Kahire Sokaklarında Günlük Yaşam

Yawaaeeşşş Yawaeşşş

Kahire tefrikamızın bugüne kadar olan bölümlerinde Mısır’daki kadim uygarlıkların izini sürdük, firavunlardan başlayarak İskender’i, Romalıları, Koptikleri, Eyyubileri, Memlükleri, Osmanlıları, Kavalalıları, Abdülnasır’ı anlata anlata Tahrir Meydanına ve Arap Baharına kadar geldik. Şimdi, Mehmet Ali Birand misali bir anons yapalım, “Sokaktaki Mısırlıyı” tanıyalım, şehrin bugününde bir gezintiye çıkalım… Bu sefer sizi uzun yazılarımla baymak yerine, çektiğim fotoğraflarla gözünüzü, gönlünüzü açmaya çalışacağım, buyurun beraber seyreyleyelim:
Ya bu deveyi güdersin...
Kahire’ye indiniz, trafiği atlatıp otelinize indiniz. Eğer Nil’e bakan bol yıldızlı otellerden birine yerleştiyseniz şehrin keşmekeşine girmeden önce iyice dinlenin, manzaranın keyfini çıkarın ve otelin cafe veya barlarında bulunan taze sıkılmış meyve sularından için… Gerek Tunus’ta, gerekse de Mısır’da kaldığım sürelerde hayatımın açık ara en lezzetli limonata, çilek ve sair meyve sularını içtim, bir kenara not alın.
Dolaşmaya çıkmadan önce en şık kıyafetlerinizi, beyaz pantolonunuzu, pırıl pırıl ayakkabılarınızı giyip hazırlanın… Şaka yahu, sakın ha, olabildiğince günlük, sıradan giysilerinizle, tebdil-i kıyafet çıkın dolaşmaya. İki sebepten dolayı; birincisi, çok şık görünürseniz sokakta insanlar sürekli kolunuzdan çekiştirip bir mal/hizmet satmaya çalışacaklar.
İkinci sebep ise, Kahire’nin şehir merkezinin ne yazık ki çok pis olması. Ama öyle böyle bir pislik değil; eğer benim gibi burnunuzu her deliğe sokmaya, şehrin günlük yaşamına tanık olmaya niyetliyseniz, zaman zaman ayak bileğiniz hizasında çöplerin içinde yürüyor olacaksınız. Yine de gözünüz korkmasın, memlekete dönüşte sıkı bir dezenfeksiyonu göze alıp dalın sokaklara…
Bir şehri anlatmaya çöplerinden başlamak hoş değil tabii; ama gezgin dostlarımızı uyarmakta fayda var. Şehir merkezinde çöplerin toplanmaması ile ilgili çok çeşitli sebepler anlatılıyor; çöp toplamanın kısmen özelleştirilmesi, ancak taşeron şirketlerin işi savsaklaması; bitmek bilmez politik çekişmeler yüzünden belediyeyi ve hükümeti zor duruma düşürmek, itibar kaybettirmek için kasten toplanmayan çöpler, çöp evlerde yaşayanlar vesaire…
Havadan Kahire: Bir distopya filmi seti gibi...
