Varşova - Stare Miasto

Dünyanın En Yeni “Eski Şehir”i…

Varşova tefrikamızın bir önceki bölümünü, nazilerin şehirde taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadığını anlatarak noktalamıştık. Ama şehre bugün gidecek olursanız, merkezinde yüzlerce yıl öncesinin mimarisini yansıtan tarihi evlerin sıra sıra dizildiğini görüp şaşıracaksınız. Peki, nasıl oluyor da oluyor?

Efendim, naziler şehri bir gaz ve toz bulutu olarak bırakıp gittiklerinde, şehrin merkezinde yaklaşık 20 milyon metreküplük bir enkaz bıraktıkları hesaplanmış… Yeni Polonya devleti ise “enkaz devraldık” edebiyatına sarılmak yerine, şehri bir an önce eski görkemli günlerine kavuşturmak için kolları sıvamış.
Şehirlerini çok seven Polonya halkının, daha savaş sürerken ileride bir gün şehirlerini yeniden dirilteceklerine dair inançları hiç sönmemiş. Ayaklanma sonrası Führer’in tüm şehri dümdüz edeceğini tahmin eden bir belediye çalışanı, şehrin planlarını, tapu kayıtlarını, kurtarabildiği belgeleri alarak Varşova yakınlarında bir başka şehirde saklamış.

Halk da yıkım esnasında geleceğe dair umudunu yitirmemiş; bombalanan binalardan dökülen büyük tuğlalar, zarar görmeden tek parça kalan taşlar ve diğer yapı malzemeleri mümkün olduğunca bir kenarda biriktirilmiş ve ilerleyen yıllarda işe yarayanlar tek tek ayıklanarak, şehir yeniden inşa edilirken kullanılmış.
Naziler çekildikten sonra şehrin yeniden inşası gündeme geldiğinde, sıfırdan yeni bir kent inşa etmek yerine, eski dokuyu olabildiğince korumaya çalışmışlar. Tüm Varşovalılar ellerindeki eski fotoğrafları, çizim ve krokileri bir araya getirmiş ve bu belgelere dayanarak, tamamen eskiye sadık kalarak şehirlerini baştan inşa etmişler.

Tabii bu çabayı tüm Varşova’ya yaymak mümkün değil; ama özellikle kentin simgesi olan tarihi şehir merkezini yüzlerce yıllık geçmişe uygun restore etmek için büyük çaba sarf etmişler. Polonya’nın birçok şehrinden Varşova’ya tuğla, kiremit ve benzer yapı malzemesi yardımları yapılmış.
Sonuçta “Stare Miasto” olarak bilinen şehrin tarihi merkezi, birkaç yüz yıl önce neyse, bugün de o. Eski şehrin girişindeki meydanda heykeli bulunan Kral Zygmunt’u bugün getirip Stare Miasto’yu gezdirsen, şehrin yeniden yapıldığını anlayamaz, o derece yani…

1962’de tamamlanan restorasyon maya tutmuş; Aspendos’taki gibi mutfak mermeri kullanıp kullanmadıklarını bilmiyorum, ama “eskitilmiş görüntü” başarıyla yakalanmış. Hal böyle olunca, UNESCO da Varşova’ya bir kıyak geçmiş ve şehrin tarihi merkezi Stare Miasto’yu 1980 yılında Dünya Kültür Mirası listesine dahil etmişler. UNESCO’nun orijinal olmayan bir yapıyı/bölgeyi kültür mirasına dahil etmesi pek rastlanan bir durum değil, ama Varşova hak ediyor…
Eski şehir merkezi, diğer pek çok Orta Avrupa şehrinde olduğu gibi, Varşova’nın en görülesi bölgesi. Eğer Varşova’da gezecek sadece 1-2 saatiniz varsa buraya ayırın derim tabii ki. Stare Miasto’yu gezmek için ideal giriş kapısı, Kraliyet Sarayı ve Kral Zygmunt’un anıtının bulunduğu Zamkowy Meydanı. Leh başkentini Krakow’dan Varşova’ya taşıyan Kral Zygmunt, anıtı için bir elinde kılıç (dünyevi cihat) bir elinde haç (uhrevi savaş) ile poz vermiş. İnanışa göre, bu heykelin devrilmesi Polonya halkına büyük felaket getirecekmiş; Almanlar da heykeli güzelce devirmişler ve Polonya halkı felaketin kralını görmüş!
Eğer vaktiniz varsa, ki benim olmadı, “Zamek Krolewski” adıyla bilinen kale/sarayı gezmeniz ilginç olabilir. Sarayın restorasyonu çok daha sonraları, 1971-1984 arası gerçekleşmiş ve külli bir miktara mal olmuş. Sarayın binasını yapmak çok zor değil; ama nazilerin yakıp yıktığı binada kül olan mobilyalar, eşyalar nasıl geri gelecek? Denilen o ki, Sovyetler Birliği, Doğu Almanya gibi Demirperde yoldaşları, Polonya Krallığı’nın sarayı restore edilirken önemli miktarda mobilya, eşya, sanat eseri bağışlamışlar.

