Kahire Tolunoğlu Camii

The Bekçi Who Loved Me

Efendim, geçtiğimiz haftalarda başınızı Varşova ile şişirmiştim, ama şimdi kış geldi, Chopin’in sokakları buz gibidir, biraz daha ılık diyarlara göç etmenin vakti gelmiştir. Birkaç gün boyunca Mısır’da, Kahire sokaklarında dolaşıp Afrika güneşinin ve Ortadoğu politikasının hararetiyle ısınmak fena bir fikir olmayabilir. İşin politika kısmını mümkün olduğunca bir kenara bırakıp, dünyanın en eski şehirlerinden, büyük uygarlıkları katman katman görebileceğiniz Kahire’nin gizemli sokaklarına adım atalım…

Yazıya küçük bir “seyahat uyarısı” ile başlamakta fayda var; şu anda kritik bir dönemden geçen Mısır’da ekonomik, sosyal ve ideolojik gerginliklerden dolayı elinizi kolunuzu sallayarak dolaşmak çok kolay olmayabilir. Kahire halkının turistlere karşı genelde rahatsız edici bir tutumu yok, tabii zaman zaman kolunuzdan çekiştirenler, sizden ederinin üstünde maddi beklentilere girenler (kazıklamak dememek için amma uğraştım) olacaktır; artık onları gezgin içgüdüleriniz ve tecrübeleriniz ile bir şekilde savuşturun. Ama özellikle fotoğraf çekerken (hele ki asker ve polis yoğunluklu bölgelerde) dikkatli olun, mühim bir iş çeviriyormuşçasına, ajanvari triplere girmeyin.
İsterseniz gezmeye askerle, polisle, siyasi figürlerle pek fazla karşılaşmayacağınız bir noktadan başlayalım. Benim aklımdan geçen, genel bir Kahire turu yerine (ki, böyle yazıları blog aleminde rahatça bulabilirsiniz) belli noktalara odaklanıp detayına girmek. Kahire ve İslam tarihi açısından çok önemli, ama fazla ayak altında olmayan, sakince dolaşabileceğiniz Tolunoğlu Camii ile turumuza başlayabiliriz.

İsmi size oldukça Türk geldi, değil mi? Öyle tabii; camiyi inşa eden Ahmet bin Tolun, Abbasiler döneminde halife tarafından Mısır’ı yönetmek üzere atanan, bir süre sonra bağımsızlığını ilan edip Tolunoğulları Devletini kuran ilk Müslüman Türk beylerinden biri… Yaptırdığı bu görkemli cami ise halen Kahire’nin en eski camisi olarak dimdik ayakta…
İlk cami demişken filmi biraz geri saralım; Mısır’ın Müslümanlar tarafından fethi 7. yüzyılda, ünlü islam komutanı Amr Bin As’ın orduları tarafından gerçekleştirilmiş. Amr bin As, bugün tarihi Kahire’nin içinde kalan Fustat şehrini kurarak yeni yönetimin merkezi yapmış ve Mısır’ın, hatta Afrika kıtasının ilk camisini de inşa ettirmiş. Ancak bu cami zamanla yıkılmış; eski camiinin yerinde bugün yer alan yapı ise orijinal değil.

Emeviler döneminde yönetim merkezi Şam’da iken, Kahire (yani Fustat) Kıpti Hristiyanların vergiye bağlandığı bir vilayet olarak yönetilmiş. Abbasiler zamanında yönetim Bağdat’a kayınca, Kahire biraz daha uzakta kalmış, artırılan vergilerle huzursuzluk yükselmiş ve halife, Abbasi aleminde giderek göze giren Türk komutanlardan birine Mısır valiliğini vermiş. Yani Türklerin Mısır Valiliği meselesi Kavalalı’dan bin yıl öncesine gidiyor…
Tolunoğlu Ahmet Bey, valilik görevi sırasında halifelik ile ayrı düşmeye başlamış ve 868 yılında bağımsızlığını ilan ederek Tolunoğulları Devletini kurmuş. Tolunoğulları, Cuhmurbaşkanlığı forsumuzda yer alan 16 yıldızdan biri olacak kadar forslu bir devlet değil belki, ömrü de 40-50 yıl sürmüş zaten. Ancak Ahmet Bin Tolun bu süre zarfında Şam, Halep, Antakya ve Tarsus’u alarak geniş bir coğrafyaya yayılmış; uzun zamandır ezilen Mısır diyarını abad eylemiş, hastane kurmuş, su kanalları açmış, vergileri düşürmüş, asgari ücreti yükseltmiş, SGK prim affı getirmiş…