2013 yılında, Mısırla aramızın (siyasi anlamda) günlük güneşlik olduğu günlerde Çevre Bakanlığımız Kahire Belediyesine 150 adet çöp kamyonu bağışlamış. Büyük bir sevinçle kabul edilen bu yardım, aramızın papaz olduğu dönemde gözden düşmüş. Çöp kamyonları bir süre kullanılmamış, ama sonra üzerlerindeki “Türkiye” logoları, resimleri bantlarla kapatılarak tekrar hizmete sokulmuş. La havle vela kuvvete…
Tabii tek sorun çöp değil; Kahire dediğin, Nil nehri kıyısında olduğu kadar çölün de kenarında. Her daim bir rüzgar, toz, duman vakası da yaşanıyor. Şehrin üzeri sürekli sarımtırak bir toz tabakasıyla kaplı, parmağını nereye sürsen sarı bir toz... Bu yüzden Kahire’de çekeceğiniz fotoğraflarda doğal bir sepia filtresi hep mevcut olabilir…
Çöpleri, kirliliği göze aldınız ve şehirde dolaşmaya çıktınız. Şimdi, kıyafetle ilgili uyarının ilk maddesine dönelim; siz Mısır’da turistsiniz ve bu toprakların yazılı olmayan kuralları sizi Kahireli esnaf ve işportacılardan bir şeyler almaya mecbur tutuyor. Halk, bir şey almak istemezseniz anayasal bir suç işlemişsiniz gibi üzerinize çullanıyor. Hani polis çağırsanız, ederinin on katı üstünde bir mal almadığınız için suçlu çıkabilirsiniz.
Tabii ki esnafın elinden bir şey almadan kurtulmak mümkün, ama öncelikle çok kararlı bir tutum takının. Satmak istedikleri mala yan gözle hafifçe bakıp ilgi gösteriyormuşsunuz gibi yaparsanız kurtuluşunuz yok. Malı elinize tutuşturup, “artık senindir, paramı ver” tripleri, kendini yere atmalar, üstünü başını paralamalar, aç bi ilaç ev ahalisinden söz etmeler derken, hele ki yufka yürekliyseniz, işiniz zor.
Bir süredir Kahire’de yaşayan bir arkadaşım şöyle bir deneyim ve gözlemini paylaşmıştı. Sokaktaki bir Mısırlıya durduk yerde para verirseniz, sebebini, hikmetini sormadan alıp gidiyormuş. Dünyanın başka birçok fakir ülkesinde bile insanların “bu parayı bana niye veriyorsun, sadaka mıdır, bahşiş midir, nedir” diye sorgulayacağını, ama Kahire’de havadan gelen bir parayı kimsenin reddetmediğini söylemişti.
Yazdıklarımın acımasız olduğunu düşünmeyin; çünkü gerçekten iç acıtıcı bir durum. Evet, Mısır halkı fakirlik içinde, gelir dağılımı adaletsiz, halk haksızlığa uğradığını düşündüğü için sürekli öfkeli ve çaresizlikten herkes önüne gelene bir şey satmaya, para tırtıklamaya çalışıyor. Arap Baharı boşuna patlamadı bu diyarda… Ama yine de gönül ister ki, biraz daha gururlarını, saygınlıklarını koruyarak ekmek parası çıkarmaya çalışsalar ve biz gavurlara sürekli kazıklanıyormuş hissi yaşatmasalar…
Karnınız acıkınca...
Şimdi, aklınıza şu taktik gelmiş olabilir. Türk olduğumu söylesem, Müslüman din kardeşi, yapıver bir güzellik falan… Sakın ha! Satıcıdan ilk duyacağınız tekerleme, ağzını yayarak patlatacağı bir “Hassan Şaşş, yavaeş yavvaaeşşş” olacaktır. Mısır’da istisnasız her vatandaşın ezbere bildiği bu tekerleme, firavun laneti gibi tüm seyahatiniz boyunca sizi takip edecektir.
Bu tekerlemeyi ilk duyduğumda ilgimi çekmişti; söyleyen gencecik bir çocuk! Ulan, bizim nesil bile Hasan Şaş’ı çoktan unuttu, bu sübyan nereden biliyor? Hakan Şükür diyorsun, Arda Turan diyorsun tık yok! Varsa yoksa Hasan Şaş, hem de yavaş yavaş… Daha sonra karşılaştığım 1567 satıcı daha “Hasan Şaşş, yavaeş yavaeş” diye höykürünce işin aslını astarını öğrenmeye çalışıyorum. Yaygın inanışa göre, 2002 Dünya Kupası ilk maçında Hasan Şaş Brezilya ağlarına o muhteşem golü takınca Mısır’da büyük coşku yaşanmış ve Hasan Şaş’ın yanına yavaş yavaş zarfını takmışlar.
