Kartaca

Tunus’a indiniz, şehrin Frenk esintili caddelerinde, artık şarap servis edilmeyen Fransız kafelerinde oturup çilek suyunuzu içerken “buraya kadar gelmişken görmem gereken bir yer vardı” diye düşündünüz. İşte o yüz ifadenizi fırsata dönüştürmek isteyen Tunuslu bir arkadaşımız yanınıza yanaştı ve heyecanla “Kartajjj, Qartajjj” nidalarıyla kolunuza girerek sizi sürüklemeye başladı.


Öztürk Serengil’in “kelajjj” tonlamasını andıran kartajjj’ın ne olduğunu düşündünüz ve az buçuk Fransızca fonetik bilginiz size Kartaca’dan bahsedildiğini hatırlattı. Ne yazık ki büyük bir ekonomik bunalımla, yüksek işsizlikle mücadele eden Tunus’lu hemşerimiz, ya bir taksici, ya da sizi bir taksiciye emanet edip komisyonunu almak isteyen girişimci bir vatandaş.
Kartaca'nın ve Kraliçe Dido'nun hikayesini can düşmanları Roma Cumhuriyeti'nin en meşhur edebiyatçısı Virgil'den dinleyin. Virgil'in yanında tarih perisi Calliope ile trajedi perisi Polymnia (elinde maske olan) dikiliyor. 

Taksiye bindiniz ve yola çıktınız, şoför size heyecanla Kartaj’dan bahsetmeye başladı. Elhamdülillah Müslüman taksicinizin anlatımındaki bir sıkıntı hem dikkatinizi çekti, hem de tanıdık geldi. Tunus’lu kardeşimiz, bir taraftan kendine oldukça yabancı gördüğü bir kültürü, üstelik gavur Fransızların dilinde anlatmanın sıkıntısını yaşarken, bu kültür sayesinde ekmek yiyor olmanın çelişkisinde bocalıyordu.

Ben o sırada memleketimdeki ören yerlerini gezerken yaşadığım hissin benzerini duyuyorum; ister Aspendos tiyatrosunu, ister Çatalhöyük toplu konutlarını, isterseniz de Tunus’da Kartaca harabelerini geziyor olun, yerel halkın bu kültür hazinesine mesafeli bir duruşu vardır. Bin yıllar önce elin gavuru, sünnetsiz imansız kafiri gelmiş bu yapıları kondurmuştur. Kendisiyle hiç bir şekilde özdeşleştiremediği bu yıkıntıları görmek için başka bir elin gavuru binlerce kilometre öteden gelmektedir. Bok vardır sanki bu harabelerde; ama o sayede turizm gelişmiştir, eli para görmüştür, arsasını yirmi kat fazlasına satmış, kayınçosunun açtığı kafede fiyatlar beşe katlanmıştır. Belki de Allah rızkını bu kafirlerin yıkıntıları vasıtasıyla göndermektedir?
Kartaca'nın merkezi Byrsa bölgesinin bugünü...

İşte bu duygu karmaşasıyla boğuşan Tunus’lu kardeşimiz, Kartaca şehrini, uygarlığını size överken, içindeki küçümsemeyi de bastırmaya çalışmaktadır. Neyse ki mesafe fazla değildir, sizi Kartaca harabelerinin Byrsa girişinde, büyük katedralin yanında taksiden indirir. Baştan uyarayım, önünüzdeki dev St. Louis Katedralinin Kartaca ile ilgisi yoktur, kendileri 1890 yılında yapılmıştır.
St. Louis Katedrali

Katedralin yanından antik şehre girersiniz, manzara oldukça tanıdık ve bir hayli Romalıdır. Aklınız karışmış olabilir, bu Kartacalılar Romalı mıydı, yoksa Romalıların düşmanı mıydı, Hannibal, filler ne işti? O zaman filmi biraz geri saralım ve olayın kaynağına gidelim.

