Sıradaki Şarkı: Fifteen Feet of Pure White Snow

Uzun zamandır “sıradaki şarkı” serimize ara vermişiz. Müzik dünyasındaki gezimize devam etmek için durmaksızın yağan, bizleri aynı anda bembeyaz bir huzura ve çaresizliğe sokan karın yağması, yeryüzünü örtmesi ve ilham perimizi dürtüklemesi gerekiyormuş.
Japonya'nın en çok kar alan bölgelerinden Zao Dağı'nda "15 Feet of Pure White Snow" altında kalan çam ağaçları, "kar canavarı" şeklinde tercüme edebileceğimiz "juhyo"lara dönüşür ve bizleri korkuturdu...  
Öyleyse müzik dünyasına dalalım ve kar kalınlığı en yüksek şarkılardan gündeme uygun bir tanesini seçelim; benim aklıma ilk gelen Nick Cave’den “Fifteen Feet of Pure White Snow” oldu doğrusu. Nick abimizin en gaz verici şarkılarından olan bu eseri, kar yağışından kıpırdayamadığınız günlerde, camdan dışarıyı seyrederken peş peşe onlarca kez dinleyebilirsiniz:

is anybody
out there please?
it's too quiet in here
and i'm beginning to freeze
i've got icicles hanging
from my knees
under fifteen feet of pure white snow

Efendim, şarkının ne anlattığı konusunda rivayetler muhtelif. Şarkının müellifi Nick Cave üstadımız İsveç veya Kanada vatandaşı olsa, 4,5 metrelik kar altında yaşadığı çaresizlik ile ilgili bir şarkıyı anlayışla karşılardık. Ancak müzik alemlerinde, Avustralya çöllerinde büyümüş arkadaşımızın kar ile pek haşır neşir olmadığı, ve “snow” kelimesinin İngilizcedeki yan kullanımlarından biri olan kokainin kastedildiği fısıldanıyor.
Nick Cave abimizin alkol, sigara ve kafa yapıcı maddeler ile teşrik-i mesaisi iyi bilindiği için bu rivayet oldukça ciddiye alınmakta. Ancak, şarkının genel havasındaki umutsuzluk, sıkışmışlık, depresyon ve haykırış havasını ille de uyuşturucu ile bağdaştırmamız gerekmiyor; 4,5 metre kar altında kalmış (lafzi veya mecazi) herhangi birinin, şarkıda yaratılan atmosfere büyük uyum sağlayacağı çok açık…

Tabii bir de şarkının video klibine bakmak lazım. Oldukça kuzey bir iklimde, slavik/skandinavik bir atmosferde çekilen video, 1970’lerin kitch modası ve Nick Cave’in olağanüstü koreografisi eşliğinde ilerliyor. Klipte, “mecazen” kar altında kalmış bireylerimizin yılan gibi kıvrılarak kendilerini aradıkları dans oldukça etkileyici. Zaman zaman senkronize bir koreografiye bürünse de, dansçılarımızın yalnız, çaresiz ve arayış halindeki yalnız bireyler olduğunu fark etmemek çok zor:


Bu arada, yılan gibi kıvrıldıkları sevimli dansın bir benzerini ancak “Çalgı Çengi” filminde, Elvan Dalton’un “kobra”sı eşliğinde izleyebileceğinizi belirteyim. Kültürlerarası sınırları zorlayan bu yorumumdan sonra, şarkıya damgasını vuran depresyonu ve haykırışı izlemeye devam edelim:

doctor, doctor
i'm going mad
this is the worst day
i've ever had
i can't remember
ever feeling this bad
under fifteen feet of pure white snow
where's my nurse
i need some healing
i've been paralysed
by a lack of feeling

