Polonya Diyanet İşleri Başkanlığı

Son aylarda dikkatinizi çekmiş olabilir, katolik dünyasının yeni lideri Arcantinli Papa Francesco, gayet ılımlı ve liberal görüşleri ile konvansiyonel ve sosyal medyanın ilgisini çekiyor. Radikalliği ile bilinen, canının istediğini sapkınlık ve paralellikle suçlayarak katline icazet veren bir dini geleneğin son birkaç yılda hoşgörü mesajları vermesi tabii ki çok hoşumuza gitti. Hatta Papa Francesco geçtiğimiz günlerde cinsel tercihlerle ilgili bir açıklama yaparak “Ben kim oluyorum da eşcinselleri yargılıyorum” diyerek bizleri hayretlere gark etti…
Aziz Yahya Katedrali ile Cizvit Kilisesi

Sanırım Papa’dan cesaret almış olsa gerek, Vatikan’da oldukça önemli bir pozisyonda bulunan Polonyalı Kardinal Krzysztof Charamsa “Hocam, ben de eşcinselim” diyerek tanrının bildiğini kuldan saklamadı, ama anında Vatikan’dan kovuldu! Demek ki neymiş, henüz Katolik kamuoyu bu derece şeffaflığa hazır değilmiş… Ruhban sınıfının ekseriyetinin “oğlancı” olduğunu cümle alemin duyduğu bir cemaat yine de erkekliğe b.k sürdürmedi ve arkadaşı jet hızıyla aforoz etti.

Kardinal Charamsa Polonya’da nasıl karşılanmıştır bilemiyorum… Sonuçta Polonya dediğin memleket (afedersin) ateist falan değil, Doğu Avrupa gibi bir coğrafyada yer almasına rağmen sapına kadar Katolik, ve hatta 400 küsür yıllık bir aradan sonra Vatikan’ın başına geçen ilk İtalyan olmayan Papa Polonya’dan çıktı; Papa 2. Jean Paul!
Diyeceğim odur ki, Polonya yaklaşık bin yıldır katolikliğin önemli bir kalesi ve dindarlığın giderek zayıfladığı diyarlarda namazından niyazından ödün vermeyen bir ülke. Polonya’nın katolizm hikayesi 900’lü yılların sonlarında vaftiz olmasıyla başlıyor. Kral Miezsko, Hristiyanlığı kabul edip soylular arasında yaymaya başladığında halkın çoğu pagan inanışlara sahip. Tabii Hristiyanlık gibi monoteist dinler rahat durur mu; hemen halk kitlelerini dürtmeye, onlara gerçek inancın ne olduğunu irşad etmeye girişiyor.

Zaten fakirlikle boğuşan köylü, çiftçi ve pagan halk, “bir de sizin dininizle mi uğraşacağız” diyerek ayaklanıyor ve ülke 50-60 yıllık çalkantılı bir dönem yaşıyor. Halk kendi inancı konusunda bir süre diretse de, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun desteğini alan Polonya Krallığı, yaklaşık 200 yıl içinde ülkenin ekseriyetini katolikleştiriyor.
Yine de ülkenin Almanya’ya yakın kısımlarında protestan, Rusya ile sıkı fıkı bölgelerinde Ortodoks ve özellikle şehir merkezlerinde Yahudi toplulukların da mevcudiyetini biliyoruz. Özellikle 10. yüzyıldan itibaren Polonya’ya yerleşen Yahudiler, bu topraklarda bin yıla yakın bir süre, dünya Yahudi cemaatinin en güçlü merkezlerinden biri olarak varlıklarını sürdürmüş.

Polonya halkının ekseriyetle Katolik inanca gönül vermesine ve paganizmin kökünü kurutmasına karşı, diğer tüm inançlara saygılı olması, zeitgeist (zamanın ruhu) açısından takdire şayan bir özellik. Avrupa’nın din savaşları ile kasıp kavrulduğu, Protestan ve Katoliklerin günde binlerce kelle aldığı, cadı yaktığı, heretik avladığı dönemlerde Polonya’da değişik dini görüşler (nispeten) barış içinde yaşayabilmiş.

Ne zamana kadar? İkinci dünya savaşındaki korkunç Yahudi soykırımına kadar… O tarihlerde Polonya’da yaşayan yaklaşık 3,5 milyon Yahudi vatandaştan bugün geriye pek kimsenin kalmadığını biliyoruz. O yüzden Polonya, katoliklerin genel nüfusa oranı açısından İrlanda, İspanya ve hatta İtalya’nın bile önüne geçmiş durumda!
Tabii Katolik nüfusun oranının artışı, Katolikliği seçenlerin sayısının artmasından değil, Yahudilerin topluca yok edilmesinden kaynaklanıyor. Bilindik fıkradır; toplumda okuma yazma bilenlerin oranının artırılmasını isteyen diktatör, halka okuma yazma öğretmek yerine, okuma yazması olmayanların öldürülmesini emreder. Sonuçta oran artmış mıdır; artmıştır… İstatistik sonuca bakar, sürece ve konunun detayına değil.

