The İnşaat

Anadilimiz Çoktown Nalları Dikmiş!

Türkçe’nin bilim (pardon, ilim) ve felsefe karşısındaki ağır mağlubiyetinin ardından düşene bir tekme de ben atayım ve bu zavallı dilin inşaat ve taahhüt sektörü karşısında da aciz kaldığını ifşa edeyim. Bir süredir kafamı kurcalayan, zaman zaman medyada da bolca yer alan bu konuda son zamanlarda sinirimi zıplatan yeni gelişmeler ve eşeğin kulağına su kaçırmalar tüm hızıyla devam ediyor...

Efendim, son zamanlarda bizim mahalleye yakın “Uptown” sitesi inşaatının Angara caddelerini süsleyen futbol sahası büyüklüğündeki afişleri bize büyük müjdeyi patlattı; bu nezih sitemizdeki konut çeşitleri “çoktown seçmeli” olacakmış! Yirim o “çoktown” diyen dillerini ben, zeka fışkıran yaratıcılığının gurbanı olurum!
Çoktown seçmeli konutlarımızın beynimde yarattığı orgasmusun şokunu atlatamamışken, bir büyük müjde de İstanbul’dan geldi; THE İstanbul Veliefendi evleri satışa çıkıyormuş! Allahım, sizi bana sayıyla mı verdiler, nedir bu coşku, bu kreatif patlama, bu yaratıcı boom! Sitenin ismindeki Veliefendi iğrençliğini, kepazeliğini ancak oturaklı bir “THE” ile gidermek mümkündü ve marka danışmanlarımız, brend menecırlarımız bu güzide çözümü atlamadılar! Bu devirde veliyi, efendiyi koyver gitsin; zaten İstanbul’un eski hipodromuna o ismi veren alaturka zihniyete toptan karşıyız!

Ama bi dakka; Veli Efendi dediğimiz şahıs Osmanlı’nın değerli Şeyhlülislamı Veliyüddin Efendi imiş meğer! 3. Mustapha’nın bir iftira üzerine sürgün ettiği Veliyüddin Hazretlerinden özür dileme babında bağışladığı o muhteşem araziye yıllar sonra beygir yarışları yapılabilsin diye bir hipodrom kurulmuş. Şimdi, siz bu muhterem şahsın arazisine konut yapıyorsunuz, anladık, ama başına “THE” İstanbul ismini vererek hazretin kemiklerini sızlatmıyor musunuz?
Benim anlayamadığım, mütayit kesimi zaten Yeni Türkiye’nin en büyük destekçisi, en seçkin sınıfı değil mi? Öyleyse Osmanlıca yerine, sünnetsiz kafirlerin diline niye sardırdılar? Uptown yerine Mercidabık konutları dese, Şemsi Paşa Pasajı dese “hedef kitle”ye daha iyi hitap etmez mi? Bir an şüpheye düşüyorum, cami duvarına işiyor olmasınlar?

Yanlış anlaşılmasın, mütayit kesime karşı servet düşmanı bir şahsiyet değilim. Ali Ağaoğlunu kıskanıyor değiliz, geçen gazetede vardı, yazlık ve kışlık görlfrend’leri farklıymış, her mevsim için bir tane...Dört mevsiminkini toplayınca yaşları 75 bile etmiyor, ama bize ne bundan, Allah artırsın tabii ki, yakışır ağama! Elbetteki bu mümtaz şahsiyetler ev yapacak, satacak, ancak bir şehrin dokusunu, kültürünü, doğal yapısını bozarak, geleceğiyle oynayarak yüzlerce yıllık şehirlerimizin katledilmesi şart mıdır? Aslında bu soruma cevabı kıymetli bir müteahhitimiz, halkın hangi cenahına koyacaklarını açıklayarak vermişti...

Tabii halka koyarken zaten kifayetsiz olan dilimize de koymaktan çekinmiyorlar. Cicili bicili rezidansları ile göze, buldukları afili isimler ile de kulağımıza hitap ediyorlar. New York eyaletimizde Manhattan diye bir bölge gökdelenleri ile literatüre girdi ya; Maslak’ta bir proje hemen Mashattan oluyor, Ankara’nın rezil çukuru Çukurambar’dan bahsedilirken Çukurhattan ucubesi kulaklarımızı tırmalıyor. Site isimlerinde hill, lake, home, tower, town, court ve tabii residence havalarda uçuşuyor! 
Bu isimleri bulan kreatif direktörlerimizi bir köşede kıstırıp hak ettikleri ödüllerini kendilerine takdim etmek lazım geliyor bence. Öncelikle, konut projeleri isimlerine yönelik bir yarışma düzenleyip bunların alayını bir salonda toplayacaksınız. Gözünüze kestirdiğiniz bir “brand manager”in yanına ürkütmeden yaklaşacaksınız ve “en son rezidans projeniz için creat ettiğiniz brand’i çok appreciate ettim” diyerek güvenini kazanacaksınız. Bu aşamada dikkatli olmanız lazım, eğer Türkçe kelimeler kullanırsanız ürküp kaçabilir; kuracağınız cümlede bol bol q, x, w falan olmalı...  

Ama ağzınızdan dökülen brand, appreciate gibi sihirli kelimeler elemanın gardını düşürecek ve keyiften ağzı kulaklarına varmış bir şekilde, thirty-two teeth ile gülümserken arkanızda sakladığınız kızılcık sopası veya meşe odununu çıkararak Allah yarattı (veya God Created) demeden girişeceksiniz. Ondan sonrası Tarantino filmlerindeki fantastik sahneleri aratmayacak bir bloodshed şeklinde devam ederken elemanın “oh my god, please” diye başlayarak “gözünün yağını yiyim vurma abim” şeklinde özüne dönen yalvarmalarını dinleyeceksiniz.

Burada önemli bir ayrıntı var; eğer yanınızda beyzbol sopası, yani baseball bat ile geldiyseniz eleman değil acı çekmek, zevkten dörtköşe olacaktır. Ne de olsa Amerikan kültürünün değerli bir öğesi ile köteklenmektedir; siz beyzbol sopası ile arkadaşın ağzını burnunu kırsanız bile, bu kutsal sembol ile pataklanmak onda “home run” orgazmı yaratacak ve sado mazoşistik bir keyifle sizin hevesinizi kaçıracaktır.
Amerikalının elinden beyzbol sopasını tatlı niyetine yerim!
Ama beyzbol sopası yerine meşe odunu ile girişirseniz, yerel kültüre ait aşağılık bir teçhizat ile dayak yemenin acısını kemiklerinde hissedecektir. O anda hırsınızı çıkarmak için “al bakalım, bu The İstanbul için, bu çoktown için, bu da mashattan için” diye sopayı indirerek kurtlarınızı dökebilirsiniz.

Yine de tedbiri elden bırakmamak gerek; çünkü elinizdeki “meşe odunu”nun oak wood olduğunu fark ederse eleman için yeni bir kreatif süreç başlayabilir. Benden duymuş olmasın ama, Tokyo’da “Oakwood Residances” ismiyle müsemma pek seçkin bir site vardı. Sopayı yiyen arkadaşın aklına düşecek olursa, Topkapı Sarayını yıkıp yerine “The Oakwood Rezidans”ı dikiverir!


Ne diyelim, kahrolsun aciz, kifayetsiz Türkçemiz! 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"