Bollywood'dan Seçmeler

HAYDİ ŞİMDİ BÜTÜN ELLER HAVAYA

Eğer iflah olmaz bir Flash TV izleyicisi iseniz, canınız film seyretmek istediğinde tek adresiniz Bollywood yapımları olmalı. Dünyanın en fazla film çevrilen ülkesi Hindistan’ın önde gelen sinema merkezi olan Bollywood’da, en dramatik filmde bile dansın, coşkunun, halayın, horonun sonu gelmez!

Yazıda bir Bollywood güzellemesi yapacak değilim; çünkü birkaç Bolly filmi izlediğinizde, bilindik klişeleri tekrarlayan, izleyicilerin kafasını dağıtıp Angara havası oynatan, aşklı meşkli, sabun köpüğü tarzında yapımlarla karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Ama bir milyar nüfuslu büyük bir ülke ve binlerce yıllık kültüre sırt çevirmeyin ve hiç olmazsa birkaç ses getiren yapımı izleyerek hoş vakit geçirin…
Son yıllarda Bollywood ürünlerinden en fazla ses getirenlerden üç tanesini tanıyalım isterim… Tabii aklınıza ilk olarak “Slumdog Millionaire” gelebilir, ama bu film Danny Boyle üstadın görkemli bir eseri olup, konu itibariyle Mumbai’de geçmektedir ve büyük bir dramı başarıyla yansıtır. Biz ise bugün bizzat Bollywood yapımı olan filmlere bir göz atalım…

Filmleri izlemeden önce şöyle bir bilgi vereyim; Hint filmlerinin (bence) brüt ve net süreleri vardır. “Brüt” süreler, maaşallah üç saatten aşağı inmez pek; filmin %20-25’lik bölümü mutlaka şarkı ve dans sahnelerine ayrılmıştır. Film kahramanımız kanserden ölüyor bile olsa, arkadaşları, akrabaları, komşuları ve eşlik eden 250 kişilik bir dans grubu çalıp oynamaya başlar. Konunun ciddiyetinden bağımsız olarak, filmin her 20-25 dakikasında bir toplu dans molası verilmesi elzemdir. “Net” film süresi, dans ve şarkılardan arta kalan, konunun yavaş yavaş ilerlediği zaman dilimidir. İsterseniz şarkı ve dansları hızla geçebilirsiniz, ama o zaman da izlediğiniz film bollywood ürünü olmaz.

Bir diğer bilmeniz gereken de, filmlerin konuyu kafanıza vura vura, ders vererek, mesaj ileterek işlemesidir. Seyirciye fazla manevra alanı bırakmaz, “işte konumuz budur, filmden anlamanız gereken şudur, kızlarımız güzel, düğünlerimiz eğlenceli, yanlış anlamalarımız komiktir; sorunuz varsa dans arasında sorabilirsiniz” edasında gelişirler.

Ama bu detayları fazla kafanıza takmayın ve bu ilginç filmlerin keyfini çıkarmaya çalışın. Sonuçta bu filmler, başta Hint izleyicisi için yapılıyor ve “sanat” ve “mesaj” kaygısı Avrupa sinemasından çok farklı bir boyutta. Şimdi Bollywood sosyolojisi yapacak değilim, (ki, bu konuda büyük bir külliyat var) ama kalabalık, fakir ve binbir dertle boğuşan Hint toplumunun üç saat boyunca kafasını dağıtacak, mutlu edecek, dans, müzik ve görsellik ile gönlünü alacak eserler üretilmesi adettendir.

Bu kargaşa içinde izlemenizi taysiye edeceğim ilk film, Bollywood’un günümüzde en öne çıkan yönetmeni Rajkumar Hirani’nin yapıtı “3 Idiots“ (Üç Aptallar). Film, Hindistan’ın en iyi mühendislik fakültesinde eğitim alma şansını yakalamış dört arkadaşın bir iddia sonucu yıllar sonra bir araya gelmesini anlatıyor. Bu dört öğrenciden biri, okul yıllarında “inekliği” ile bilinen, hocaların sevgilisi, ezberleyen, öğrenen, sorgulamayan bir kardeşimizdir ve kurallara uyması sayesinde çok zengin bir işadamı olmuştur. Bir diğeri, hayalleri ile ailesinin baskısı arasında seçim yapmak zorunda kalmıştır. Rancho isimli baş kahramanımız ise, tam anlamıyla sıradışı bir öğrencidir ve öğrenciliği sadece öğrenmenin, keşfetmenin, yaratmanın zevki için, hobi olarak sürdürmekte gibidir.
Film, öncelikle Hindistan’ın en saygın mühendislik okulunda okuyor olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu gözümüze sokar. Buraya kabul edilmek bile büyük bir lütuftur ve öğrencilerden beklenen, yarış atı formatındaki eğitim sistemine tabi olarak tornadan çıkar gibi, standart bir mühendis olmaları ve hayatta başarı kazanmalarıdır. Ama bu eğitim sisteminin öğrenciler üzerindeki berbat baskısı film boyunca eleştirel bir dille işlenir.