Yahudilerin köküne nazilerin kibrit suyu dökmesinin ardından, Katolik inancı da komünist dönem boyunca çalkantılı bir dönem geçirmiş. Komünist rejim, Rusya ve diğer doğu bloku ülkelerinde olduğu gibi Polonya’da da din karşıtı bir anlayış yerleştirmek istemiş. Ancak, Polonya halkının koyu Katolik tutumu, Komünist Parti’nin daha yumuşak ve ılımlı bir yaklaşım benimsemesine, dini inanç ve ibadeti yasaklamamasına yol açmış.
Kiliselerde Katyn kurbanları gibi şehitler de onurlandırılıyor…

Ancak Katolik kilisesi, Polonya’da komünist rejimin en büyük muhalifi olmuş ve hükümetle 50 yıl sürecek büyük bir mücadeleye girişmiş. Bu dönem içinde kilisenin statüsü, mal varlıkları, din adamlarının konumu, dini eğitim ve benzer birçok konuda çekişmeler olmuş, rejim zaman zaman kiliseye karşı önemli hamlelerde bulunmuş, tepkiler çok arttığında da geri adımlar atmış. 1966 yılı, Polonya’nın “vaftiz” edilmesinin bininci yıldönümü olarak kilise tarafından kutlanmak istendiğinde, Komünist Parti kutlamaları “Polonya kültürünün 1000. Yılı” formatına çevirmiş.

Böylece soğuk savaşın en sıcak zamanlarında, batı dünyası Varşova Paktı’nı Katoliklik ile göçertebileceğini hissetmiş midir acaba? 450 yıl sonra ilk kez İtalyan olmayan bir din adamının, Krakow Başpiskoposu Karol Josef Wojtyla’nın papa seçilmesinde zamanlama manidar mıydı? Konuyla ilgili bir çok spekülasyon var zaten, hükmü sizlere bırakıyorum…
Karol, Papa olup 2. Jean Paul adını aldıktan sonra Varşova’ya efsane bir ziyarette bulunur. Komünist Parti yanlış bir hesap yapmıştır; beklentilerine göre, Papa Varşova’yı ziyaret ettiğinde fazla ilgi görmeyecek, itibarı zedelenecek, Katolik inanç yara alacak, hükümetin halen en hakim güç olduğu bir kez daha kanıtlanacaktı. Ama işler beklendiği gibi gitmedi; milyonlar papayı coşkuyla karşıladı, Varşova’da görkemli ayinler yapıldı, Papa da yumuşak bir üslupla halka komünizmden daha iyi bir yönetimi hak ettiği mesajını verdi.

Polonya halkı ilk kez “çoğunlukta” olduğunu hissetti ve Lech Walesa’nın “Dayanışma” hareketi de Papa’dan cesaret aldı; nitekim Papa daha sonraki ziyaretlerinde Walesa’ya desteğini hissettirdi. Rivayet odur ki, bu gidişata bir dur demek için Rus yönetimi bir tetikçi aradı ve bizim Memedali ile anlaştı. Hikayeyi biliyorsunuz, vatansever gencimiz Vatikan meydanında Papayı mermi manyağına çevirdi, ancak Jan Pol’ü melekler korudu!
Papa’nın Varşova’ya yaptığı ilk ziyarette konuştuğu meçhul asker meydanının ortasına koca bir haç dikivermişler
Doğu Bloku’nun çözülmesini bir tek Papa’nın gayretine bağlayamayız tabii; ama yıllar sonra Gorbaçov bile Papa ile bir araya geldiğinde “Demir Perde’nin çöküşü Papa olmadan bu kadar kolay olmazdı, davasına ve halkına bağlılığına saygı duyuyoruz” gibi beyanatlarda bulundu.

Görev yaptığı süre boyunca Vatikan’da köklü değişikliklere imza atan, gerek diğer Hristiyan kiliseleri, gerekse de İslam, Yahudilik ve diğer inançlarla diyalog kurma gayreti takdir gördü. Böylece, Papa 2. JanPol, Polonya’da büyük bir halk kahramanı statüsüne erişti. Halen Polonya’nın hangi köşesine gitseniz Papa’nın anıldığı bir müzeye, heykele, anıta rastlarsınız.