Ahmet Kahire’ye vardığında (ki, o zamanlar ismi henüz Kahire değil) Amr bin As tarafından kurulan yerleşim merkezi Fustat’ın az berisinde yeni bir kentsel dönüşüm projesi başlatmış. Fustat, çarşı ve pazarı, idari binaları ile var olmaya devam ederken, kuzeydoğusundaki Cebelyeşkür tepesi çevresinde mütayitler işe koyulmuş ve Kata’i adıyla bilinen yeni bir yerleşim merkezi kurulmuş.

Cebelyeşkür tepesi, yerel inanışta Tufandan sonra Nuhun gemisinin karaya oturduğu yer olarak biliniyormuş. Dünya üzerinde herhangi bir toplum yoktur ki, Nuh’un gemisinin kendi topraklarında olduğuna inanmasın… Biz her ne kadar Ağrı ve Cudi Dağları ile favori olsak da, dağ ve yükselti konusunda daha fakir olan Nil kıyıları da bulabildiği küçük bir tepecik ile iddiaya katılmış.
Kata’i (engülüzcede Quarters), Ahmet Bin Tolun’un yetiştiği şehir olan Irak’ın Samarra şehri model alınarak oluşturulmuş. Planlı bir yerleşim, toplumdaki sosyal sınıflara göre bölünmüş mahalleler, askeri lojmanlar için ayrıca bir bölge… Tabii mahallenin en prestijli parseli (a.k.a. kupon arazi) Tolunoğullarının şanını yürütecek bir cami için ayrılmış…

İşte, orijinal yapısını koruduğu için Kahire’nin en eskisi olan Tolunoğlu camiini gezmek için öncelikle bir taksiye binelim… Kahire’nin çok eski bir bölgesinde, labirentvari ara sokaklarda bulunan camiyi bulmak için fazla maceraya atılmayın; hatta benim taksici bile haritaya uzun uzun bakıp epey bir düşünmüştü. Yapmanız gereken, taksiye bindiğinizde gözleri parlayan şoförünüzün gideceğiniz yeri anladığından ve taksimetre açacağından emin olmak; sakın pazarlığa girmeyin, teklif ettiği parayı kabul etmeyin, taksimetre açtırıp (gezdirilmemek için) yön duygunuza hakim olun.
Ben camiye vardığımda, namaz vakti de olmadığı için hiç kimsecikler yoktu. Avlunun girişinde sandalyelerine oturup müzik dinleyen bir güvenlik görevlisi ve bir (sanırım) din görevlisi bana şaşırarak baktılar. İç avluyu çevreleyen revakların altı halı ile kaplıydı ve ben ayakkabılarımı çıkaracakken bana galoş verdiler ve girişteki “camiye yardım“ sandığını işaret ettiler… Cüzi bir yardımın ardından camiye girdim ve ortada bir cami olmadığını gördüm.

Durun, kızmayın, şimdi şöyle açıklayayım; cami sözcüğünün etimolojisi, “toplanılan, bir araya gelinen yer” anlamını gösteriyor (cami, cem, cemevi, vb.) Zaten Cami, Esma ül Hüsna’dan biri ve Allah’ın “bir araya getiren” sıfatına karşılık geliyor. Dolayısıyla, ortada bir bina olması şart değil; toparlanılan bir alan olması yeterli, zaten islamın ilk yıllarında da namaz için belli açık arazilerde toplanılmış.
Dolayısıyla, Tolunoğlu Camii de Bizans mimarisinden örnek aldığımız görkemli, kubbeli bir yapı şeklinde değil; dört bir yanı revak ile çevrili geniş bir avlu sadece… Yani, camiden ziyade bir kaleye giriyorsunuz; dört tarafı surlarla kaplı geniş bir iç mekandan bahsediyoruz.

