El Ezher Camii, Minareleri ve Fetvaları

Hatırlarsınız, bir önceki bölümümüz gayet heyecanlı bir yerde bitmişti; Kahire sokaklarında camilerarası uzun bir yürüyüşün ardından El Ezher Üniversitesi ve Camiinin kapılarına dayanmış, islam aleminin bu ünlü ve tartışmalı eğitim kurumu ile mabedine ayrı bir başlık açalım demiştik.

Efendim, tekrar bin yüz yıl kadar gerilere gidelim ve Kahire’nin Kuzey Afrika kökenli bir Şii devleti olan Fatımiler tarafından fethedilişini hatırlayalım… Zaten “Fatımi” kelimesi, Hz. Muhammed’in kızının isminden geliyor. Fatımiler, Kahire’yi merkezleri olarak belirleyince, önce büyük bir cami, ardından da cami etrafında güçlü bir eğitim merkezi kurmaya karar vermişler.
El Ezher Camii ve birbirine benzemez minareleri...
Bizzat dönemin halifesi (Şii halife yani, Bağdat’takini kastetmiyoruz) tarafından planları çizilen cami 972 yılında tamamlanmış; caminin etrafına da bir “üniversite” (ki, o yıllarda adı üniversite değildi tabii) kurularak 975 yılında eğitim öğretime açılmış.

Cami ve üniversiteye anlamlı bir isim vermek için düşünmüşler ve devletlerine adını veren Hz. Fatma’nın lakabı olan “Zehra”dan esinlenerek “El Ezher”de karar kılmışlar. Barış Manço’nun, evine çöreklenen hala kızı için yazdığı Zehra şarkısı çok daha sonralara dayanır…
El Ezher, İslam tarihinin, hatta kimi yorumlara göre dünyanın ilk yüksek öğrenim kurumu olmuş. Tabii bin küsur yıl öncesinin “üniversite” tanımı üzerinde anlaşmak kolay değil; dünyanın ilk üniversitesini Fas’ta, Harran’da, Hindistan’da veya Bologna’da kabul edenler var, siz de kendi kıstaslarınıza göre takılın…

Üniversiteye LYS ile mi giriliyordu, iki vize bir final mi vardı, Arapça hazırlık okumak farz mıydı, bahar şenliğinde ne yaparlardı, erasmus ile Avrupa’ya giderler miydi bunu bilemiyoruz; tek emin olduğumuz, “kampüse cami isteriz” benzeri tartışmalar ve imza kampanyaları olmuyordu, zaten dönemin en oturaklı camii yanı başındaydı:
Fatımiler, bilimsel düşüncelere önem verdikleri için El Ezher’de fıkıh, astronomi, mantık, felsefe gibi branşlarda eğitim verilmeye başlanmış. Bağdat’taki Abbasi dönemi kütüphanesine benzer şekilde, Kahire’de de önemli bir bilim ve araştırma merkezi oluşmuş, civar ülkelerden araştırmacılar gelmiş, yeni yazılan eserler, çeviriler derken büyük bir kütüphane toparlanmaya başlamış. 
Felsefenin derinliklerine girenlerin dünyanın birçok kültüründe “sapık” damgası yediği çağlarda El Ezher Üniversitesi’nde Yunan filozofların eserleri incelenmiş, yorumlanmış, astronomik çalışmalar yapılmış ve derken Fatımi devleti yıkılarak Selahaddin Eyyubi tarafından yeni ve sünni bir devlet kurulmuş.

Ve tabii ki, mezhep çatışmaları bin küsur yıl öncelere indiğinden Eyyubi Ezher Üniversitesi’ni “reorganize” etmiş. Doğru kelimeyi seçtiğimden emin değilim, ama iddialara göre El Ezher Şii mentaliteden tamamen temizlenmiş, on binlerce kitap imha edilmiş (ki, bir anekdota göre Eyyubi’nin askerleri kitap ciltlerinden ayakkabı tabanı yapmışlar) ve El Ezher Üniversitesi sünni anlayışın en önemli kalesi olarak hizmet vermeye devam etmiş…
Memlükler döneminde yapılan cami ve medreseler, özellikle dört mezhebin her birinin eğitim merkezi bulunan Sultan Hasan Camii bir dönem ön plana çıksa da, Osmanlı fethinin ardından El Ezher Üniversitesi tekrar başrolü kapmış ve sünni islamın otoritesi olarak tanınmış. Napolyonun tepelenmesinden İngiliz yönetimine başkaldırıya kadar çeşitli siyasi hareketlerde de önemli rol oynamış…