Polonya’nın komünist dostlarına teşekkürü borç bilirken düşünmeden edemiyorum… 20. Yüzyıl başlarında komünist devrim, öncelikle çarlıklara, krallıklara, emperyallere karşı yapılmamış mıydı? Yokluk içinde ezilen emekçi sınıf, hanedanın elinden binbir güçlükle, kanlı mücadelelerle kurtarıldıktan sonra, onları simgeleyen sarayların, köşklerin restorasyonu için bu kadar masrafa nasıl girildi? Yanlış bir karar vermişler demek istemiyorum tabii; ama dönemin yeni komünist Polonya’sının, emperyal geçmişi ile bağlarını kesmek yerine, tarihini yeniden canlandırmak için gösterdiği çaba tarihin ilginç detaylarından…
Siz de bu düşünceler eşliğinde, sadece rehberli turlarla gezdirilen sarayı köşe bucak inceleyebilir, kralın odalarını, parlamento salonunu, sanat eserlerini gördükten sonra kendinizi eski şehrin sokaklarına atabilirsiniz. Saray çıkışı önünüze çıkan Swietojanska Caddesi eski şehrin omurgası sayılır ve Stare Miasto’yu baştan başa kat eder. Baştan başa tabiri sizi korkutmasın, sokağın başından sonuna yürümeniz 5-6 dakikayı geçmez; ama siz süreyi uzatın ve önünüze çıkan kilise, katedral ve eski evlerin mimari detaylarını inceleyerek keyfini çıkarın…
Yolun hemen başlarında, sağınızda iki büyük katedrale rastlayacaksınız. Vaftizci Yahya Katedrali’nin çatı modelinden gözünüzü almanız çok zor. Nazi Ordusunun medar-ı iftiharlarından, uzaktan kumandalı Goliath tanklarından birinin palet parçalarını katedralin duvarlarına gömülmüş şekilde görebilirsiniz; uzaktan kumandayı kullanan Hans, tankın kontrolünü kaybedip kafadan binaya girmiş, ama gestapo olayı örtbas etmek için sekizde sekiz kusuru kilisenin papazına yazmış:
Vaftizci Yahya kilisesinin hemen yanında da 17. Yüzyılda Varşova’ya gelen cizvitlerin kilisesi yer alıyor. Epey bir yıkım geçiren kilisenin içi oldukça sade, en ilgi çeken detaylar kapısında yer alıyor:
Duanızı ettikten sonra yolunuza devam edin ve şehir merkezinin büyük meydanı olan Rynek’e ulaşın. Dikdörtgen şeklindeki bu büyük meydanın ortasında, şehrin sembolü olan ve önceki yazılarımızda hayat hikayesini özetlediğimiz Syrenka yer alıyor. Eski günlerde bu meydanda hem festival hem de idamların yapıldığını düşünmek ilginç olabilir (aslında halk için ikisi de bir eğlence çeşidi). Yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğündeki meydanın dört bir tarafı “burgher house”lar ile çevrili.