Sizi bilmem ama, “bir duygu yoksunluğu yüzünden felç olmak” tasviri beni ciğerimden yakaladı doğrusu. Nick Cave şarkılarına genelde hakim olan kasvet, bezginlik, melankoli, derinlik, yoğunluk gibi duyguları bu şarkıda damardan hissediyorsunuz. Ve şarkının sonlarındaki dini ögeler, tanrıya yakarış, “karın altında boğulma” duygusundan kurtulabilmek için ilahi bir yardım isteği, yavaş yavaş müzikal tempoyu yükselterek kutsal bir zirve yapıyor.
Klipteki dansı Çalgı Çengi'nin Angaralı havasına benzetirken pek de yanılmamışım, değil mi? 
“Raise your hands up to the sky” nakaratı ile coşkunun doruğuna ulaştığınızda, kişisel bir aydınlanış yaşıyorsunuz, yukarı kaldırdığınız elleriniz ile üzerinizdeki kar tabakasını kazıyor ve beyaz kaybolmuşluktan kurtulabilmek için manevi bir güç kazanıyorsunuz. Yaşadığımız karlı günlerimizin bembeyaz kasvetli ruhuna cuk oturan filmin Fargo olması gibi, bugünlere en çok yakışan şarkımızı da keyifle dinlemiş oluyorsunuz.     

Şarkıdaki dini referanslar, tanrıya yakarışlar bazılarımızı şaşırtacak, Nick Cave’e aşina olmayanları rahatsız edebilecektir. Ancak, müzikal kariyerine 9 yaşında kilise korosuna katılarak başlayan Nick için şarkının ilahi havası gayet normaldir. Nick Cave’in birçok şarkısında din, ölüm, günah, vahşet ve aşk gibi temaların yoğun işlenişi; eski ve yeni ahite göndermeler kendisini müzik dünyasının gotik üstadlarından biri yapmıştır.
Bu durumda, Nick Cave’e dindar, muhafazakar, mutaassıp bir şarkıcımız diyebilir miyiz? Kariyerinin ilk yıllarında kendini “iyi bir hristiyan” olarak niteleyen, gerçek aşkı “Allaha duyulan aşk” olarak tanımlayan (tanıdık geldi, değil mi) Nick Cave, ilerleyen yıllarda geçirdiği dönüşüm ile, dinleri “tanrı ticareti yapan” bir kurum olarak nitelemiş, ve “din sayesinde değil, dine rağmen Tanrı’ya inanıyorum” diyerek taşı gediğine koymuştur.

Modern ve aykırı bir halk ozanı olarak niteleyebileceğimiz Nick Cave, hayranları nezdinde karizmanın vücuda gelmiş halidir. Oldukça “cool” tavırları, üzerinden eksik etmediği siyah takım elbisesi, ayağında kunduraları, geniş yaka gömlekleri, Barış Manço yüzükleri, saç, bıyık ve kaş modelleri, insanı delip geçen bakışı ile varlığını belli eder. Çirkin karizması denildiğinde, Yılmaz Güney ile birlikte akla gelebilir belki; veya daha müzikal bir örnek için Teoman’ın sigara tüttüren, kafası dumanlı, atarlı, umursamaz triplerine benzetebiliriz.

Ama sonuçta bir batı toplumu figüründen bahsediyoruz (tamam, Avustralya doğuda kalıyor, ama kültür falan açısından batı toplumu dedik). Bu yüzden, uluslararası arenada bir diğer halk ozanı Leonard Cohen ile karşılaştırılır genelde. Ama güzel ülkemiz, kendine özgü kültürümüz ile bir analoji kuracak olursak, Nick Cave için Avustralya’nın Orhan Gencebay’ı, Müslüm Gürses’i demek yanlış olmayacaktır.
Bu arada bir parantez açalım; geçenlerde feysbukta dolanan güzel bir paylaşım vardı. Karl Marx demiş ki, “proleterya, toplumsal konumu gereği sınıflı toplumsal yapıyı sona erdirecek olan iradedir” Müslüm baba da kısaca demiş ki “yakarsa dünyayı garipler yakar”. Yani, basit ve anlaşılır bir felsefesi olan insanları hemen hor görmeyelim, gerçeği olanca çıplaklığı ile anlatıyor olabilirler…