Ne kadar geniş? Duvarların dışından ölçüldüğünde 161x161 metre, iç avlusu ise 92x92 metre olan cami alanı, Tolun Paşa’nın tüm ordusunun Cuma namazını kılabileceği cesamette hesaplanmış. Duvarlardan biri kıbleye dönük ve dört duvar da kemerler ile birbirine bağlı revaklardan oluşuyor. Kıble tarafındaki revak, birbirine paralel beş kemerli koridodan (nef) oluşuyor; diğer üç kenardaki revaklarda da ikişer koridor yer alıyor.
Revakların taş işçiliği, sütun süslemeleri, altı adet mihrap, pencereler son derece etkileyici. Sur gibi duvarlarla çevrili mekanın iyi aydınlanabilmesi için tasarlanan pencereler gün boyunca masalsı ışık oyunları yaratıyor:
Caminin itirafhanesi :)
Cami ilk inşa edildiğinde avluda bir yapı yokmuş; abdesthane kısmı iç ve dış duvarların arasında yer alıyormuş. Ancak 13. Yüzyılda Memluk Sultanı Laçin tarafından gerçekleştirilen bir restorasyonda avlunun ortasına kubbeli büyük bir şadırvan kondurulmuş. Cami ve şadırvanın, Katar’da bulunan İslam Sanatı Müzesi’nin ödüllü mimarisine ilham kaynağı olduğu da biliniyor…
Tolunoğlu Camii’nin en görülesi detaylarından biri de, yine Irak – Samarra mimarisinden esinlenilen (apartılan), dıştan helezonik bir merdiveni olan konik minare… Ne zaman yapıldığı kesin olmayan minare hakkındaki rivayetlerden biri şöyle; Tolunoğlu Ahmet bir gün adamlarıyla otururken, dalgın dalgın elindeki ince kağıt şeridi parmağına doluyormuş. İşgüzarın teki “ne düşünüyorsunuz sultanım” diye sual eylemiş… Ulan densiz, Sultan belki haremini falan düşünüyor, hülyalara dalmış gitmiş, ne alemi var bu sorunun? Tolun da bozuntuya vermemek için “camimin minaresini tasarlıyorum” demiş… Sultana “hadi lan oradan, yeme bizi” diyemeyecekleri için dışardan helezon şeklinde merdiveni dolanan parmak gibi minare yapmışlar!
Daha akla yatkın rivayet ise, minarenin çok sonradan Samarra mimarisi örnek alınarak kondurulduğu şeklinde. Hangi rivayet doğru olursa olsun, “ah şu minareye bir tırmanabilseydim” şeklinde iç geçiriyorsunuz ve niyetiniz caminin güvenlik görevlisi tarafından fark ediliyor.
Tolunoğlu camiinde geçirdiğim süre boyunca benden başka bir Allahın kulu olmaması ve Mısır’da paranın bazı kapıları rahatlıkla açması benim de niyetimi gerçekleştirmemde faydalı oldu. Güvenlik görevlisi yanıma yanaştı, minarenin güzelliğinden bahsetti, aslında çıkmanın yasak olduğunu, ama hazır kimse yokken… falan filan… eh, birkaç kuruş da bahşiş… derken, adamın eline tutuşturduk bir şeyler…
Eline anahtarı aldı, dış avluya geçip minareyi çevreleyen basamakların girişindeki kilidi açtı, 10 dakika içinde tırmanıp geri dönmemi rica etti, ben de fırsatı kaçırmayıp rivayete göre “atla bile çıkılabilen” merdivenleri tırmanıp Tolunoğlu Camiine ve Kahire’ye bir de tepeden baktım… Nuh’un gemisinin buralarda karaya oturduğuna bir kez daha ihtimal veremedim doğrusu; hani birkaç kilometre ötede yükselen ve Kahire Kalesi ile Mehmet Ali Paşa Camiine ev sahipliği yapan tepe olsa bir derece…
Sürem dolduğunda tekrar aşağıya indim, bekçimiz gizlendiği yerden çıktı, aceleyle girişi kilitledi, ben hiç orada bulunmamışım ve birbirimizi tanımıyormuşuz gibi farklı yönlere doğru uzadık… Altı üstü bir minareye çıktık yahu, sanki bir James Bond macerası mübarek… Ama öyle düşünmeyin, ne de olsa Roger Moore’un “Beni Seven Casus” filminde bir sahne burada çekilmiş! Şu garip kulunuzun macerası ise daha mütevazi; “Beni Seven Mısırlı Bekçi”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"