Lenin'den Lennon'a Varşova'nın Dönüşümü

Vladimir Lenin’den John Lennon’a; Marks&Engels’den Marks&Spencer’a

Bir önceki bölümümüzde, Varşova’nın eski şehir merkezi olan Stare Miasto’nun komünist dönemde aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edildiğini, hatta komünizmin can düşmanı emperyalist sarayların bile özenle restore edildiğini anlatmıştım. Peki, komünist dönemin Varşova’daki tek imzası Polonya hanedanının yeniden inşası mıydı?
Varşova Başkanlık Sarayı, 1955 yılında Varşova Paktı'nı kuran anlaşmanın imzalanmasına ev sahipliği yapmış; bugün ise, önünde AB ve NATO bayrakları dalgalanıyor...
Uçağınız Varşova havaalanına alçalırken pencereden baktığınızda komünist yönetim sırasında inşa edilmiş büyük sosyal konutları hemen fark edebilirsiniz. On yıllarca önce yapılmış dev bloklar, biraz yıpranmış olsa da halen ayaktadır.

Yine de uçakta önünüzde oturan, komünizm öcüsüyle büyütülmüş bazı vatandaşlarımızın klişe geyikleri bu yapıları ve sistemi acımasızca eleştirir: “Bak abi, bunlar gomonistlerin yaptığı büyük toplu konutlar, o dönemin mimarisi böyleymiş, ne kadar da sevimsiz, soğuk, yıpranmış, bıdı bıdı bıdı…” (bizzat yaşanmıştır)
Böyleleri hep bana mı denk gelir, sizin de duyduğunuz oldu mu bilmiyorum; eski doğu blokundan bir ülkeye gittiğinde, sanki mimariye büyük bir ilgi duyuyormuş da, çeşitli dönemlerin karşılaştırmalı kritiğini yapabilecekmiş gibi bir edayla “gomoniz yönetimin mimari tarzı”na atıp tutan bir kesim vardır. İçimi yakıp kavuran fantazilerden biri, o arkadaşları komünist sitelerden birine davet edip “yakından bak bakalım, sıvada bir çatlak görebilecek misin” demek, eleman sıvayı incelerken kafasını tutup duvara gömmek, sonra da, “bak, o koca kafan, eleştirdiğin binanın sıvasını bile çatlatamadı” demek şeklindedir.

Bu eleştiriyi yapan zevatın ekseriyetle yeni türeyen müteahhitlerimizin televizyonlarda, dergilerde cancanlı isimlerle pazarlanan boktan sitelerinden birinde oturuyor olması da çelişkinin kralıdır zaten. Ulan, kendi siten, büyüklüğü, sevimsizliği ve insandan uzaklığı ile komünist toplu konutları mumla aratır, 6 ay içinde kapı kolları elinde kalırken, niye 50 yıl öncesinin iyi niyetle yapılmış konutlarına çamur atarsın?
Varşova Vilayet Sarayı
Bir de adamlar, senin anan baban tezekten gecekondu yapmaya çalışırken, vatandaşlarına elektriği, suyu (sıcak ve soğuk), kaloriferi olan, minimum standartlarda da olsa, bir yuva sağlamış. Şehirlere düzgün bir altyapı, toplu ulaşım imkanları, park, bahçe, sanat, spor getirmiş; ama biz 2015 yılında, tüm bütçesini yağmur yağdığında suyla dolan alt geçitlere harcayan yönetimlerimize toz kondurmayız.

Konunun fazla derinine girmeyeyim, bu pilav çok su kaldırır. Sonuçta “komünist dönem mi daha iyiydi, kapitalist dönem mi” tartışması zilyonlarca kere yapılmış, iki taraf da gayet güçlü argümanlarını ortaya koymuş, Nasreddin Hoca tüm tartışmacıları haklı bulmuş ve konu kapanmıştır. Yaranın kabuğunu tekrar kaşımayayım, sadece gözlemlerimi paylaşayım.
Polonya Komünist Partisi eski genel merkezi, günümüzde kapitalizmin kalesi!
Efendim, Varşova görebildiğim kadarı ile komünist altyapısının üzerine hızla kapitalist üst yapıyı oturtan, dengeli bir şekilde sosyal ve ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmek isteyen bir şehir. Bildiğiniz gibi, nazi yıkımından kurtulduktan hemen sonra, kendilerini SSCB’nin emir ve komutası altında bulmuş, hatta kendi ismine bir savunma paktı bile kurulmuş.