Bundan 3000 yıl önce, MÖ 1000 civarlarında Akdeniz’de iki büyük uygarlık ticareti kontrolü altına almıştı. Bunlardan biri, Tyr şehrini kontrol eden Fenikeliler (portakalı meşhur olan Finike değil, alfabesi, camı ve deniz ticareti meşhur olan Fenike), diğeri ise, hepimizin aşina olduğu Yunan kolonileri (bakınız aşağıdaki harita)
Haritada bir husus dikkatinizi çekti mi; Kıbrıs, 2500 yıl önce de kuzey ve güney olarak ikiye ayrılmış. Küçük bir farkla; o zaman Kuzey Kıbrıs Rumlarda, güney Fenikelilerde imiş

Fenikeliler, deniz ticaretinde oha derecesinde ilerleyip Portekiz, İspanya, Sardunya kıyılarında at koşturmaya, bu coğrafyalardaki altın, gümüş, bakır gibi madenleri sömürmeye başlamıştı. Şaşırtıcı mı? Hiç değil; Fenikelilerden bile 2000 yıl önce Girit adasında hüküm süren Minos uygarlığının Britanya adalarına kadar uzayarak oradaki kalay madenlerini sömürdüğünü düşünürsek, olağan bir gelişme:

http://onurataoglu.blogspot.com.tr/2012/01/faylarn-krlganlgnda-uygarlk.html

Semitik Fenikeliler Akdeniz’i bir sami gölüne çevirmek isterken Yunanlıların da eli armut toplamamış; onlar da Ege ve Kuzey Akdeniz kıyılarında kolonilerini genişletmişler. Ege kıyısındaki Yunanlılardan Phocea’lılar, yani Foçalılar, Marsilya’ya kadar göçerek Fransa kıyılarına uygarlık getirmişler. Yanlarında taşıdıkları “Foça Karası” üzümlerini Marsilya’da yetiştirerek Frenk diyarlarında şarapçılığı bizim Foçalıların başlatmış olması ayrı bir yazı konusu...
Kartaca müzesindeki zil surna Silenus, tüm mitoloji boyunca sarhoş dolaşmış, şarap tanrısı Bacchus (veya Dionysus)'un en yakın kankasıdır...

Biz dönelim Fenikelilere... Akdeniz’de Yunan kolonilerinin rekabetine ek olarak arkalarından (doğudan) Asurlular ittirmeye başlayınca Fenikeliler yeni diyarlara açılmak istemişler. Akdeniz’in en stratejik noktalarından, Sicilya ile Afrika arasındaki geçişi tutan topraklardan imar geçirmişler ve M.Ö. 800’lerde Kart Hadaşt’ı (Kartaca – Yeni Şehir) kurmuşlar.
Meşhur "Kartaca Leydisi" mozaiği; hanfendinin kıyafetindeki mor kumaş son derece manidar. Fenike'nin kumaş boyaları ve özellikle mor kumaşları çok meşhur ve değerliymiş. Hatta "Fenike" kelimesi, Yunanca'da "mor" anlamına gelen kelimeden türemiş...

Binlerce yıl önceki olaylardan bahsederken işin içine mitolojiyi katmamak olmaz. Bu yüzden, olayı bir de Roma İmparatorluğu’nun en meşhur edebiyatçılarından Virgil’in Aeneid efsanesinden dinleyelim. Roma İmparatorluğu’nun kuruluş destanı olan Aeneid, Truva Savaşı sonrasında başlar. Afrodit’in oğlu, Hektor’un kuzeni olan Çanakkale delikanlısı Aeneas’ın Truva’da başlayan, Kartaca’da devam eden, ve torunları olan Romus ve Romulus’un Roma’yı kurmasıyla sonlanan efsanesinde Kartaca şehrinin önemli bir yeri vardır. Bu arada, Türkleri Altay dağlarından çıkaran kurt, Roma’yı kuran ikizleri de emzirerek iki ulusun efsanelerinde ortak payda olmuş. Türkler ve İtalyanların akrabalığı bu kadarla kalmıyor; buyurun bir de buradan yakın:

http://onurataoglu.blogspot.com.tr/2010/01/merzifonun-uzumu-merzifonlunun-kahvesi.html

Konuyu çok dağıttık, dönelim Kartaca’ya... Efendim, efsaneye göre, Fenike’de gözünü servet hırsı bürümüş olan dönemin kralı Pygmalion, kızkardeşi Kraliçe Elissa’nın zengin bir din adamı olan kocasını öldürtür (Dante, Virgil’in destanındaki Pygmalion karakterini İlahi Komedya eserinde açgözlülüğü temsil etmek üzere kullanır). Abisinin şerrinden korkan Elissa, Yunan kaynaklarındaki ismiyle Kraliçe Dido, yanına aldığı bir grup Fenikeli ile Tunus’a kaçar.
Kartaca müzesindeki kimi eserler sanki Anadolu Medeniyetleri Müzesinden gelmiş gibi... O yıllarda bile kültürler arasında büyük etkileşimler oluyormuş

