Bişkek'ten Çıktım Yola

Bu yıla kadar Orta Asya’daki “Türki” Cumhuriyetlerle (umarım bu tabir halen geçerlidir) fazla bir ilişkim olmamıştı ve atalarımızın vatanını merak eder dururdum. Sonunda Bişkek aktarmalı bir Çolpon-Ata seyahati nasip olunca meraklandım ve öncelikle hangi ülkeye gideceğimi araştırdım. Cehaletimi mazur görün, ancak Bişkek, Taşkent, Duşanbe, Almaata ve benzeri şehir isimlerinin hangi ülkelere ait olduğunu bile karıştırır dururdum...
Bişkek'ten çıktım yola
Kısa bir soruşturmanın ardından Kırgızistan’a gideceğimi öğrendim. Bildiğiniz gibi Kırgızistan, 1990’ların başlarında bağımsızlığına kavuşan ve “Bağımsız Devletler Topluluğu”na katılan Orta Asya Cumhuriyetlerinden biri olup, kökenleri, dilleri, dinleri ve kültürleri itibariyle “dost ve kardeş” ülkelerimizden biri...

Halkın ekseriyeti, doğal olarak “Kırgız” olmakla birlikte, Rus, Özbek, Kazak, Tatar ve Tacikler de yaşıyor bu topraklarda. Bilinen en eski Türk kavimlerinden biri olan Kırgızlar, 2000 yıldan fazla zamandır Tanrı Dağları civarlarında, halen bulundukları bölgede yaşamışlar. Kırgız sözcüğünün kırk-uz’dan (kırk boy, kabile) türediği tahmin edilmekle birlikte, etimolojisi konusunda farklı teoriler var. Ancak, Kırgızistan bayrağındaki kırk güneş ışını huzmesi, “kırk” ile güçlü bir bağ kurmakta.
Tanrı Dağları



















Hunlar, Göktürkler, Uygurlar gibi devletlerin döneminde Orta Asya’da boy boylayıp soy soylayan Kırgızlar, yaklaşık bir milenyum önce Karahanlıların ısrarı ile İslam dinini benimsemiş olup, Kırgız toplumunun büyük çoğunluğu halen müslümandır. 1800’lere kadar çeşitli hanlıkların içinde yaşayan Kırgız toplumu, 1800’lerin ortasında Rus Çarlığı’nın egemenliğine girmiş, Rus ihtilalinin ardından SSCB’nin bir parçası olmuşlardır. Daha sonrasını ise az çok biliyoruz...

Kırgızlar, Özbek Hanlığının bir parçası olarak yaşarken, 1800’lü yıllarda Tianşan (Tanrı) Dağları’nın vadisinde, bugün Bişkek’in bulunduğu arazide küçük bir şehir kurulur. Şehir 1862 yılında Rus Çarlığı tarafından ele geçirilir ve bu bölgeye Rus çiftçiler yerleştirilir. Şehre Bolşevik liderlerden, bölgenin de yerlisi olan Frunze’nin adı verilir ve şehir tam bir Rus planlama sistemine göre gelişir. Rusların bölgeye yerleşmesiyle göçebe Kırgız halkı da yavaş yavaş şehirlerde yer tutar.
Bişkek, ızgara bir plan çerçevesinde geniş bulvarlar, büyük parklar, sulama kanalları ile bezenmiş şekilde kurulur. Komünist dönemin eseri görkemli taş binalar ile Bişkek il merkezi bir Sovyet şehrine dönüştürülür. Bu dönemde, kamu görevleri başta olmak üzere kalbur üstü işlerde çalışmak üzere epey bir Rus nüfus da şehre yerleşir. Böylece Bişkek, nüfusunun çoğu Müslüman Kırgız, sistemi komünist, temiz, düzenli bir şehre dönüşür.
Bağımsızlık sonrası Bişkek’ten epey bir Rus nüfusun ayrıldığı söyleniyor. Oldukça ferah ve yeşil olan kent merkezini ayakta tutan sistemin temsilcilerinin gidişine epey bir hayıflanan olduğunu duyduk. Şehir merkezinde geçirdiğimiz kısa zamanda geniş bulvarlar ve tüm şehre hakim olmuş parklar bizi de kıskandırdı.
Park bile değil, refüj!
Büyük Bulvarların ortasında “refüj” niyetine Taksim Gezi Parkı boyutlarında park yapmışlar yahu! Ve tüm bu parkları ayakta tutacak sulama sistemi için caddelere paralel uzanan kanalcıklar şehre daimi bir serinlik ve şırıltı kazandırmış. 800 rakımlı Bişkek, Tanrı Dağları’nın bir kolu olan Ala Too Dağlarına nazır bir şehir ve geniş bulvarlarda karşıdan karşıya geçerken bile karşınıza çıkan dağ manzaraları nefesinizi kesiyor:

