Kahire Tahrir Meydanı

Bu yazımıza gelinceye kadar Kahire’nin eski şehir merkezinde, orta çağın daracık sokaklarında dolaştık. Tabii şehir geliştikçe, modern ve batılı kentleşme tarzı gündeme geldikçe geniş caddeler, büyük meydanlar ve ferah mekanlar ihtiyacı doğuyor.

Kahire’nin bu ihtiyacını gidermek için Kavalalı’nın torunu, Mısır Hidivi İsmail Paşa yeni bir kent planı hazırlamış ve “Nil’deki Paris”i yaratma hevesiyle kolları sıvamış… Hidiv İsmail, “ben kendimi artık Afrikalı veya Asyalı değil, bir Avrupalı gibi hissediyorum” diyerek niyetini belli etmiş…
Mısır Müzesi bahçesinin hemen arkasında yer alan Hüsnü Mübarek'in parti binasının dumanı halen tütüyor...
Nitekim, Nil’in kıyısına yakın, Paris’in Şarl De Gol meydanı tarzında, büyük bulvarların gelip bağlandığı devasa bir meydan yapmaya karar vermişler. Geniş caddeler, dairesel bir meydan alanı, büyük hükümet binalarının yanında, Mısır’ın Napolyon işgaline karşı savaşan milli kahramanlarından Ömer Makram’ın bir heykeli meydanda yer alıyor… Sen meydanı Paris’e benzetmeye çalış, sonra Fransızlara direnen askerinin heykelini dik!
Neyse efendim, orijinal ismi “İsmailiye Meydanı” olan bu alan, ilerleyen yıllarda Tahrir (özgürlük) meydanı olarak bilinmiş. Tabii bir şehre devasa bir meydan yaparsanız, o meydanda yüzbinlerce insanın toplanmasını da göze almışsınız demektir. Demokrasi bunu gerektirse de, otoriter rejimlerin büyük meydanlardan pek hazzetmemesi doğaldır…
Meydana açılan Mısır Müzesi ve Arap Ligi Binası'nın bol mersedesli kapı önü...
Nitekim, Tahrir Meydanı ilk büyük ayaklanma ev sahipliğini Enver Sedat döneminde, 1977 yılında yapmış. Ekonominin kötüye gittiği, fakirlik ve açlığın kol gezdiği bir dönemde Enver Sedat yardım için Dünya Bankası ve AyEmEf’e başvurmuş. AyEmEf ille de ülke politikalarına burnunu sokacak ya; “ekmek ve temel gıdalar üzerindeki sübvansiyonları kaldır bakayım” diye buyurmuş.

Enver Paşa (bizimki değil, Mısır’ınki) derhal temel gıdalar üzerindeki destekleri sıfırlamış, o fakirlik yıllarında ekmeğin fiyatı %50 artmış. Nasırına basılan halk “Kurtar bizi Nasır” (Cemal Abdülnasır) nidalarıyla yurt sathında ayaklanmış, Kahire’deki isyanların merkezi de Tahrir Meydanı olmuş. Fransız ihtilalinin “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” anekdotunun Mısır uyarlaması, tarihe “1977 ekmek isyanı” olarak geçmiş.
Mısır'da "hijyenik" koşullarda üretilen ekmeğin beslenmede çok büyük bir yeri var; duyduğuma göre, pidemsi bu gıda ürününe besleyici ek maddelerin (protein, vitamin, vb.) katılarak halkın en temel besini olması amaçlanmış...
80 kişinin öldüğü, 500 küsür kişinin yaralandığı olayların sonucunda, Enver Sedat sübvansiyonları geri getirmiş, halk yatışmış, bu sefer de AyEmEf kızmış ve istenilen anlaşma imzalanamamış. Yüksek öğrenimini Mısır’da yapan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “ekmek için Ekmeleddin” sloganında bu olaydan esinlenip esinlenmediğini bilmiyoruz…

Tahrir Meydanı gerektiğinde ne kadar tehlikeli olabileceğini kanıtlamasına rağmen üstüne beton dökülüp kapatılmamış. Sedat gitmiş, yerine Mübarek (Hüsnü) gelmiş, bir de tutmuş parti merkezini (Ulusal Demokratik Parti) Tahrir Meydanı’nın hemen arkasına, Nil kıyısına oturtuvermiş!
Nil kıyılarından Ulusal Demokratik Parti binasının bağrı yanık görünüşü...
Sonrasını az çok biliyorsunuz; fitili Tunus’ta ateşlenen Arap Baharı’nın ateşi 2011 Ocağında Kahire sokaklarına düşmüş. Mübarek’e karşı ayaklanan milyonlarca Mısırlı nerede toplanacak, gösteri ve protesto yapacak? Tabii ki Tahrir Meydanı’nda…

Hatırlarsınız, günlerce Tahrir, yani Özgürlük Meydanından, Mısır halkının tahrir mücadelesini izledik. Değişik yaşlardan, inançlardan, sosyo kültürel sınıflardan gelen yüzbinlerce Mısırlı otoriter rejime karşı hep birlikte ayaklandı. Tabii her bir grup ayaklanma sonrası için farklı senaryolar planlıyordu…
Kahire'ye bir gidişimde Anadolu Ajansı'nın Tahrir Olayları ile ilgili bir fotoğraf sergisi vardı; o günleri en iyi anlatan fotoğraflardan...
Gerek yönetim, gerekse de ordu ayaklanmaya karşı çok sert bir tepki göstermedi diyebiliriz… Evet, ayaklanmaların sonunda epey bir can kaybı vardı; ama değişik şehirlerde milyonlarca göstericinin karşısına en ağır silahlarla dikilen Mısır Ordusu farklı bir tutum izleseydi, yüzyılın en kanlı çatışmalarından birinin yaşanması işten değildi.