Amaa, bir diğer rivayete göre, Mısır’da meşhur aganigi bir filmde, cilveli hatunumuz aceleci erkeğini “Yavaş yavaş Hasan Şaş” diyerek dizginlemiş ve bu tekerleme dillere pelesenk olmuş. Yani bizim “Beş Dakikada Beşiktaş” veya “Kartal Pendik Gittik Geldik” gibi bir şey. Hangi rivayet doğru olursa olsun, Kahire’de bulunduğunuz süre boyunca Hasan Şaş’ın kulaklarını çınlatacaksınız!
Sanırım 2009’da Mısır’da bir futbol takımı Hasan Şaş’ı transfer etmek istemiş, ama olmamış… Hasan buraya gelseydi, sanırım Mısır’ın kahramanı olur, Arda Turan’dan bile daha afili bir hayat sürerdi… Heyhat, kısmet değilmiş, Hasan Türkiye’de futbol geyikçiliğine devam ediyor sanırım.
Ama Kahire’de meşhur olan tek Türk Hasan değil tabii; Türk dizilerinin meşhur oyuncularına tüm Mısır halkı hayran ve onların yer aldığı reklam afişleri caddeleri süslüyor. Ben Kahire’ye gittiğim sırada Duru sabunları pazara girmek için Tuba Büyüküstün’ün karizmasından faydalanıyordu:
Makyaj, estetik, mücevher ve benzeri feminen konular Mısır’da son derece ilgi görüyor. Hem kadının tarihinde, hem de Mısır’ın tarihinde en popüler konulardan; dünyanın en eski medeniyetlerine ait arkeolojik bulguların çoğunun bile incik, boncuk, takı vesaire olduğunu düşündüğümüzde, kadınların dış görünüm ve süslerine önem vermeleri kültürler üstü bir olgu olmalı… Mısırlı (ve dahi diğer Arap ülkelerindeki) kadınların makyaj konusundaki ustalıkları dikkati çekiyor…
Her ne kadar günümüzde kadını baskılayan bir rejim altında bulunuyor olsalar da, Mısırlının fıtratında var süslenmek… Binlerce yıl öncesinde, firavunluğun hüküm sürdüğü günlerde bile Mısır kadını gümüş aynalar karşısında makyaj yapar, çeşit çeşit mücevher takarmış. Ancak kadının toplumdaki yeri edilgen bir süs bebeğinden daha ilerideymiş…
Eski Mısır’da kadınlar mal varlığı edinebiliyor, iş güç sahibi olabiliyor ve kazancını istediği gibi harcayabiliyormuş. Boşanabiliyor, yeniden evlenebiliyor, işçi çalıştırabiliyormuş. Kadına şiddet cezasız kalmıyormuş!
Kadın girişimcilik
Filmi birkaç bin yıl ileri sardığımızda kadının toplumsal statüsünün gerilemiş olduğunu kabul edebiliriz. Kadına yönelik bir cinsel taciz davasının ancak 2008 yılında erkeğe ceza verilmesi ile sonuçlandığını ve büyük gürültü kopardığını duymuştum. Mısır’da kadınların (Müslüman veya koptik) halen büyük çoğunluğunun sünnet ediliyor olması, dinden bağımsız olarak birçok kültürde kadının daha zor şartlarda yaşamaya zorlandığını gösteriyor…
Mısırlılar toplumsal yaşamları konusunda fazla sır vermiyorlar; nispeten dışarı kapalı bir toplumlar. Bunun tek sebebi dini bir taassup değil; Mısırlıların, Mısırlı olmalarından kaynaklanan değişik bir gururları, kendilerini bir şekilde üstün görme alışkanlıkları var. Her ne kadar firavunluk dönemlerini, bugünkü dini inançları açısından pek hayırla yad etmiyor olsalar da, uygarlığın, bilimin, astrolojinin temeli olmaktan dolayı vakur bir tavırları hep var.