Dido, o dönemde Tunus’a hakim olan Kral Yarbas’tan kendisine kupon bir arazi vermesini ister. Cimri Yarbas, bir öküz derisi kadar yer bahşeder. Dido ve şürekası, öküz derisini incecik iplikler halinde keser, birleştirir, çevirir ve bugünkü Byrsa (Yunancada öküze benzeyen bir kelime) kalıntılarının olduğu alana kurulur. Dido’nun bu imar kanunu uyanıklığı dönemin bilim adamlarını etkiler; matematikte belli bir çevre uzunluğundan maksimum alanı elde etmeyi amaçlayan “isoperimetrik problem”in adı “Dido Problemi” olarak anılmaya başlar. (Bu arada, öküz derisi kadar alan efsanesinin aynısını Rumeli Hisarı için duyanlar parmak kaldırsın)
"Bir öküz postu" büyüklüğünde araziye kurulan şehir... Kraliçe Dido, imar emsalini dibine kadar esnetmiş!

Kraliçe Dido, Berberi Kral’dan aldığı toprak parçası üzerine döneminin en büyük, zengin ve etkili şehirlerinden Kartaca’yı inşa eder. Kartaca zamanla Akdeniz’deki ticaretin en etkili limanlarından biri olur, Aristo’ya göre Girit ve Sparta ile birlikte döneminin en iyi yönetim modeline sahip şehridir.
Kartaca dilinden günümüze kalan tek örnek

Kral Yarbas, şehri önce ele geçirmek, ardından Kraliçe Dido’yu kendine eş olarak almak ister. Ancak, öldürülen kocasına sadık kalacağını söyleyen Dido Yarbas’a varmaz, askeri gücü ile onu bir güzel korkutup hükümranlığını sağlamlaştırır. Ancak, Dido’nun sadakat sözü Truva Gazisi Aeneas’ın Kartaca’ya gelişine kadar geçerli kalır.

Virgil’in destanına göre Dido, Aeneas ve beraberindeki Truvalılara Kartaca’ya yerleşme izni verir. Bir süre sonra Dido Aeneas’a aşık olur. Boru değil tabii, güzeller güzeli Afrodit’in oğlundan bahsediyoruz, elbet letafeti anasına çekmiştir bir miktar. Aeneas da Dido’nun cazibesine kapılır ve halkına kuracağı yeni şehir için Kartaca civarından arazi bakınmaya başlar. Ama Tanrı Jüpiter, Aeneas’a misyonunu hatırlatır; onun görevi aşkının rehavetine kapılmak değil, İtalya’ya giderek Roma’yı kurmaktır.
Mısır tanrıçası Sekhmet'e çok benzeyen aslan başlı bir tanrıça heykeli, kültürlerarası alışverişe güzel bir örnek daha teşkil ediyor.

Bu tarihi misyon Aeneas’ın kafasına dank eder. Bir şarap sofrasında çevresindekilere “Abi, ben dul bir kraliçeye bağlanacak adam mıyım? Gencim, yakışıklıyım, hatta her gören İtalyan’a benzetiyor, ama daha ortada İtalya yok, ben yavaştan sıvışayım, Roma’yı kurayım” der ve Kartaca’dan ayrılır. Aeneas’ın kendisini terk etmesi üzerine, Dido törensel bir intihar ile, Aeneas’ın kendine hediye ettiği kılıçla hayatına sonlandırır. Son nefesinde Aeneas’a ve onun halkına olan nefretini haykırır ve “İntikam ruhu kemiklerimden yükselsin, Aeneas’ın halkı üzerinde halkımın nefreti dinmesin” benzeri bir lanet ile geleceği öngörür; bu lanet fil terbiyecisi Hannibal’in kulağına kadar gider.