Şehrin en bir ana meydanı da Ala Too ismini taşıyor (sanırım Ulu-Dağ, kutsal dağ gibi bir anlama sahip). Meydan zaten şehrin en görülesi yeri; görkemli kamu binaları, Tarih Müzesi ve Bişkek Cumhurbaşkanı’nın mekanı olan “Beyaz Saray” bu meydanda yer alıyor.
Bir "Beyaz Saray" daha...
Ancak, Ala Too meydanındaki en görkemli anıt Manas heykeli. Manas dediğimizde durup uzun bir soluk almak lazım gelir; Kırgız halkının milli destanı olan manas, Kırgız boylarını birleştiren ve bir millet ruhu aşılayan Manas Han’ını anlatır. Kırgızistan’ı tanımlayan tek bir sözcük seçilmesi gerekse sanırım “manas” olur – ki, Bişkek’in uluslararası havaalanı da Manas Havaalanı’dır.
Manas Han, Türk efsane ve masallarındaki bir çok klişeye sahip - on aylıkken doğmuş, erkenden konuşmaya, yürümeye, ata binmeye, kılıç kullanmaya başlamış. Dünyanın en uzun destanı kabul edilen Manas’ın 400,000 dize civarı olduğu iddia edilse de, bilinen versiyonları 11-12,000 dize civarındaymış. Destanı okumadım, ancak Kırgız halkının inanışlarını, gelenek ve göreneklerini, törelerini, yaşayış biçimlerini bu eserde bulmak mümkünmüş. Manas destanı, bu eseri ezberlemiş ve teatral bir şekilde okuyan manasçılar tarafından (deyim yerindeyse) icra ediliyor ve kuşaktan kuşağa aktarılıyor.
Gökyüzünde koşan bulut atlara dikkat!
Manas’ı dinleyecek kadar vakti olmayanlar şehirde dolaşmaya devam edebilirler. Şehirde Ala Too meydanı dışında en görülesi yer Oş (Osh) Pazarı imiş. Oş, Kırgızistan’ın güneyinde yer alan ikinci büyük kent; Özbekistan ve Tacikistan’a çok yakın olduğu gibi daha eski ve köklü bir kültürel geçmişe sahip. Belki de bu yüzden (kafadan atıyorum) Bişkek’te kurulan, ülkenin en köklü ve büyük pazarına “Oş” ismi verilmiş.

Ne yazık ki gitmeye vakit bulamadığım Oş Pazarı’nda daha ziyade yerel ürünlerin satıldığı söyleniyor. Bir de, Çin ve Rusya’nın kapitalize olmasının ardından ağırlığı artan, Orta Asya’nın en büyük ithal ürün pazarlarından Dordoy Pazarını, en azından ibret olsun diye, görmek gerekebilirmiş.
İpek Yolu'nun gayrımeşru evladı, Dordoi Pazarı...
Bölge ülkelerden (Türkiye’de dahil) getirilen ithal ürünlerin sergilendiği ve satıldığı pazar alanı, Orta Asya perakende pazarının en önemli giriş kapılarından. Tabii ki son yıllarda pazardaki büyük gücü Çinlilerin ele geçirdiğini söylemek kimseyi şaşırtmayacaktır. İddialara göre, pazara herhangi bir tekstil ürününüzü getirdiğinizde, değerinde satabileceğiniz sürenin üç hafta ile sınırlı olduğu söyleniyor. Çünkü, ürün pazarda ilk arz-ı endam ettiğinde Çinli kardeşlerimiz hemen bir numune alıp, memlekete gönderip, taklidini ürettirip tekrar pazara getiriyor ve beşte bir fiyattan satışa sürüyormuş. Bu yüzden, üç hafta içinde satabildiğinizi sattınız, yoksa kendi ürününüzü beşte bir fiyata gidip Çinlilerden alırsınız diyorlar.