El Ezher, yakın tarihte bile yoğun teolojik eğitimi ve dünyanın dört bir yanından gelen meşhur öğrencileri ile ilgi odağı oldu. Siyasal İslamın babası sayılabilecek Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El-Benna üniversitenin en bilinen mezunları arasında yer alır sanırım, bir de Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adını anmamız gerek…
Üniversite, “teo-politik” kimliğinden dolayı tartışmaların odağında yer alıyor. Bir dönem YÖK tarafından El Ezher diplomalarının denkliği kabul edilmedi, hatta El Ezher mezunu vatandaşlar tarafından kurulan dernekler epey bir mücadele verdikten sonra, siyasal ortamın da (bu alanda) yumuşaması ile yeniden denkliğe kavuştu… Üniversite bile dengi dengine çalar demek!

El Ezher, islam (sünni) aleminde kabul gören bir fetva makamı oldukça, akla gelen birçok konuda projektörler üstüne çevrildi; özellikle dinin gündelik hayat ve politika ile olan ilişkilerinde… Kimileri, devletin ve egemen gücün din kurumunu El Ezher’ üzerinden kontrol etmeye çalıştığını iddia etti, kimileri de üniversitenin belli bir dini görüşü yaymak için iktidarlar (zaman zaman da muhalefet) ile işbirliği yaptığını… Kimiler El Ezheri sünni İslamın güçlü bir otoritesi kabul etti, kimileri de bazı aşırı ve kabu edilemez yorumların burada yeşerdiğini…
El Ezher, 1961 yılında modern anlamda “üniversite” statüsünü kazandıktan, mühendislik, tıp, idari bilimler gibi konvansiyonel fakültelere kavuştuktan sonra bile, rektör yerine bir imam/şeyh tarafından yönetilmeye devam etti. Ne yazık ki, din ve siyasetin iç içe girdiği kurumlardan beklendiği gibi El Ezher de “rüzgarın estiği yöne” fetvalar vermeye devam etti.
Örneğin, 2002 yılında (Hüsnü Mübarek’in adamı olarak bilinen) Şeyh Tantavi, faizin haram olmadığı fetvasıyla islam dünyası ve uluslararası finans alemlerinde büyük sürpriz yarattı. Ancak tüm dünyada “coşkuyla” karşılanan fetva ise, Hadis Bölümü Başkanı Prof. İzzet Atiya’nın “Kadınlar, aynı işyerinde çalıştıkları erkekleri emzirirse akrabalık ilişkisi doğar ve taciz olayları yaşanmaz” fetvası idi!
Fetva makamı...
Nihat Hocamızın bile ağzını açık bırakan, oruç tutanları yanlışlıkla su içmeye ve sakız çiğnemeye iten bu fetva, Amarcord’u çeviren Fellini’ye bile feleğini şaşırttı. (bkz. Amarcord’daki “üflemeyeceksin, emeceksin” sahnesi…)  

Sanırım üniversitenin Hadis Bölümü’ne, birbirlerine nikah düşen ve aynı ortamda bulunmalarına teolojik olanak bulunmayan kadın ve erkeklerin, modern çağda birlikte çalışabilmelerine imkan verecek bir dini çözüm bulma siparişi verildi. Bölüm, uzun araştırmalardan sonra işin içinden çıkamayınca, bir kadının iş yerindeki erkeği en az beş kez emzirmesi halinde oluşacak ailevi bağ sayesinde, aynı ortamda başörtüsü takmadan çalışabileceklerine karar verdi. Sebebi ise, bir erkeğe süt annesi ile nikah düşmediğinden, ona haram sayılmaması!

Bu erotik ve pratik çözüm islam dünyasında epey bir ulemayı ayağa kaldırsa da, kimi işyerlerinde coşkuyla karşılandığı ve çay arası yerine süt molası düzenlendiği rivayet olunur. Bu sefer konuyla ilgili bir görsel kullanamayacağım için kusuruma bakmayın… Swinger partilerinin mucidi utanmaz arlanmaz batı toplumunun bile böyle bir çözümü düşünememiş olmasını bir kenara bırakalım ve daha ciddi sorunlara değinelim…
El Ezher Üniversitesi mezunları, islami entelijansiyada çok muteberler ve dünyada “gerçek islam o değil, bu da değil” tartışmaları sırasında herkes dönüp El Ezher’e de bir bakıyor… Nitekim, "Dünya Müslüman Alimler Birliği" Başkanı Yusuf El Karadavi, El Ezher Üniversitesini birincilikle bitirmiş, aynı üniversitede "Kuran ve Sünnet İlimleri" dalında yüksek lisans ve doktora yapmış, çeşitli İngiliz ve Amerikan dergilerinin anketlerinde "dünya üzerindeki 100 etkili entelektüel" listelerine girmiş bir isim...