Kraliçe Dido’dan 2800 yıl sonra dünyaya gelen İngiliz şarkıcı Dido, (ki kendisi kraliyet resmi kayıtlarında Florian Cloud de Bounevialle O'Malley Armstrong olarak bilinir), “This Land is Mine” şarkısı ile şöyle buyurur:


This land is mine but I'll let you rule
I'll let you navigate and demand
Just as long as you know this land is mine
So find your home and settle in
Oh, I'm ready to let you in
Just as long as we know this land is mine
After all the battles and the wars
The scars and loss
Well I'm still the queen of my domain

Çok merak ederim, acaba Dido bu şarkıyı Kraliçe Dido’yu ve Aeneas’ı düşünerek mi yazmış? Eğer ortada büyük bir tesadüf yoksa, Dido orta doğu tarihindeki en görkemli ve acıklı aşk hikayelerinden birine, Kraliçe Dido ve Aeneas’ın aşkına gönderme yapıyor olabilir. Dido’dur, yapar, şarkıcımız hakkında daha fazla bilgi için şöyle buyurun:

http://onurataoglu.blogspot.com.tr/2011/02/sradaki-sark-here-with-me.html

Şimdi efsanelere biraz ara verip siyasi ve ekonomik gerçeklere dönelim; yazımın başında bahsettiğim Akdeniz’deki Fenike-Yunan rekabeti, zamanla Kartaca-Yunan rekabetine evrilmiş. Kraliçe Dido sonrası Kartacalılar Kuzey Afrika’da Fas’tan Mısır’a kadar kıyı şeridini kontrol ettiği gibi, İber yarımadasına, Malta’ya, Sardunya’ya, Balear adalarına ve -kısmen- Sicilya’ya hakim olmuşlar.
Kartaca Müzesinde örneklerini görebileceğiniz devekuşu yumurtasından yapılmış maskeler... Bu Kartacalılar da fil, devekuşu gibi cüsseli hayvanlarla haşır neşir olmuşlar...

İşte, dananın kuyruğu bu “kısmen”de kopmuş. Çünkü Sirakuzalı Yunanlar da Sicilya’nın diğer kısmına hakimmiş. Akdeniz ticaretinde çok stratejik bir yere sahip olan Sicilya için iki uygarlık büyük bir mücadeleye girmişler ve tam 350 yıl boyunca Sicilya üzerinde tepişmişler. Benim teorim odur ki, Sicilya’nın yüce mafyası Cosa Nostra’nın kökleri o güne dayanıyor olabilir; hangi milletin tepesinde 350 yıl boyunca savaşsan kayışı koparır tabii ki…

Kartaca ile Yunanlılar arasındaki maç sürekli uzatmalara giderken, bölgede yeni bir uygarlık daha palazlanmaya başlamış; Aeneas’ın kurt sütüyle büyümüş ikiz torunları Roma’yı kurmuş ve bu şehirden yükselen Cumhuriyet bölgede gücünü giderek artırmış. Yunanlar Kartaca ile savaşırken, Romalılar da İtalya’nın güneyinde hakim olan Yunan kolonilerini (Magna Graecia) tepeleyerek tüm İtalyan yarımadasının kontrolünü sağlamış.

Giderek güçlenen Roma Cumhuriyeti (dikkatinizi çekerim, Roma İmparatorluğu değil, o ilerleyen yıllarda olacak) gözünü Akdeniz’deki büyük ticari ranta, ve bunu en iyi değerlendiren zengin Kartaca’ya dikmiş. 350 yıllık Sicilya savaşlarında hırpalanan Kartaca’ya bulaşan Romalılar, bu sefer de 150 yıl sürecek Pön Savaşları (Pön – Roma dilinde Fenikeliler) serisini başlatmışlar.
Pön savaşlarının ilk sezonu Romalıların açık farkla galibiyetiyle sona ermiş; Korsika ve Sardunya adaları Roma Cumhuriyetine katılmış.
Romalıların ya savaş gemileri küçükmüş, ya da mozaik sanatçıları eserlerindeki obje oranları konusunda dikkatsizmiş...
İlk sezonun ardından Romalılar başka savaşlarla meşgul olurken, Kartacalılar İber yarımadasında ufak ufak palazlanmış ve Kartaca tarihinin en tanınmış ismi Hannibal liderliğinde ikinci sezon hazırlıklarını tamamlamış. Hannibal, büyük büyük ninesi Kraliçe Dido’nun lanetli vasiyetini unutmamış ve Dido’ya aşk acısı çektiren Aeneas’ın torunlarından intikam almaya and içmiş.