Mısır’ın bugününü, modern ve gelenekselin (ülkemiz de dahil) Ortadoğu coğrafyasındaki kan uyuşmazlığı ve kimi zaman şiddetli savaşını, iki hayat anlayışı arasında kalmış Mısırlının çelişkilerini, kadının, erkeğin, çocuğun sırtındaki ağır yaşam yükünü, özellikle kozmopolit Kahire’nin tarihi ve modern mahallelerindeki hikayeleri en güzel anlatan yazarların başında Nobel Edebiyat Ödüllü Necip Mahfuz gelir. Ama dedim ya, Mısırlılar bu konuların ortalığa dökülmesinden, bilinip tartışılmasından fazla hazzetmezler; bu yüzden Necip Mahfuz da Nobel başarısına rağmen Mısır’ın en gurur duyulan evladı olamamıştır.
TGI Friday: Aslında bir islam ülkesi için çok geçerli bir slogan!
Mahfuz’un en önemli eserlerinin başında sanırım Kahire Üçlemesi gelir; üç roman ile Kahireli bir ailenin üç kuşağı üzerinden Mısır’ın 20. Yüzyıl ilk yarısını anlatır; ülkenin geçirdiği hızlı değişim, ayak uyduranlar, uyduramayanlar, uydurmak istemeyenler, değişimin ikilemlerini yaşayanlar iyisiyle, kötüsüyle, zaafları ve hasletleriyle anlatılır. Ancak kimi kesimler tarafından, Mısırlının zaaflarını ve kötü yönlerini de konu ettiği için şiddetle eleştirilmeye başlanır.
Toplumsal gerginlikler: Hızlı ve Öfkeli Mısır gençliği!
Mahfuz, özellikle Cebelavi Sokağının Çocukları romanı ile büyük ses getirir, kendi de bu sesin altında ezilir. Kitap Kahire’de büyük bir konakta yaşayan güçlü ve varlıklı bir adamla oğulları arasında yaşananları konu etse de, bu alegorik roman insanlığın ve kutsal dinlerin tarihine göndermeler yapmaktadır. Radikal kesimler arasında büyük tepki gören kitap uzun yıllar İslam coğrafyasında basılamaz.
1988 yılında Necip Mahfuz Nobel’i kazandığında, bizim de hiç yabancısı olmadığımız tartışmalar başlar Mısır’da… Edebi yeteneği tartışmasız olsa da, Necip Mahfuz Mısır’ı satmak, kötü göstermek, kirli çamaşırlarını ortalığa dökmekle suçlanır. Onlara göre batı dünyası, Mısır’ın kutsalı ile alay ettiği, geleneksel değerlerini küçültüp modernleşme karşıtlarını eleştirdiği için Mahfuz’u nobelle ödüllendirmiştir! Tartışmalar tanıdık geldi mi?
Bir yanda da Nil'de kürek çeken gaymag tabaka...
Ve sonunda Mısırlı radikal bir arkadaş konuya radikal bir çözüm getirir ve der ki: “Bu Mahfuz’u Cebelavi Sokağı’nı yazdığı zaman gebertmiş olsaydık, Salman Rüşdi Şeytan Ayetlerini yazmaya cesaret edemezdi”. Ve böylece fetvadan vazife çıkaran bir Mısırlı, 1994 yılında Necip abimize bıçakla saldırır, öldüremez, ancak boyun sinirlerini harap ederek sağ kolunu felce uğratır. Ömrünün geri kalanında yazı yazmakta çok zorlanır ve böylece Mısır’ın “hain” yazarı “hak ettiği” cezaya kavuşur. 
Mısırlının öfke patlaması...
