Sirk Edebiyat

Kitap yazmanın maddi bir kazanç sağlamadığını çeşitli vesilelerle dile getirmiştim; olur da birisi "ulan kitap yazmış satıyorsun, bi yemek ısmarlamadın" derse diye. Şimdi kimseye anlatamazsın ki, eğer ülkenin en tanınan 10-15 yazarından biri değilsen, kitap yazmanın getirisi değil götürüsü olacağını... İnanmazlar. Başıma gelmemiş olsa ben de inanmazdım belki... Maddi kazanca bağlı maddi isteklerin önünü kestikten sonra, manevi kazançlara gelebiliriz. 

Kitap yazmanın (benim için) en keyifli taraflarından biri, 3-5 kişi de olsa, okurlarınızla iletişime geçme, kitabınız olmasa karşılaşma şansı bulamayacağınız insanlarla tanışma şansıdır. İşte, tanınmamış, zavallı bir yazar olmanın bir diğer güzel tarafı da burada yatar; kitap fuarlarında önünüzde birikmiş uzun kuyruklarda bekleyen okurlarınıza, belki de yorgunluk ve bıkkınlıkla imza vermek yerine, standınıza tek tük uğrayan nadide ve kıymetli okurlarınızla uzun uzun sohbet etmek ve onları tanımak şansına erişirsiniz. Benzer şekilde, ünlü olsanız size gelen yüzlerce e-postayı okumadan silmek zorunda kalmaktansa, bir şekilde izinizi bulmuş birkaç okurunuzla daha anlamlı bir iletişim kurabilirsiniz. Kitabınızın ne yollardan geçip nasıl tesadüflerle okurlarınızın eline geçtiğine dair anekdotları gülümseyerek dinlersiniz. 

Geçmiş zaman olur ki, Kahramanmaraş'ın Göksun ilçesinden, genç bir lise öğrencisinden çok güzel bir e-posta almıştım. Benim kitabıma tesadüfen Göksun İlçe Kütüphanesinde rastladığını, alıp okuduğunu, çok beğendiğini yazmıştı. Böyle bir e-postanın insanı nasıl mutlu edeceğini az çok hayal edebilirsiniz; Japonya kültürü ile ilgili, oldukça az sayıda baskı yapmış bir kitabınızın yolu, Göksun ilçemizin kütüphanesine düşüyor, ve boş vakitlerini kütüphanede kitap okuyarak geçiren bir lise öğrencisi eserinizi okuyup sizle iletişime geçiyor! Aynen bir kredi kartı reklamının sloganında vurguladığı gibi: Bazı şeyleri parayla satın alamazsınız; geri kalan şeyler için falancacard! 

Evet, sevgili Altay Kenger ile bu şekilde tanıştık ve ilerleyen yıllarda da ara sıra haberleştik. Altay'ı takip ettikçe onun gerçek bir edebiyat aşığı olduğunu öğrendim; yazdığı şiirleri keyifle okudum ve bir süre önce yakın arkadaşı Oğulcan Karakoç ile bir edebiyat fanzini hazırladıklarını haber aldım. Fanzin, "fanatik" ve "magazin" kelimelerinden türetilmiş, belli bir konunun meraklılarınca, profesyonel kaygı gütmeden, genelde fotokopi, ozalit vb. ile çoğaltılıp konunun meraklıları arasında elden ele dağıtılan süreli (veya süresiz) yayınlardır bildiğiniz gibi... 

Altay ve Oğulcan'ın yayınlamaya başladığı edebiyat fanzini, "Sirk Fanzin" adıyla toplam üç sayı yayınlandı. Fanzin, şiir ağırlıklı olmakla beraber, edebiyatın her dalına eğiliyor ve edebiyatçılarla yapılan söyleşiler ile zenginleşiyor. Sirk Fanzin'in bir diğer özelliği ise, sesli bir fanzin olması; yani, yer verdiği şiir ve yazıları blog sayfası üzerinden sesli olarak dinleyebilirsiniz. Görme engelli edebiyatseverler başta olmak üzere, yorucu bir günün ardından odanızda ışıkları kapatıp herhangi bir ekrana bakmadan edebiyat "dinlemenin" keyfine varabilirsiniz yani... Fanzin'in isminin niye "Sirk" olduğunu merak edebilirsiniz. Ben de etmiştim... Hikayesini kurucularından okuyalım isterseniz: 

Geçen haftalarda katıldığım Adana Kitap Fuarı Altay ile bizzat tanışma ve sohbet etme imkanı buldum. Altay sonuçta üniversite öğrencisi bir edebiyatsever. Fanzinlerini bastırıp dağıtabilmek için harçlığının önemli bir kısmını ayırmak zorunda. Yazımın başında demiştim ya, kitap yazmaktan maddi bir kazanç beklemeyin diye... İşte, Altay ve arkadaşları da, fanzin yayınlamaktan da hiçbir kazanç ummadıkları gibi, kısıtlı harçlıklarının da büyük bir bölümünü edebiyat aşkına kaptırıyorlar. Birkaç ayda bir cep telefonu modeli yenilemek varken...

ölü köpeklerin yürüdüğü bir sokakta
bir sokak lambasının altında
intihara meyyalli adamları seyreden
ve damarlarında kan nehirleri akan bir palyaçoydu şiir
sen,
bir sokak lambasına heves ederken
gelip sağ elinden tuttu o palyaço
ikiniz beraber bir sirke şirk koştunuz
size bakarken yaşamayı hatırladı
yürüyen ölü köpekler
                                                           Altay Kenger

Altay'la konuşurken, konu doğal olarak böyle bir fanzin yayınlamanın zorluklarına geldi. Ne de olsa devir, "basılı" bir eser üretmenin zorlaştığı, okuyucuların internet aleminin kolaylığına alıştığı bir devir. Matbaa ile, dağıtım kanalları ile muhatap olmanın, yayınlarını gerçek okuyucuya tanıtıp ulaştırmanın iyice zorlaştığı bir devir. Hal böyle iken, basılı bir eseri sürdürme konusunda zorlanacakları muhakkak; ancak umarım ki edebiyat dünyasındaki bu uğraşları sonuçsuz ve cevapsız kalmayacak ve en azından dijital ortamlarda varlıklarını uzun soluklu bir şekilde devam ettirecekler. 
İşte, kitap yazmanın manevi kazançlarının en başında Altay gibi arkadaşlarla tanışmak, gerçek edebiyatın neslinin tükenmeyeceğine dair umutlarınızı canlı tutmak geliyor. İnsan böylece yurdun bir başka köşesinde benzer zevkleri paylaşabileceği, aynı dili konuşabileceği kişilerin izini bulabiliyor. Altay benim kitaplarımı zevkle okurken ben onun şiirlerinden keyif alıyorum. Altay Japon edebiyatı hakkında merakını körüklüyor, hatta benden fanzinlerine katkı olması amacıyla Japon edebiyatı hakkında bir yazı istiyor, ben de gönderiyorum ve normalde pek iletişim şansı bulamayacağım bir edebiyat sever gruba yazılarımı ulaştırıyorum. Nasıl ama...

...Diye sorduktan sonra, Sirk Edebiyat fanzini için yazdığım ve üçüncü sayısında yayımlanan "Japon Edebiyatı" yazımının adresini paylaşmak isterim. Yazımı okuduktan sonra, fanzinde dolaşmanızı, genç edebiyatseverlerin şiirlerini okumanızı, hatta gözünüzü yormak istemezseniz "dinlemenizi" tavsiye ederim:

http://sirkedebiyat.blogspot.com.tr/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"