Film, “Hababam Sınıfı” ile “Ölü Ozanlar Derneği” arasında gidip gelerek izleyiciye keyifli anlar yaşatıyor. Eğitim sistemindeki çarpıklıklar bazı klişelerle, hepimizin bildiği öğrencilik yıllarımıza dair şehir efsaneleri, fıkralar, yatılı okul geyikleri ile eleştiriliyor ve film zaman zaman izleyiciyi şaşırtarak düşündürüyor. Ezberci ve baskıcı zihniyet sürekli yaratıcı, paylaşımcı ve insancıl yaklaşım karşısında hezimete uğrayarak bizleri keyiflendiriyor.

Bir başka benzer film ise, Vikramaditya Motwane’nin yönettiği Udaan. Bu filmin hamurunda da Hindistan’ın katı eğitim gelenekleri ile bir çekişme var; Rohan isimli öğrencimiz, yine Hindistan’ın en prestijli yatılı okullarından birinde okumaktadır ve masum bir yatakhane firarı sonrasında iş okuldan atılmaya kadar varır. Rohan, kös kös baba ocağına geri döner.
Babası, Hindistan’ın en büyük sanayi merkezlerinden Camşepdur’da (Tata Kenti) küçük bir fabrika sahibidir. Oğlunun iyi bir okuldan atılmış olması onu çılgına çevirir ve Rohan’ı hem fabrikada çalıştırıp hem de mühendislik okumaya zorlayarak yola getirmek ister. Rohan, şiir ve edebiyata düşkün ve yetenekli bir gençtir, ama toplum ondan çok çalışmasını, iyi okullara gidip mühendis olmasını beklemektedir. Şiir karın doyurmaz falan…

Rohan, anlaşılan Hint toplumunda pek de görülmeyen bir karar alıp babasına baş kaldırmaya ve yüreğinin götürdüğü yere gitmeye karar verir. Batı toplumunda “eee, ne var bunda” dedirtecek bir seçimdir belki; ama filmi Hindistan kültürü ve kodeksi içinde seyrettiğinizi hatırlarsanız gerçekten büyük ve çok cesurca bir adım atılmaktadır. Rohan’ın insanı ezen bir toplumda yavaş yavaş kararını olgunlaştırması, tempo düşük de olsa, filmi izlenir kılar.

İki filmde de üzerinde önemle durulan ortak konular var; öncelikle, Hindistan’da eğitim sisteminin gençler üzerinde ne kadar büyük bir travma yarattığını görebiliyorsunuz. İyi okulların sayısı az ve buralarda okuyabilmek bir şans ve lütuf olarak görülse de, genç bünyeler üzerinde tarifsiz hasarlar bırakıyor. Bu arada, Hindistan’da en geçerli, neredeyse tek geçerli seçeneğin “mühendislik” olması da ilginç. Toplumun İngiliz sömürgesinin etkisinden gelen garip bir şartlanmışlığı var; teknik konularda çalışmalıyız, ancak bu şekilde refaha erebiliriz, gençlerimiz de iyi birer “müyendiz” olmak için çok çalışmalı ve fedakarlıkta bulunmalı. Toplumsal saygınlık çok çok önemli ve mühendislik bu saygınlığı kazanmada önemli bir anahtar.
Okul ve gelecek baskısına ek olarak, aile ilişkileri ve kız erkek ilişkilerinin yarattığı travmalar da dikkat çekiyor. Filmlerde platonik aşk, ütopik aşk, imkansız aşk, ilk görüşte aşk, umutsuz aşk gibi konular sürekli ortada dolanmakta; genç kız ve erkeklerin sağlıklı bir arkadaşlığı söz konusu değil. Ancak ve ancak vakti geldiğinde (mümkünse) önceden ayarlanmış evlilikler ile aile hayatına adım atılabiliyor. Güzel bir hatun ile iyi bir evlilik içinse mühendislik ve saygınlık şart! (yahu, ben de mühendisim aslında, Hindistan’da önemli bir avantajımız olurmuş)

Yine Hirani’nin yönettiği, mutlaka seyredilmesi gereken üçüncü filmimiz P.K. ise insanlığın yüzbinlerce yıllık bir açmazını konu ediniyor; dinler ve inançlar. Bu konudaki yaklaşımlarımız genelde belli bir düşüncenin ve önyargının etkisinde oluyor, ama kendimize şu çok basit soruyu sormayı unutabiliyoruz; dünyaya dinler, inançlar, tanrı ve yaratıcı kavramı, dua, ibadet ve ritüeller hakkında hiçbir fikri olmayan bir “uzaylı” gelse, insanlığın bu durumunu nasıl karşılar?