Daha önceki bir yazımda, Stalin’in Varşova’ya bir özür/hediye amaçlı yaptırdığı Kültür ve Bilim Sarayı’ndan bahsetmiştim. Sovyet sistemi, müttefiki ülkelere rejim ihracını gerçekleştirirken, altyapısıyla, üstyapısıyla, sanatı ve sporuyla komple bir paket sunmuş. Sanırım kantarın topuzu, paranoyak ve baskıcı bir yönetim sistemini oturtmaya çalıştığında kaçmış.
Eski rejimin mirası, Bilim ve Kültür Sarayı ile sağlam bir tramvay hattı...
Savaşta nazilerden illallah etmiş bir halkın üstüne demir perde inince kayış kopmuş tabii. Soğuk savaş döneminin kırılgan politikasında, nazilere karşı ülkelerini savunan savaş kahramanları bile “özgürlük ve (kim bilir?) batı yanlısı” olmalarından dolayı hapse düşmüş ve işkence görmüş (konuyla ilgili, uzun yıllar gösterime girememiş, “Przesluchanie” (Soruşturma) isimli filmi mutlaka seyretmenizi tavsiye ederim). Daha komünist yönetimin başlarında, 1956 yılında Poznan’da büyük bir anti-komünist gösteri olmuş ve kanlı bir şekilde bastırılmış.

Ardından gelen yıllar parti içi çekişmeler, cadı avları, soğuk savaşın gerilimine ek olarak ülkedeki tarım ve sanayi reformlarının sancıları, ve özellikle kilisenin toplumdaki yeri konularındaki çekişmelerle geçmiş. Zaman zaman esen özgürlük meltemleri yerini sert, otoriter rüzgarlara bırakmış, kimi zaman işçiler ve sendikalar güç kazanıp kaybetmişler derken filmin sonunu az çok biliyorsunuz.
Neo klasik Don Kişot
1952 yılında kurulan Polonya “Halk” Cumhuriyetini, 1989 yılında Polonya Cumhuriyeti’ne dönüştüren sürecin en önemli aktörlerinden Lech Walesa’yı, “Solidarnosc” (Dayanışma) Sendikasını çoğunuz duymuşsunuzdur. Sonuçta, emekçileri esas alan bir sistem, yine bir tersane emekçisinin liderliğinde yıkılarak liberal demokratik bir sisteme geçildi, ülke AB üyesi oldu, oldu da iyi mi oldu?
Dediğim gibi, tartışmalı konular, memnun olanı vardır, olmayanı vardır, ama 20. yüzyıl gibi bir zaman diliminde hiçbir halk tepesinde dediğim dedik bir demir yumrukla yönetilmek istemiyor! Bilim ve Kültür Sarayı yazımda bahsettiğim Rolling Stones konseri de durumu özetleyen ilginç bir anekdottur netekim…

Varşova’da iz bırakan tek İngiliz rock yıldızı Mick Jagger olmamış tabii; John Lennon’un da bu şehirde özel bir yeri ve hatta caddesi var. Tarihin ilginç bir cilvesi sanırım; eski Demirperde ülkelerinde mecburen bir Lenin Caddesi olmak durumundayken, Varşova’da artık Lennon caddesi var. Lenin/Lennon transformasyonu, sanırım tüm doğu bloku ülkelerinin dönüşümünü simgeliyor.
Caddenin şöyle bir hikayesi varmış; 8 Aralık 1981 tarihinde, John’un birinci ölüm yıldönümünde, bir grup genç toplanıp ortalık yerde “All you need is love” şarkısını söylemiş. Kısa süre sonra gençleri çeviren polis ve asker grubu dağıtmış, kanunsuz bir gösteri yaptıklarını buyurmuşlar. Gençler, hiçbir politik amaçlarının olmadığını iddia etmişler, ama rejim Beatles-severleri dağıtmış!