Batılı bir gazetecinin “Vahşi ticarete adanmış modern bir anıt” diye nitelediği pazarı teğet geçip yola devam edelim; yolcu yolunda gerek! Dordoy Pazarı, Bişkek’ten doğuya, Issık-Kul’a giden yolun üzerinde; şehir merkezinden ayrılıp Orta Asya’nın etkileyici coğrafyasına ulaşmak iki vites ötemizde.
Böyle keyifli yola az rastlanır!

Şehirden çıktıktan sonra, gayet düzgün bir duble yol üzerinde ilerleyerek yemyeşil düzlüklerde gözlerimizi dinlendirdik. Yol uzun bir süre Kazakistan sınırına paralel ilerliyor. Solunuzda, ya da kuzeyinizde Kazak diyarı ile aranızda sadece sakin bir akarsu ve adet yerini bulsun diye çekilmiş dikenli teller var.
Karşı dağlar Kazakistan!
Sağınıza, yani güneye kafanızı çevirdiğinizde ise, Tanrı Dağları’nın Ala-Too nahiyesi aklınızı başınızdan alıyor. Öylesine görkemli bir dağ manzarası uzanıyor ki önünüzde, bu dağlara “Tanrı” dışında ne isim verilir diye düşünmeden edemiyorsunuz:
Ama araç kullanıyorsanız gözünüzü yoldan fazla ayırmayın, çünkü az sonra mutlaka radarlı bir polis çevirmesine denk geleceksiniz. Ben ömr-ü hayatımda bu kadar sık polis radarına rastladığım bir güzergahta ilerlemedim. Yol zaten oldukça tenha, Kırgızistan’ın nüfusu toplasan 5 milyon, bu kadar radar da neyin nesi?
Ülkenin ana istihdam kolu sanırım trafik polisliği; insanlara iş yaratmak için ellerine bir radar tutuşturup yollara salmışlar sanki, birkaç kilometrede bir yüzünüze radar doğrultmuş bir arabanın yanından geçiyorsunuz.
Onun dışında, yol kenarı pazarları oldukça dikkat çekici. Bereketli bir vadi boyunca ilerlediğiniz besbelli, yol boyunca kurulmuş meyve sebze pazarları manzaraya renk katıyor. Bunlara ek olarak son derece fotojenik “ihtisas tezgahları” da göreceksiniz. Örneğin, yol kenarında rastladığımız aşağıdaki süpürgeci, dünya cadılarının yarısının ihtiyacını karşılar gibiydi:
Hogwarts öğrencilerine indirim yapılır...
Henüz (çok şükür) yeterince kapitalist olamamış ülkede, yollar boyunca aklınızı çelmeye çalışan devasa reklam tabelaları göremeyecesiniz. Güzelim Tanrı Dağları manzaraları sık sık falanca bankanın sloganları ile perdelenmeyecek. Onun yerine, bizzat dağları tabela olarak kullanan bir çeşit reklamcılık anlayışı almış yürümüş. Örneğin, bir IT şirketi ismini tepelere kazıtmış:
Reklamların bazıları gerçekten devasa boyutlarda. Sanırım yol reklamcılığı, Kırgızistan’da trafik polisliğinden sonraki ikinci büyük istihdam kaynağı; biz yoldan geçerken büyük bir insan güruhu yeni bir reklam için taş üstüne taş koymakla meşguldü:
Tut şunun ucunu döşeyelim abi