Ancak, Kardavi’nin "Bütün Esad yanılarını öldürün, arada sivil ve mazlumlar varsa ahirette haklarını alırlar, cennete giderler" diyen, Kaddafi'nin katli için fetva veren, Suriye'deki dul kadınları cihatçılara "helal" kılan, alevi ve şiileri hristiyanlardan daha kafir bulan görüşleri, tüm islam ulemasının görüşleriymiş gibi yansıyarak kabul görebiliyor. bizzat El Ezher üniversitesinin bu konuya el atarak mesai arkadaşlarınızın emzirilmesi konusundan önce, islamın yorumunda ortak kabul görecek açıklamalar yapması gerekiyor…
El Ezher'de Sürekli Eğitim Merkezi Faaliyette...
Konunun bu kadar derinine nerden indik bilmiyorum; biz Kahire sokaklarında dolaşıyorduk ve El Ezher Camii ve üniversite kampüsünün önüne gelmiştik. Amacımızdan sapmayalım ve üniversiteye bir girelim dedik; ancak, Mısır’da ortam çok gergin, üniversite girişinde silahlı polisler, atarlı gençler ve gergin bir atmosfer var; yani, we feel a disturbance in the force…

O zaman biz de El Ezher Camiini gezelim, görelim, tanıyalım. Neyse ki bu sefer camiye girmek için kimse bizden para istemedi, galoşlarımızı geçirip ayakkabılarımız ile avluya daldık… El Ezher Cami, bugünkü yapısına gelene kadar birçok ekleme, tamirat, tadilat geçirmiş ve caminin hayat öyküsü Mısır’ın tarihi/politik geçmişi ile paralel ilerlemiş…
Fatımilerce yapılan ilk yapı, dikdörtgen bir avlu ve çevresinde revaklarla çevrili koridorlar şeklinde. Tolunoğlu Camii yazımda tarif ettiğim mimari burada da görülebiliyor; kıbleye bakan cephede birbirine paralel beş nef (koridor) bulunuyor. Hem mimaride, hem de yapı malzemelerinde eski Mısır, Kıpti, Yunan ve Roma dokunuşları mevcut; nefleri de roma sütunları ayakta tutuyor zaten…
Memlukler döneminde çeşitli eklemeler yapılmaya devam edilmiş, camiye elini atan meşrebince kubbe, minare, Allah ne verdiyse zeyletmiş. El Ezher Osmanlı döneminde de önemini sürdürmüş. Kahire’yi abad eden yeniçeri olarak bilinen Abdurrahman Kethüda, camiyi yaklaşık iki katı büyütmüş, yeni revaklar, mihrap, minber, minare, kapı ve ne gerekirse eklenmiş.
Kethüda'nın yaptırdığı "Berber Kapısı" El Ezher'in en şaşaalı girişi...
Kuzey Afrika esintili bir Şii camisi olarak teolojik hayatına başladıktan sonra Sünni Şafi, Hanefi, Memlük, Osmanlı ve Mısır Arap Cumhuriyeti dokunuşlarıyla ilginç bir mozaiğe dönüşmüş… Bugün de caminin avlusuna girdiğinizde bu kültürel mozaik havasını soluyabiliyorsunuz.
Öncelikle camide gayet rahat, kasmayan, huzurlu bir hava var. Sanki Kahire’nin siyasi gerginliğini kapıda bırakıyor veya üstüne galoş geçirip içeri giriyorsunuz. İnsan bin yıl boyunca sünni islamın fetva merkezi olmuş bir mekana ayak basarken ürperiyor; ortamın ağırlığı ve ciddiyetinden korkuyor.
Ancak cami, adının hakkını verir şekilde bir “toplanma merkezi”; bir köşede hararetle sohbet eden bir grubu, diğer köşede ders çalışan öğrencileri görüyorsunuz. Laptopunu açıp proje yapan, kitabını okuyan, bir sütunun dibine kıvrılıp uyuyanlardan tutun da, cami içinde koşturup oyun oynayan küçük çocuklara kadar kimsenin karışanı yok…
Bu hoşgörü ortamını gördüğümde, bundan sanırım iki yıl önce, ülkemizde bir camide yaz tatilinde düzenlenen Kuran Kursu öğrencilerine, arada eğlensinler diye badminton oynamalarına izin verilmesi üzerine cemaatin kükreyip “bad”mintonu yasaklatması aklıma geldi de… Şu işyerindeki emzirme fetvasını veren hocamıza rast gelseydim bu konudaki görüşünü soracaktım (bir de aklıma takılan birkaç hususu daha…)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"