Uzay gemisiyle dünyaya inen pee-kay (P.K.) arkadaşımız, gemisinin uzaktan kumandasını çaldırıyor. Evine geri dönebilmesi için kumandasına kavuşması gerek ve hangi “insan”a sorsa, bir milyarlık ülkede kumandasını bulabilmesi tanrıya kalmış. O zaman tanrıyı bulup ondan yardım istemesi gerek, ama hangi tanrıyı, nerede bulacak? P.K. dostumuz başlıyor Tanrı arayışına; ama işi çok zor, çünkü değişik inançlardan insanların pek de dostça yaşamadığı büyük bir ülkede bulunmakta…
Bu film gerçekten de en iyi Hindistan’da çekilirdi sanırım; tek tanrılısı, çok tanrılısı, ilahisi, semavisi, gizemlisi derken envai çeşit inancın kaynaştığı bir coğrafya. P.K. sırasıyla her birinin tapınağına gidip tanrıdan kumandasını istiyor, hepsinin farklı dogmaları, kutsalları olduğu için sürekli bir pot kırıp öfkeli cemaat tarafından kovalanıyor (ki, buralar filmin en eğlenceli sahneleri). Zavallı P.K.’nin aklı almıyor; tanrı (veya ilahi irade) tek ise, nedir bu birbirine benzemez değişik inançlar, uygulamalar, ritüeller…

Zamanla P.K., asıl sorunun tanrıda değil, tanrı ile insanlar arasındaki “aracılarda” olduğunu anlıyor. İslam olsun, Hristiyanlık, Hinduizm olsun, “aracı”ların gerçek tanrının yerini alarak insanların inançlarını sömürdüğünü fark ediyor. Vallaha helal olsun herife; bizim binlerce yıldır fark edemediğimizi elin uzaylısı birkaç haftada anladı! Kumandasına kavuşabilmek için başlıyor din bezirganlarının ikiyüzlülüklerini ve çelişkilerini yüzlerine vurmaya…

Zaman zaman derinliği olmayan, basit eleştiriler getirildiğini düşünseniz de, film önemli yaralara parmak basıyor. Zaten asıl sorunumuz, sorunun çok derin ve çözülemez olduğunu düşünmemiz; din ve inanç sistemleri üzerine 30 ciltlik felsefi analizler yapılmış olsa da, sorunun ve cevabın çok “basit” olduğunu görmemekte ısrar ediyoruz ve bu görememek binlerce yıldır süren kanlı savaşlara ve milyarlarca insanın hayatına mal oluyor.
Bu açıdan bakınca, filmin oldukça cesur olduğunu söyleyebiliriz; hatta özellikle Hindular filmi şiddetle protesto etmiş ve gösterildiği sinemalarda yakma/yıkma olaylarına rastlanmış. Ancak film çok büyük bir gişe başarısına imza atmış ve halen bollywood filmleri arasında en yüksek hasılatı sağlayan film. Filmin bu başarısında, yönetmen Hirani’nin teknik açıdan mükemmel çekimleri, ışıklar, renkler, manzaralar, kompozisyonlar önemli rol oynuyor. Bir de, hem bu filmde, hem de “Üç Aptallar”da döktüren başrol oyuncumuz Aamir Khan’ı unutmamamız gerek…

Çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü Hindistan sinemasından çıkan çok şarkılı, çok müzikli bu filmlere bir göz atmanızı tavsiye ederim. Bu filmler, Hindistan hakkında bilindik bir yargının temelini de size gösterecektir; zaman zaman uluslararası kuruluşların yaptığı mutluluk anketlerinde, Hindistan olanca fakirliğine ve sorunlarına rağmen hep dünyanın en mutlu ülkesi çıkar. Gelir seviyesi, hayat standartları aşmış Avrupa ülkeleri depresyonun dibine vurmuşken, giyecek don bulamayan hint fakirleri dişsiz ağızlarıyla dünyaya gülümser. En trajik sahnelerde bile binlerce oyuncunun “hadi ama arkadaşlar, oturmaya mı geldik” diyerek hoppidi hoppidi dans etmeye, şarkı söylemeye başladığı Bollywood filmlerini seyrederek işin sırrına varabiliriz belki… 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"