Dünya tarihinin en büyük askeri dehalarından sayılan Hannibal’in sinema tarihinin en vahşi karakteri kabuledilen Hannibal Lecter ile isim benzerliği dışında bir ortak yanı var diyemeyiz. Hannibal Lecter, Kuzuların Sessizliği ile şöhrete kavuşurken, Kartacalı Hannibal Fillerin Sessizliği ile büyük sükse yapmış. Roma Cumhuriyeti Kartacalıları Akdenizin diğer kıyısında zannederken, Hannibalkomutasındaki ordu, yanlarındaki fil desteği ile sessizce Alp Dağlarını aşmış ve kuzeyden Roma’ya dalmış. Romalılar, Pön savaşlarının ikinci sezonunda Hannibal’in fillerine pön pön bakarken Kartacalılar büyük bir zafer kazanarak Romayı sürklase etmiş.
Romalılar ilerleyen dönemlerde yaptıkları mozaiklerde her türlü iri hayvana yer verirken, kuyruk acılarından dolayı filleri görmezden gelmişler

Etmiş ama, arkasını getirememiş. Hannibal, büyük askeri dehasına rağmen Roma’da kalıcı bir zafer sağlayamamış. Askeri stratejiler açısından daha üstün olan Romalılar, cepheyi Afrika’ya taşımış ve Hannibal de İtalya’yı bırakıp Afrika’ya dönmek zorunda kalmış. Bu cephede başarı kazanan Romalılar yüzünden, Hannibal hayranlarına sürpriz bir sezon finali yaşatmış; Kartaca’dan sürülmüş, Antiochus yönetimindeki Anadolu’ya yerleşmiş, onlara Efes, Magnesia (Manisa) ve Bursacivarlarında askeri danışmanlık verdikten sonra Libyssa’da (Gebze-Diliskelesi) intihar ederek sezonu bitirmiş. Atatürk’ün de büyük saygı duyduğu Hannibal için Gebze’de, TÜBİTAK yerleşkesinde dikilmiş bir anıt vardır.

Pön savaşlarının üçüncü sezonu, Kartaca’nın tekrar toparlanıp zenginleşme çabası ile başladı. Romalılar, ticari başarısına rağmen askeri açıdan çok zayıf olan Kartaca’yı sürekli didikledi, taciz etti ve en sonunda işgale karar verdi. Kartacalılar üç yıl süreyle güçlü Roma kuşatmasına direndiler; ama M.Ö. 146 yılında şehri ele geçiren Romalılar şehri tamamen yakıp yıktı, yaklaşık 200,000 kişiyi öldürüp 50,000 Kartacalıyı köleleştirdikleri söylenir.
İlerleyen yıllarda yapılan mozaikler, Roma Kartacasında günlük hayatın her yönünü, tarımı, hayvancılığı, ticareti, vs. betimlemiş.

İşgal sırasında Kartaca’daki büyük kütüphane ve her türlü belge de yakıldığı için Kartaca tarihi üzerine Kartacalıların neler yazıp çizdiği bilnmemektedir; Kartaca üzerine genelde Yunan ve Roma tarihinden (hatta Virgil’in Aeneid destanından) bilgi edinilebilmektedir. Kartaca devleti uygarlık olarak tarihten silinse de, Kartaca şehri olağanüstü konumundan dolayı Romalıların da ilgisini çekmiş ve 700 yılındaki İslam fethine kadar Roma İmparatorluğunun en büyük ve önemli 3-4 şehrinden biri olarak hayatına devam etmiştir.

Kartaca, Tunus’un kuzeydoğu köşesine yerlemiş, 37 kilometrelik bir surla çevrili şirin bir antik kent. İmiş. 37 kilometrelik surun hikayesini biliyorsunuz; kendisine öküz postu kadar alan verilen Kraliçe Dido’nun postu didik didik ederek çevrelediği 37 kilometre; kadın gerçekten postu iyi yere sermiş! Kısa süre içinde serpilip büyüyen Kartaca, limanı, nekropolü, konsey binası, çarşısı, pazarı, tiyatrosu ile görkemli bir şehir olmuş.
Kartaca'dan geriye kalanlar...

Bugünkü Kartaca harabelerinin olduğu bölge, şehrin en yüksek noktası olan Byrsa civarında yoğunlaşmış. Kartacalılar zamanında şehrin merkezi sayılan Byrsa, Roma döneminde de önemini korumuş. Romalılar, kendi imparatorluk binalarını oturtabilmek için Byrsa tepesinde bir hafriyata girişmiş, tepeyi 6-7 metre traşlamış ve daha geniş düzlükler yaratmış. Şimdi Byrsa’nın tepesinde, yazının başında değindiğim katedral oturuyor.