Mahfuz’un özellikle Kahire’deki hayatı, Kahire insanını betimlemedeki mahareti, aynısını Çukurova insanı için yapan Yaşar Kemal’i, İstanbul insanı için yapan Orhan Pamuk’u hatırlatır. Mahfuz, Kahire ile öylesine bütünleşmiştir ki, hayatı boyunca, Nobel töreni için bile, yaşadığı şehirden ayrılmaz. Romanlarının kahramanlarını ve öykülerini Kahire sokaklarında bulur ve bu uğurda kahve kahve dolaşır.
Mahfuz’un en sık uğradığı kahvelerden biri, Kahire’nin meşhur Han el-Halil Çarşısındaki El Fişavi kahvehanesidir. Necip abinin bu kahveye sık sık uğrayarak etrafını gözlemlediği, hikayelerini kaleme aldığı bilinmekte. Fişavi kahvesi, Mahfuz’dan önce de edebiyatçıların uğrak yeri olmuştur; yaklaşık 10 yıl boyunca Kahire’de yaşayan Mehmet Akif Ersoy da bu kahvehanenin müdavimlerindendir.
Sokaklara taşan El Fişavi kafe...
Hal böyle olunca, Fişavi kahvesi her daim turistlerin uğrak noktası oluyor. Kendi hikayesi, meşhur müdavimleri olan, 1773’ten bu yana 24 saat açık bir kahvehanedesiniz. Kocaman aynaları, arabesk ve biraz da rüküş süslemeleri, kimi hızla devinen, kimi de sanki doğduğundan beri orada oturuyormuş izlenimi veren müşteri kitlesini gözlemledikten sonra Han El Halil turunuza başladığı yerden devam edin.
Fişavi’nin en önemli özelliği, Mısır’ın Kapalıçarşısı, Mısır Çarşısı, Mahmutpaşası, Eminönüsü, Samanpazarı, Kemeraltı ve aklınıza ne gelirse varsayabileceğiniz Han El Halil’in içinde yer alması. Han El Halil, Kahire’de oryantal havayı koklayabileceğiniz, Mısır’la ilgili satın almayı düşünebileceğiniz her şeyi barındıran büyük bir çarşı.
Çarşı'yı sabah erken görmeyin sakın, fare ölüleri toplandıktan sonra gezin...
14. yüzyılda Kervansaray olarak yaptırılan çarşı, 16. Yüzyıldan sonra giderek büyüdü ve labirent gibi sokaklar, koridorlar, çıkmazlar ile büyük bir bölgeye yayıldı. Vaktiniz varsa bütün bir günü geçirebileceğiniz çarşıda en çok duyacağınız tekerlemeyi artık biliyorsunuz: Hasan Şaaeşşş, yavaeş yavaaaeşşş….
Ben pazarlık yapmayı ve kazık yiyormuş hissine kapılmayı hiç sevmediğim için esnafın çağrısına kulak tıkayarak hızla dolaştım; eğer dükkanlardan birine kolunuzu kaptırırsanız ve yüzünüz de biraz yumuşaksa, yarım gününüzü orada geçirebilir, sıkı bir pazarlıkla fiyatları aşağı indirebilir, yine de kazığınızı yiyerek elinizde “bunu niye aldım lan” diye bakakalacağınız bir eşya ile mekandan ayrılabilirsiniz… (Mısır anayasası Madde: 17 – Kahire’ye gelen bir yabancı alışveriş etmek ZORUNDADIR)
Çarşı'da yok yok!
Biz çarşının gürültüsünden El Fişaviye sığınalım… Başka bir kahve de olur tabii; Kahire, kahvehane kültürünün en geliştiği şehirlerden biri. Ahwa (kahve)’den türetilen, bizim gıraathanelere benzer tembellik mekanlarının sayısı bilinmiyor; küçücük bir mutfağın önüne atılan bir-iki masa, 5-6 taburelik mikro işletmeleri sayınca Kahire’de onbinlerce kahvehane olduğu söylenebilir.