Nick Cave’i kime benzeteceğimizi bulduktan sonra, farklılıklarına odaklanalım. Öncelikle, rock, blues ve hatta gospel müziğini güzelce harmanlayan sanatçımızın müzikal tarzı geniş bir beğeni yelpazesine hitap ediyor. Efsane grubu “kötü tohumlar” ile birlikte (Nick Cave and the Bad Seeds) uzun soluklu bir geçmişe sahip. Ses tonu, iniş çıkışları, tınısındaki ilahi dokunuş, vokal farkını ortaya koyuyor ve özgün bir müzisyen ile karşı karşıya olduğumuzu hatırlatıyor.
Aussie müziğinin kral ve kraliçesi; Nick ve Kylie
Nick Cave, kendi grubu ile yaptığı şarkılara ek olarak düetleri, film müzikleri ile de boy göstermiş. PJ Harvey ile birlikteliği sırasındaki eserleri, çeşitli filmlerin soundtrack’leri için besteleri takdir toplamış. Avustralya Kraliçesi Kylie Minogue ile yaptığı nefis düet (where the wild roses grow) kimilerince Kylie’nin kariyerinin zirve noktası. Wim Wenders’in melekli filmi “Der Himmel Über Berlin”in sonlarındaki Nick Cave konseri de unutulmaz. Laf açılmışken, eve kapandığınız karlı havalarda seyretmek için nefis bir film olan, dünyalıları mutlu etmek için çırpınan meleklerin konu edildiği bu filmi de kaçırmayın!

Cave, müzik dışında sinema ve yazarlık gibi konulara da el atmış çok yönlü bir sanatçı. “Ve Eşşek Meleği Gördü” ile “Bunny Munro’nun Ölümü” isimli romanları büyük sükse yaptı; iki kitabı da okumuş değilim ama kova listeme ekledim… Hani derler ya, “çöpçü bile olsanız, dünyanın en iyi çöpçüsü olacakmışçasına işinize saygı gösterip çabalayacaksınız”; işte, Nick Cave o biçim bir ciddiyete ve karizmaya sahip görünüyor.
Üstadın sanatsal yaratım sürecindeki defteri, kafası karışık bir dehaya işaret ediyor...
Bu yetenek ve başarılar Cave’in burnunu kaldırmamış ve onu şımartmamış; bu yönüyle de saygı duyulacak bir kişiliğe sahip diyebiliriz. 1996 yılında MTV tarafından “yılın en iyi erkek sanatçısı ödülüne aday gösterildiğinde, kanal yöneticilerine bir mektup yazarak kendisini adaylıktan çekmelerini rica etmiş ve kısaca demiş ki;

“Abilerim, ablalarım, teşekkür ederim, beni yıllarca desteklediniz, şarkılarımı yayınladınız, en iyi sanatçı adayı gösterdiniz, ama bu gibi ödül adaylıklarının rekabetçi doğası benim gibi bir sanatçıyı bozar. Ben kendimle barışık bir müzik yapıyorum, halimden memnunum, en iyi olmak için rekabet etmek ve başarıyı çeşitli ölçütlere indirgemek ruhuma ters. Benim ilham perim ile hassas bir ilişkim var, bu hassasiyeti korumak benim görevimdir, onu yargı ve rekabetin bayağılığına maruz bırakamam, ilham perim bir at değildir, ben de at yarışçısı değilim, bu kesik kafalarla dolu salonda ışıltılı ödüller için koşturamam, teşekkür ederim, ben almayayım!”

MTV ödüllerini reddederek karizmayı iyice sivrilten Nick Cave, hayranlarının gözünde ilahlaştı. Tabii bu kadar ilgi ve sevgi, tepkisini de doğurdu ve birçok marjinal sanatçı gibi hayranları kadar nefret edenleri de çoğaldı. “Sizden nefret eden hiç kimse yoksa, kayda değer bir şey yapmıyorsunuzdur” vecizesinin ispatı gibi, sevenlerinin ve sevmeyenlerinin rekabeti karikatürlere ilham kaynağı oldu:
Ancak dediğim gibi Nick abi öyle bir karizma yapmış ki, Red Hot Chili Peppers hakkında “b.k gibi müzik yapıyorlar” yorumunda bulunduğunda bile, grubun süper yetenekli basçısı Flea “Demeci ilk duyduğumda kalbim kırılmadı değil, ama Nick Cave üstaddır, ona hayranızdır, eğer müziğimiz hakkında öyle düşünüyorsa boynumuz kıldan incedir, bu yorumu ona olan sevgi ve hayranlığımızı etkilemez” diyebilmiştir.

İşte böyle efendim, siz yazıyı okuyana kadar dışarıda yağan kar “fifteen feet”, yani 4,5 metre kalınlığına ulaşmış olmalı… O zaman ne yapıyoruz, şarkıyı başa alıp bembeyaz çaresizliğe teslim oluyoruz ve Nick’e eşlik ediyoruz:

is there anyone else here who doesn't know?
we're under fifteen feet of pure white snow 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"