O günlerin batı müziği yayını yapan tek TV programının sunucusu, Varşova’da bir caddeye John Lennon adının verilmesini teklif etmiş, ancak resmi ideoloji tarafından reddedilmiş. 1989’da rejim değişikliğinin ardından, Johnist-Lennonist gençler fraksiyonu yeniden harekete geçmiş, şehrin çok güzel bir noktasında, Ujazsdoswki Parkı’nın arkasına, caddeden ziyade bir yaya yoluna benzeyen sokağa resmen Johna Lennona adı verilmiş.
John Lennon caddesinde pastoral kır evleri
Polonya halkı, komünist dönemin getirilerini yadsımıyor; sağlam bir altyapı, görkemli, devasa binalar, metrosu olmasa da otobüs ve tramvaylarla sağlanan sıkı bir ulaşım ağı, geniş caddeler, büyük parklar, spor alanları, opera ve tiyatrolar 50 yıl öncesinden günümüze kalan, halkın halen sahiplendiği, şükrettiği nimetler. En büyük sorun, bu nimetlerin ve arkasındaki sistemin zorla dayatılması olmuş sanırım…

AB üyeliği ve ardından hızla gelen serbest piyasa ekonomisi ve bireysel özgürlük döneminde halk hemen diğer uca savrulmaya meyletmiş. Pop kültür, tüketim derken, eski rejimin “renksizliğinden” bıkmış olacaklar ki, katlı otopark bile yapsalar rengarenk boyamaktan kendilerini alamamışlar:

Halk, komünist rejimin ezici yapılarına karşı ciddi bir alerji geliştirmiş ve yıllarca korku ve öfkeyle baktıkları bu sembollerden intikamını acı bir şekilde almış. Şehrin merkezinde, yıllarca Komünist Partiye ev sahipliği yapan, hakkında birçok efsanenin üretildiği (yer altından falanca binaya, filanca merkeze bağlı) devasa bina, bugün borsaya ve Ferrari’nin Varşova bayiliğine ev sahipliği yapıyor! Kapitalizmin zaferi ancak bu kadar taçlandırılabilirdi…
Varşova Ferrari Bayisi; Lada'ya kıran mı girdi?
Şehir merkezinde postmodern bir kentsel dönüşüm, uluslararası şirketler, hukuk büroları, anlı şanlı danışmanlık şirketleri için inşa edilen plazalar şehrin havasını değiştirmiş. Halk, Stalin’in hediyesi olan Bilim ve Kültür Sarayı’nı yıkmaya kıyamasa da, etrafını camdan çelikten kapitalizm mabetleriyle kuşatmış.
Yeni sistemin kültüre ve sanata karşı tüketimi, küresel markaları öne çıkarması da kaçınılmaz gelişmelerden biri. Bilim ve Kültür Sarayı’nın etrafını dolaşırken, Stalin döneminde yapılmış görkemli heykellerden biriyle karşılaşmıştım; genç, atletik, yakışıklı bir öğrenci, elinde Marks ve Engels’in öğretilerini taşıyordu. Sadece birkaç adım atınca, karşıma yeni bir alışveriş merkezinin ön cephesi çıktı; Marks ve Engels yerini Marks ve Spencer’e kaptırmıştı bile…
Yine de Varşova hakkında karamsar/dejenere bir tablo çizmeyeyim kafanızda; benim gördüğüm kadarıyla, Varşova halkı ilk başta fizik kanunlarının etkisiyle bir uçtan diğerine savrulma eğilimi gösterse de, bir süre sonra salınımını dengelemeye, sosyalist geçmişi ve altyapısı ile serbest piyasa sistemindeki yeni rolünü makul bir noktada buluşturmaya çalışıyor. Kolay gele…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"