Tokyo!

Japonya ve Tokyo'dan bu kadar bahsettikten sonra, günümüz Tokyo’sunda geçen üç kısa hikayenin anlatıldığı bir filmi (aslında üç kısa film) tanıtmak istedim: Tokyo! 2008 yapımı bu filmde her bölüm ayrı bir yönetmence kotarılmış, farklı tarz ve lezzetlere sahip bir yapıt. Filmlerdeki yönetmenlerin hiç biri Japon değil. Tokyo'da ne kadar süre kaldıklarını, Japon toplumunu ne derece izleyebildiklerini bilemiyorum, ama üç filmde de modern Japon toplumuna yönelik ilginç tespitler, sıra dışı gözlemler var. 
Tokyo; Paris Je T’aime, NY I Love You veya Vicky, Cristina, Barcelona benzeri, şirin mi şirin bir tanıtım filmi olmaktan uzak; amacı size Tokyo’yu sevdirmek, şehre turist çekmek değil, bu devasa metropoldeki değişik hayatları biraz da sizi rahatsız edercesine yüzünüze vurmak. Film, zaman zaman Japon toplumuna keskin eleştiriler getiriyor ve tarafsız bir gözle izlenmeyi hak ediyor.
Hiroko, erkek arkadaşının ekipmanlarını kurtarabilmek için göz yaşartıcı fedakarlıklara katlanıyor!
İlk filmimiz olan “Interior Design”, Tokyo’ya yeni taşınan genç bir çifti anlatıyor. Genç oğlumuz Akira, iddialı ve aykırı bir sinemacı; hanım kızımız Hiroko ise, nasıl desem... doğrusu, Japonya’da “kadının adı yok”. Amacı, esas oğlana Tokyo'daki sinema kariyeri boyunca destek olmak. Bu yüzden esas kızın kafası karışık; kendini beceriksiz ve yararsız görüyor. Akira'nın bir "Akira Kurosawa" olmadığı belli olsa da, yararsızlığın odağında Hiroko kızımız var. 
Hiroko'nun kiralık ev ararken baktığı dairelerden biri, Tsukiji yakınlarındaki "kutu kutu pense" binası... Görmeden geçmeyin!
Maddi durumu yerlerde sürünen bohem çiftimiz, Tokyo’da tutunmaya çalışırken kızımızın ezikliği iyice su yüzüne çıkıyor, bir “tutunamayan” olarak erkek arkadaşından ve çevresinden de uzaklaşmaya başlıyor. Ama insanın topluma ne şekilde “faydalı” olacağını tahmin edemezsiniz; sizi bu anlamda büyük bir sürpriz bekliyor! Bu bölümün yönetmeni olan Michel Gondry’yi “Eternal Sunshine of a Spotless Mind” ile tanıyor ve seviyorduk, bu filmcik ile iyice hastası olduk.

İkinci filmimiz olan “Merde” (shit), Tokyo’nun yer altında yaşayan insanımsı bir yaratığı anlatıyor. Ara sıra yeryüzüne çıkıp Tokyoluları terörize eden kahramanımız, bir gün eline yüklü miktarda el bombası geçirince işi büyütür ve ufak çaplı bir katliam yaratır. Artık Tokyo halkının burasına gelmiştir ve Merde büyük bir operasyonla yakalanır. Ama bu “yaratık”la iletişim kurmak mümkün değildir. Fransa’dan “merde”nin dilini anlayan bir avukat savunması için getirtilir, mahkemede soruşturması başlar. 
Güzel gözlü Merde evinin kapısında!
Mahkeme boyunca “merde”nin aslında dünyadaki tüm kötülüklerin vücuda gelmiş bir temsilcisi olduğunu, kimseyi sevmediğini, kendini dünya halklarının bir “piç”i olarak tanımladığını öğreniriz. Duruşma Japonya'da infial uyandırır; "merde"nin sevmeyenleri kadar, hayranlarının da olduğunu şaşırarak öğreniriz. Japon halkı ve yaşam tarzına ilginç göndermelerin olduğu filmin yönetmeni Leos Carax’ı özellikle “Köprü Üstü Aşıkları” ile tanıyoruz. Filmin anti-kahramanı Mosieur Merde, o derece sükse yapıyor ki, Carax Bay Bok'a 2012 yapımı Holy Motors'da da önemli bir rol veriyor. 

Üçüncü filmimiz “Shaking Tokyo” bir hikikomori’nin hikayesini anlatıyor. Benim de kitaplarımda değindiğim, Japonya’ya özgü bir sosyofobi olan “hikikomori”ler, toplumdan korkmaktan ziyade, kendilerini tamamen soyutluyor ve temel ihtiyaçları dışında odalarından dışarı çıkmıyorlar. Genelde aileleri ile yaşayan hikikomori kardeşlerimiz, kendilerini televizyona, bilgisayara, okumaya veya oyuna vuruyorlar. 
Hikikomori kardeşimiz ve yarattığı dünyası...

Filmdeki kahramanımız on yılı aşkın süredir evinden çıkmamış ve hayatını kitap okuyarak, zaman ve hareket üzerine düşünerek geçiriyor. Evi, on yıldır biriktirdiği eşyalarla öyle bir dekore edilmiş ki, “sanat eseri” mertebesine ulaşmış. Eve paket servise gelenler dışında kimseyle görüşmüyor, ancak bir gün eve pizza getiren kızın da kendisi gibi olduğunu hissediyor. Hayatında ilk kez bu kızı bulmak için dışarı çıktığında, o içerideyken dışarıda olan herkesin eve kapandığını, bu sefer de uçsuz bucaksız Tokyo sokaklarında “yalnız” kaldığını görüyor. Bu ilginç filmin yönetmeni Koreli, Bong Joon-ho; kendisini “The Host” ve Madeo” (Mother) gibi çok başarılı filmlerle tanınıyoruz.

Benim filmleri beğenme sıralamam 1-3-2; eğer izlerseniz sizlerin de görüşlerini almak isterim!  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"