Belki de bu sayede Katoliklik halen Polonya’da çok etkin. Ben bir Pazar akşamı Varşova’ya indiğimde, sokaklarda dolaşırken kiliselerde coşkulu ayinlere denk gelmiştim. Biz filmlerde hep pazar sabahı ayinlerine alışığız tabii; akşamın bir saatinde, tıklım tıklım kiliselerde ne ayini yapılıyordu bilemiyorum; ama genci, yaşlısı, kadını, erkeği kalabalık bir cemaatin coşkuyla ilahi söylemesi, titremesi, kendinden geçmesi ilgimi çekmişti… Örneğin Kopenhag’da ilgisizlikten kapılarını örümcek ağı saran, gelir elde etmek için rock konserlerine ev sahipliği yapan kiliselerden sonra Varşova’daki manzara tam tersiydi diyebilirim.
Şehirde en görülesi kiliseler eski şehir merkezinde (Stare Miasto) yer alıyor. İlk durağınız mutlaka Vaftizci Yahya Katedrali olmalı; ikinci dünya savaşında naziler ve direnişçiler arasında kanlı çekişmelere sahne olan ve büyük ölçüde tahrip edilen katedral, gotik tarzda yeniden inşa edilmiş. Bazı önemli hanedan üyeleri ve şövalyeler bu katedralde istirahat ediyorlar. Katedralin içi görülmeye değer; göz alıcı vitraylardan, koyun koyuna istirahat eden din adamlarına kadar ilginç detaylar dikkatinizi çekecektir.
Geçtiğimiz günlerde eşcinsel olduğunu açıklayan Polonyalı katedrali Vatikan’dan kovdunuz, ama Yahya kilisesindeki bu orta çağ samimiyetine ne diyorsunuz?

Yahya katedralinden çıkışta Cizvitlerin kilisesine de en azından kapıdan bir uğrayın… Kapıdan uğrayın dememin sebebi, binanın en göze çarpan detayının kapıda yer alan, Polonyalı sanatçı Igor Mitoraj’ın çarpıcı melek betimlemeleri; arkadaş ne düşünerek yapmıştır, bilmiyorum ama, kilisede başka da görülecek pek bir şey yok.
Cizvit melek

1600’lerde yapılan kilise, Cizvitlere gıcık olan İsveçlilerin işgali sırasında çok çekmiş, bir de tabii ki nazi işgalinde yerle bir edilmiş. Tekrar geri inşa edildiğinde, Cizvit lobisi fazla güçlü olmadığından sanırım, oldukça sade geçiştirmişler.

Eski şehrin çıkışında Aziz Anna kilisesini göreceksiniz; bu etkileyici yapının kulesine çıkıp Varşova’yı tepeden seyreylemek ufak bir ücret mukabilinde mümkün. Bu kilise, nazi yıkımından daha az zarar görse de, ilerleyen yıllarda hemen dibinden geçen bir alt geçit (battı çıktı mı deniyordu?) inşası sırasında kayma tehlikesi geçirmiş ve zor kurtarmışlar…
Ziyarete değer bir diğer kilise de Kutsal Haç Kilisesi; Katoliklerin en önde gelen kiliselerinden olan bu yapı da birçok önemli tarihi gelişmeye tanıklık etmiş. Kapıdaki çarmıha gerileceği haçı, ya da insanlığın günahlarını taşıyan İsa betimlemesi bana Kylie Minogue’u ve “Confide in Me” şarkısındaki dizesini hatırlatır: “we all have our cross to bear”
Koyu Katolik Polonya’nın bugünkü yönetimi tabii ki laik bir demokrasi; tüm dinlere (en azından teorik olarak) eşit mesafede duran, inançlara saygılı bir yönetim şekli hüküm sürüyor. Ama ülkeyi yakından tanıyanlar yine de Katolik kilisesinin büyük gücünü inkar etmiyorlar; seçimlerde halkı yönlendirmek için, aleni olmasa da, sübliminal seviyede mesaj kaygısı taşıdıkları söyleniyor.

Bana ilginç gelen bir detay, şehrin parklarında Polonya’nın pagan ve çoktanrılı günlerinden kalan bazı tapınaklara yer verilmesi. Tabii ki bunlar tarihi, orijinal tapınaklar değil; ancak Lazienski Parkında yer alan “Diana Tapınağı”nın oraya sadece kültürel bir renk olarak mı yapıldığı, yoksa gizli bir mesaj mı verildiği tartışılır:
Yunan mitolojisindeki Artemis’in Roma eşdeğeri olan, ayın, av hayvanlarının, doğurganlığın tanrıçası olan Diana’nın Varşova’da bir tapınağı olması ilgi çekici… Hele ki Katolik inancın bu topraklara yerleşirken yüz yıla yakın bir süre paganizmle itişip kakıştığını düşünürseniz…

Bir diğer ilginç tapınak da Saski Parkındaki Vesta tapınağı; yine Roma mitolojisinde insan kalbinin, ev ve yuvanın, ailenin bakire tanrıçası olan Vesta tapınağının duvarına graffiti ile yunan kehanet ve mitolojisinin bir numaralı merkezi “delfi” yazılmış olması tesadüf müdür?
Tabii Polonya laik bir ülke dedik, ama o kadar da değil… Diana tapınağına geldim, kapı duvar. Park bekçisini bulup “aç kapıyı, ibadet edeceğim, orji düzenleyip Diana’ya geyik kurban edeceğiz” falan derseniz sizi ciddiye almıyorlar; farklı dini inanç ve ibadetlere hoşgörünün, saygının zerresini göremiyorsunuz!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"