Demek ki kelime benzerliklerine fazla takılmayacakmışız. 
Ama Spilberk kalesinin Spielberg filmlerine ilham kaynağı olabilecek bir şöhreti varmış. Moravya hanedanının ikametgahı statüsünü kaybettikten sonra, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun en dehşetengiz hapishanelerinden biri olarak görev yapmış. Kaçmanın imkansıza yakın olduğu, misafirler üzerinde değişik işkencelerin denendiği kale bugün o kadar huzur verici, sakin bir atmosfere sahip ki, insan geçmişteki rolüne inanamıyor.

Spilberk kalesine ulaşmak için dev ağaçlarla kaplı oldukça dik bir tepeyi tırmanıyorsunuz. Tepe çok güzel bir park olarak düzenlenmiş ve doğanın ihtişamı, zorlu tırmanışınız için hafifletici sebep olabiliyor; ama yine de tepeye nefes nefese varıyorsunuz. Bence Spilberk kalesinden firar olmamasının en büyük sebebi, mahkumların geri yakalanırlarsa o yokuşu bir daha tırmanmayı göze alamamaları... 
Kalenin içinde güzel bir şehir müzesi varmış, ancak vaktim olmadığından içeri giremiyorum ve kalenin etrafını tavaf ederek Brno şehrini her yönden izleyebileceğiniz manzara noktalarında mola veriyorum. Spilberk kalesi etrafındaki hendek ve yüksek duvarları ile bir Spielberg filmi setinden fırlamış gibi... 
Hedefimiz, batı yamacından tırmandığımız tepenin doğu yamacından inerek şehrin tarihi merkezine ulaşmak ve Brno’yu gezmeye devam etmek. Kendimizi bayır aşşa salarak hızla iniyoruz ve büyük bir kilisenin önünde ancak fren yapabiliyoruz... Aziz Yakup kilisesi görünürde ayırt edici bir özellik taşımıyor; ancak bodrum katına inerseniz denk geleceğiniz kemik koleksiyonu tüyler ürpertici boyutta... 
Aziz Yakup Kilisesi
Paris Katakombundan sonra Avrupa’nın ikinci büyük kemik koleksiyonuna sahip Brno yer altı dehlizleri yaklaşık 50,000 mevtayı barındırıyormuş. Henüz 2012 yılında ziyarete açılan dehlizler belli gün/saatlerde geziliyormuş;
ortopedistlere ve kemiklere ilgili tüm arkadaşlara duyurulur...

Yakup kilisesinden güneye doğru ilerlerseniz Svobody meydanına varacaksınız. Tarihi binalarla çevrili sevimli bir meydan olan Svobody’de muhtemelen denk geleceğiniz konser ve benzeri performansları izlemek için mola verebilirsiniz.
Svobody meydanından aşağı doğru ilerlemeye devam ettiğinizde, halen tramvayların çalıştığı, İstiklal benzeri sevimli bir cadde boyunca yürüyeceksiniz. Cadde boyunca denk geleceğiniz mağaza ve kafeler ilginizi çekerse takılabilirsiniz; çekmezse yoldan az içeri saparak eski şehir meclisi binasını bulun ve girişindeki süslemeleri inceleyin. 
Ana caddeye paralel olarak yola devam ederseniz Zelny meydanına varacaksınız. Günü ve saati tutturduysanız burada kurulan bir halk pazarına denk gelebilirsiniz. Tutturamadıysanız, meydandaki artistik yapıları ve heykelleri inceleyerek avunabilirsiniz. 
Artık tarihi şehir merkezinin güney ucuna yaklaştınız. Dermanınız kaldıysa Spilberk tepesinden sonraki en yüksek nokta olan Petro tepesine tırmanmak ve St. Peter & Paul Katedralini görmek için son bir gayret gösterin. 
St. Peter and Paul Katedrali
Tepeye tırmanamam diyorsanız, geriye kalan tek seçenek şehrin tarihi tiyatro binalarını görmek. Brno’da bulunan Reduta tiyatrosu, Orta Avrupa’nın en eski tiyatrosu olarak biliniyor. Mahen tiyatrosunun da farklı bir özelliği var; ampulün icadından sadece dört yıl sonra, ilk kez bir tiyatronun aydınlatması için bu yeni buluş kullanılmış. Fikir kimden çıkmış bilmiyorum, ama o yıllarda şehirde elektrik olmadığı için (haliyle), sırf ampüllere elektrik sağlamak için ufak bir buhar santrali kurulmuş...

Ampülle aydınlatılmış tiyatronun neye benzediğini görmek için Edison kalkıp Brno’ya kadar gelmiş... Ben asıl seyircinin tepkisini merak ediyorum, düşünsenize, bilet almaya gidiyorsunuz ve gişe sizi uyarıyor:

-          Ayın 17’si için bilet var, matine mi istersiniz, suare mi?
-          Suare de nedir yahu?
-          Fransızca bir kelime bayım, akşam seansı anlamında...
-          Akşam oyun mu olur? Karanlıkta mı oynanıyor?
-          Ampül diye bir icat var hemşerim, umarım yakında enerji tasarruflusunu da bulurlar...


Brno’nun tiyatro dünyasına katkısı suare ile sınırlı olmayabilir; “indirimli öğrenci bileti” kavramı da ilk kez Brno’da uygulanmıştır belki... Tabii bu benim fantastik bir iddiam, ama bir bildiğim var ki iddia ediyorum. Brno, Çek Cumhuriyet’nin öğrenci şehri; Brno’da bulunan bir çok üniversite, fakülte ve şehirde büyük ağırlığı olan öğrenci nüfusu Brno’yu yıllardır şenlendiriyor. Bu yüzden Brno’nun hareketli bir gece hayatı olduğu rivayet ediliyor, ama ben akşama dönüyorum, işin o kısmını keşfetmek de size kalmış! 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"