Tahrir ayaklanması esnasında, “Öfkeli Cuma” diye adlandırılan günde Hüsnü Mübarek’in parti merkezi binası hiddet ve şiddetin doruğa çıktığı bir an ateşe verildi. Cayır cayır yanışını televizyonlardan izlediğimiz devasa bina bugün halen hayalet bir enkaz olarak Mısır siluetini süslüyor. Hüsnü Mübarek, binası yakıldıktan sonra iki hafta direnebildi ve 11 Şubat 2011 tarihinde istifasını açıklayarak ülkeyi terk etti…
Tahrir isyanı başka bir boyutuyla da dünya literatürüne girdi; feysbuk ve tvitırın politize olduğu, eylem koyduğu ve sakıncalı addedilerek yasaklandığı ilk büyük toplumsal olay olarak kayda geçti. Hükümet, göstericilerin SMS, facebook, twitter ve saire üzerinden organize olarak eylem koyduğunu fark edince mobil iletişim ve internet altyapısını kapattı. Bunun üzerine bazı bilişim şirketleri ve hackerlar Mısır halkının değişik metodlarla internet ağına bağlanabilmeleri ve haberleşebilmeleri için çareler buldu.

Mısır halkının özgürlük mücadelesini destekleyenler, sosyal medyanın bu yeni fonksiyonunu takdirle karşıladılar… ta ki kendi ülkelerinde protestolar yaşanana kadar. Bir diğer kesim de, Mısır ayaklanmasını desteklese de, sosyal medya ve internet üzerinden verilen desteğin uluslararası güçlerin bu mücadeleye burnunu sokması ve kendi çıkarlarınca yönlendirmesi anlamına geldiğini savundular. Hangi teori doğru olursa olsun, organize bir ayaklanma yaşanmasında sosyal medyanın rolü önemli oldu…

Çok şükür ki henüz o günlerde WhatsApp denilen çılgınlık yoktu. Eğer olsaydı aktivistler arasında küçük gruplar kurulur, özellikle kadın direnişçiler her sabah “Günaydın kızlarrrrr! Süperiz, güzeliz değil mi? Gülücük gülücük, öpücük öpücük, alkış alkış” mesajları ve emojileri ile caanım devrimi sulandırırdı…
WhatsApp yorumum latife sadece; yoksa Mısır direnişinde kadınların payı az değildi!
2014 sonlarında, yani olaylardan yaklaşık 3,5 yıl sonra Tahrir Meydanı’na gittiğimde köprünün altından çok sular akmıştı; Mübarek sonrası geçiş hükümetleri, Müslüman Kardeşler yönetimi ve Sisi Darbesi derken Tahrir Meydanı hareketli günler geçirmişti. Sanırım hiçbir otoriter yönetim bundan sonra meydanlarda yüzbinlerce insanın toplanmasını istemeyecekti; o yüzden meydanda büyük bir “dönüşüm” projesi başlatılmıştı…

Tahrir meydanı zaten güvenlik güçlerinin işgali altındaydı; arkadaşlarım da beni sıkı sıkı uyarmıştı: Meydanda sap gibi dikilip fotoğraf çekmeye çalışma, hele ki asker ve polislere doğru kameranı çevirme, zaten Türkiye’den gelmişsin, Selahattin Kalesi’nin tarihi zindanlarını uzun vadeli ziyaret etme diye… Ama ben içimdeki savaş muhabiri ruhumla tutamadım kendimi…
Benim ziyaret ettiğim günlerde Tahrir Meydanı’nda yürütülen yenileme, tadilat ve restorasyon çalışmaları daha ziyade ortalığa kaldırım taşı döşeme odaklıydı. Taksim’deki göz yaşartıcı betonsal dönüşümü gördükten sonra çok da yabancılık çekmedim… Çalışmalar sanki bilerek çok yavaş yürütülüyordu; böylece, “inşaat alanına girmek yasaktır” bahanesi ile her türlü göstericinin ayağı kesilebilirdi.
Yine de Kahire’ye kadar gelmişken Tahrir Meydanı’nı görmeniz, tahririn tahrik ettiği kitlelerin heyecanını bizzat orada duyumsamanız ve fazla şüphe çekmeden kendinizi Mısır Müzesi’nin (gelecek bölümümüz) bahçesine atmanız tavsiye olunur…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"