Burgher House deyince, aklınıza bir hamburgerin 25 TL’ye satıldığı janjanlı plaza markaları gelmesin; bildiğiniz gibi burgher, Avrupa dillerinde “burgh” (şehir) vatandaşı, genelde ticaretle uğraşan orta/üst sınıf vatandaş anlamına geliyor. Hamburg, Edinburgh, Middleborough kadar, Kemerburghaz, Burghazada, Lüleburghaz da aynı kelime kökeninden türemiş; ve hatta burjuva (bourgeois) ve burglar (evden/kentten çalan) kelimeleri de aynı kökenden geliyor.
Ben tırıvırı anlatırken Rynek meydanını iyice seyreylemişsinizdir umarım. Ortalıkta fazla dikilirseniz, dünyanın her yerinde karşınıza çıkabilecek hanutçular yanınıza yaklaşıp sizi meydandaki lokantalardan birinde yemek yemeniz için ikna etmeye çalışacaktır. Bu meydanın, Varşova’nın en turistik noktası olduğunu söylemeye gerek yok. Kimi geleneksel kıyafet giymiş bu arkadaşların tiksindirici bir ısrarı olmayacaktır…
Son derece sevimli mimarileri ile gözünüzü okşayan Burgherlerin evlerinin arasında oturup burger yemeyi ummayın; bu hizmeti çok bilindik Amerikan zincirleri veriyor. Ama evleri doya doya seyretmek için bir bira içebilir ve yolunuza devam edebilirsiniz.
Swietojanska sokağının devamını ne kadar yavaş yürürseniz yürüyün, az sonra caddenin sonuna, çıkış kapısına ulaşacaksınız. Stare Miasto’nun bitiminde yer alan Barbican kulesi/burçlarını es geçmeyin. Venediklilerce (orada ne işleri varsa?) yapıldığı sanılan Barbican’ın sağında ve solunda uzanan surlar boyunca yürümek de keyifli olacaktır:
Eski şehir, özellikle batı yönünde surlarla ve bir hendekle çevrilmiş. Pek de caydırıcı görünmeyen, düşmana korku salamayan surlar boyunca yürümek, Katyn ve küçük direnişçi anıtlarını görmek keyifli olabilir. Direnişçimizin yanındaki kapıdan tekrar Stare Miasto’ya girerek, boylu boyunca gezdiğiniz mahalleyi bir de enli enince kat edebilirsiniz.
Görmeniz gereken en önemli yer Kanonia meydanı. Şirin mi şirin evlerle çevrili bu üçgen meydanın tam ortasında koca bir kilise çanı görmek sizi şaşırtacak; şehri bombalayan Almanlar, Vaftizci Yahya Kilisesi’nin çanını devirince, koca çan meydana çakılmış ve çatlamış. Çanı onaran Varşovalılar, onu düştüğü meydanda bırakmışlar ve çan bugün telli baba türbesi gibi bir görev üstlenmiş; çaput bağlanmasa da, yanına gelip bir dilek tutmak ve elinizle çanın çevresinde bir daire çizmek adettendir.
Meydandan mahallenin doğu çıkışına doğru ilerlediğinizde, binaların arasından Vistula nehrini görecek ve nehir seviyesinden az yüksek bir tepede olduğunuzu fark edeceksiniz. Eski şehri nehir kıyısına bağlayan Kamienne Schodki basamakları, Stare Miasto’dan aşağı inmeden önce temaşa etmeniz gereken son seyirlik:
Rivayet odur ki, Varşova’yı fetheden Napolyon, tam da bu basamakların başında durmuş ve karşısındaki Vistula nehrinin doğu kıyısını seyrederek “ulan, buraya kadar gelmişim, nehri geçip dümdüz ilerledim mi Cuma namazını Moskova Merkez Camiinde kılarım” demiş. Benzerine sıkça rastladığımız bu geyiğin gazıyla, merdivenlerden aşağı inmiş, ve iniş o iniş… Bir daha belini doğrultamamış arkadaş.

Halbuki, merdivenlerden inmese, “yeter buraya kadar geldiğim, para, para, para, nereye kadar” dese, geriye dönüp Rynek meydanında şarap içerek bir burgher yese, kim bilir dünya tarihinin seyri nasıl olurdu???

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"