Byrsa’da en güzel evlerin, lüks rezidansların olduğu mahalle ise “Hannibal Mahallesi” olarak biliniyor. Hannibal’deki evler, bir avlu çevresine oturtulmuş, yağmur suyunu toplayan sarnıçları ve kanalizasyon sistemi olan, belli standartlarda yapılmış evler. Taban alanları yaklaşık 75 metrekare olan (tahmini) iki katlı evler merkezi bir semtte oldukları için daha küçük; ancak merkezin dışında 150-160 metrekare taban alanlı evler de bulunmuş. Kartaca’nın Etiler’i diyebileceğimiz Hannibalmahallesi, Kartaca Limanı’na bakan nefis manzarası ile kiraların en yüksek olduğu semtti zannımca…
Hannibal mahallesinden limanın olduğu yere bir bakış. Ne yazık ki o olağanüstü limanın yerinde bir deniz girintisi var sadece...

Kartaca Limanı denilince ayrı bir parantez açmak lazım. Arkadaş, ben böyle liman görmedim, gerçek bir tasarım harikası, bugün bile yanına yaklaşan bir liman bilmiyorum. Ticari ve askeri olarak ikiye ayrılan liman yüzlerce gemiye hizmet verebiliyormuş. Ticari liman yaklaşık 450 x 350 metrelik bir dikdörtgen şeklinde; askeri liman ise 220 savaş gemisi kapasiteli, 325 metre çapında muhteşem bir tesis:
Marina mimarlarımıza örnek olsun! Girişte yatını valeye veriyorsun, o park ediyor...

Limanın az yukarısındaki Tophet ise kutsal bir tapınak bölgesi. Çok tanrılı semitik dinlere inanan Kartacalılar, şehrin varlığı, zenginliği ve geleceği için ilk doğan çocuklarını burada Baal ve Molok isimli tanrılara kurban verirlermiş; hem de canlı canlı yakarak… Parantez açalım, “melek” kelimesi, İbranice “molok”tan (m,l,k) geliyor. Molok, eski inanışlarda bir Amon tanrısı; aynı zamanda iblis, şeytan, ya da cehennem bekçisi… Yani, şeytan da bir melekti, molok aslında melektir falan… “Angel” kelimesi ise, Yunanca “Angelus”, yani “elçi” kökenli. Parantezi kapayalım.


Kartacalılar sonrası Romalılar şehri klasik bir Roma kentine dönüştürmüş. Roma villaları, Antoninus Hamamı, amfitiyatro falan derken ortaya aşina olduğumuz bir antik şehir çıkmış. Süksesini devam ettiren şehre yerleşen Romalılar akla ziyan rezidanslar yapmışlar ve buraları olağanüstü mozaiklerle süslemişler. Tunus’un tamamen İslam egemenliğine girmesinin ardından, Roma kalıntıları (neyse ki) çöl kumlarının altına gömülmüş ve bu muhteşem mozaikler günümüze kadar sağlam bir şekilde korunabilmiş.
Roma şehri amfitiyatrosuz olmaz...

Kartaca harabelerini ve müzesini gezerken civarınızda başka Türk turistler de varsa, sık sık şu yorumları duyacaksınız: “Abi, burada bi bok yok, bizim Efes buraya on basar”. Basar mı? Eğer Kartaca’yı sadece gördüğünüz kalıntıların cüssesi ile değerlendirecek olursanız basar. Ama buradaki büyük uygarlığı bir miktar daha tanımaya, anlamaya, tarihi olayları, savaşları, efsaneleri gözünüzde canlandırmaya çalışırsanız o zaman Efes’le kafa kafaya yarışır.
Kartaca Müzesi

Eğer çevrenizde gördüğünüz kalıntılar sizi kesmezse, ki doğal olarak kesmeyecek, Kartaca başta olmak üzere Tunus’un çeşitli bölgelerinden çıkarılan mozaikleri ve diğer tarihi objeleri görmek için Tunus’un merkezindeki Bardo Müzesine gidin. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Tunus Beylerinin resmi ikametgahı olan Bardo Sarayı, halen dünyanın en zengin mozaik koleksiyonuna ev sahipliği yapmakta olup, bu ünvanını yakında Gaziantep Zeugma müzesine kaptırma ihtimali bulunmaktadır. Bardo Sarayı’nı ayrı bir yazımızda irdeleyecek olup, sizlere Kartaca Kraliçesi Dido’nun Aeneas için yazdığı (yerseniz) “This Land is Mine” şarkısı ile veda edeyim: 
   

http://www.zapkolik.com/video/dido-this-land-is-mine-584485

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"