Reklamlardan sonra yeniden Kırgız kültürüne dönelim; dağlara doğru yaklaştıkça, yol kenarlarında Orta Asya halklarının meşhur keçe çadırlarını göreceksiniz. Yurt veya oba olarak da bilinen bu çadırlara Kırgızlar tarafından Boz üy (boz-ev) deniliyormuş. Kubbesinde yer alan yay şeklindeki sırıklardan oluşan iskelet çerçevesinde kurulan çadırlar, ısı yalıtımı ile meşhur keçeden yapıldığı için kışları sıcak, yazları ise serin kalabiliyormuş. Göçmen halkın kolayca söküp takabildiği bu mobil çadırlar günümüzde halen kullanılmakta ve yol kenarlarında kımız başta olmak üzere mandıra ürünlerini satmak için de tercih edilmekte:
Boz-üy’leri genelde kadınların kurduğunu işitmiştim (bakınız: yuvayı dişi kuş yapar). Ancak, modern tesislerin yaygınlaşması ile inşaat sektörü artık erkek işi olmaya başlamış. Yol kenarında keçe çadırlara halen rastlansa da, modern dinlenme tesisleri de giderek yaygınlaşıyor. İşin güzel tarafı, arka planda halen nefis dağ manzaralarının bulunması:
Çadırlarda ve dinlenme tesislerinde satılan kımız ve benzeri süt ürünlerinin bir kaynağı olsa gerek; zaman zaman karşınıza çıkan at sürüleri, göçebe bir toplumda en makbul hayvan olan atın yerini ve önemini size hatırlatacaktır. Ünlü Kırgız Edebiyatçı Cengiz Aytmatov (ki, kendisini Issık Kul’a varınca daha detaylı yad edeceğiz), üstün nitelikli bir Kırgız atının, bir “Taypalma Yorga” atı olan, yani “dörtnala”dan daha üstün ve yağ gibi akıp giden bir koşu tekniğine sahip olan Gülsarı’nın hikayesinde bu muhteşem hayvanları o kadar masalsı anlatır ki, bütün bir Orta Asya’yı at üstünde geçesiniz gelir:
Yılkı Sürüsü
Atlara bakarak ilerlerken gözüme Kızılderili kardeşlerimizin “demir at” diye nitelediği bir başka ulaşım aracı çarpıyor; yavaş tren! Her aracın en hızlısının makbul sayıldığı günümüzde, rampayı oflaya puflaya çıkmaya çalışan trenin görüntüsü nedense sürpriz oluyor bana:
Kırgızistan, ekseriyeti Müslüman bir ülke, ancak islamı büyük bir tevazu ile yaşayan bir coğrafya. Yol üzerinde rast geldiğiniz camiler oldukça sade, heybeti ile üzerinize gelmekten ziyade, hayatla bütünleşmiş, hani canınız tehlikede ise ayakkabı ile girmenize ses etmeyecek türden mabetler:
Camiler dışında her yerleşim biriminin girişinde/çıkışında denk geleceğiniz mezarlıklar çok etkileyici. Mezar taşları ve mezarların kendisi yerleşim yerlerinin alçakgönüllülüğünden uzak. Sanırım bu durumu, Kırgızların doğum, ölüm, evlilik gibi özel günlere ve törenlere verdiği değer ile açıklamak mümkün. Çoğu mezarda karşılaşılan Selçuklu tarzı kümbetler, mitolojik bazı hayvan figürleri, hilaller, az da olsa görebileceğiniz kızılyıldızlar Kırgız mezarlarındaki büyük kültürel cümbüşü gözler önüne serer:
Mezarları da geride bıraktıktan sonra, 1600 metre rakımda karşımıza bir balıkçı köyü çıkıyor. Asya’nın tam ortasında, dağların arasında balıkçı köyü? Allah sizi inandırsın, köyün ismi resmen “Balıkçı” ve yol kenarında kurumuş balıklar iplere dizilmiş satılıyor:
Nasıl mı oluyor? Bir sonraki bölümümüzde, bizden ayrılmayın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"