Kahvelerde oturduğunuzda seçenekleriniz kısıtlı; çok şekerli çay, daha çok şekerli kahve içmek veya nargile tüttürmek… Kahvelerde akşama kadar boş oturan epey bir nüfus olduğu için nargile bu diyarlarda iyi iş yapıyor…
Vaktimiz bol nasılsa...
Abime şekerli bir kahve yapayım!
İster kahvede otursun, isterse de sokakta yol kenarında kazık çaksın, Kahire’de önemli bir oturan adam kültü mevcut! Tesadüf ettiydi, aynı yerden birkaç saat arayla geçmek zorunda kaldıydım, sokağa sandalyesini atıp pinekleyen amcayı saatler sonra aynı konumda gördüm. Bu insanlarda, hayatın sırrını çözmüş olmak ve hareket etme ihtiyacı hissetmemek gibi bir tavır var; ortalıkta yürüyen, koşturan senin, benim gibi insanlara acıyarak bakıyorlar.
Mısır, antik dönemden bu yana mistik/gizemci inanç sistemlerinin ana yurdu olduğu için bu durumu çok yadırgamamak lazım. Bu inanç sistemlerinde önemli olan, çok az kişiye bahşedilmiş gizemli bilgiye sahip olmaktır. Oturan adamların yüzündeki dinginlikten, umursamazlıktan anladığım kadarıyla bizim bilmediğimiz, öğrenmek için koşturup durduğumuz hikmete onlar sahip!
Az sayıdaki duran/oturan adamları saymazsak, şehrin geri kalanı çılgın bir devinim halinde. Ama çok çılgın! Kahire trafiği, sanırım dünyanın en berbatları arasında ilk üçe girer; sadece sıkışıklık açısından değil, vahşet ve kana susamışlık açısından da… Kahire trafiği anlatılmaz, yaşanır, onbinlerce aracın hiçbir kural, kaide tanımadan iç içe geçtiği müthiş bir kaosun benzeri azdır.
Kahire trafiğinde tüp kamyonu
Trafikteki tek geçerli güç kornadır. Ama ne korna… Her araç durmaksızın kornaya basarak kendine bir yol açmaya çalışır. Nasıl olduğunu anlamış değilim; korna dalgaları ile yaratılan vibrasyonun diğer araçlarla rezonansa girerek onları parçalaması mı bekleniyor? Korna çalmayana kız mı vermiyorlar? Nedir, çözemedim…
İstiap haddinde had yok!
Yol biraz olsun açıldığında da korkunç bir slalom, makas, şerit ihlali, sollama, sağlama ve ne gerekiyorsa itinayla yapılıyor. Araçlar arası küçük sürtüşmeler de kusur sayılmıyor, yallah yola devam! Araçların istiap haddinden tutun da emisyon sınırlarına kadar hiçbir düzenleme söz konusu değil; tam bir Mad Max dünyası!
Nil trafiği de aşağı kalır değil...
Mısır’da kaldığımız sürede bize tahsis edilen küçük minibüs ve şoförünü asla unutamayacağım! Elindeki sınırlı imkanlarla (külüstür bit Hyundai minibüs) böylesine harikalar yaratan bir sürücü, Hollywood’da olsa dublörlerin ordinaryüs profesörü olarak kürsü sahibi olur. O nasıl bir ataklık, boş bulduğu her deliğe minibüsü sokma, sollama, sağlama, makas ve daha neler!
Şoförümüz direksiyon başında ışık hızına çıkmak üzere...
Los Angeles’ta, Hollywood Bulvarında kalırken şans eseri denk geldiğim bir film sahnesi çekimini unutamayacağım… Spin atarak hafif bir kaza ile sonuçlanacak 30-40 saniyelik bir araçla kovalama sahnesi için bir gün boyunca hazırlıklar, provalar, denemeler yaptılar, ne eziyet çektiler. Kahire bu açıdan bakıldığında non-stop bir aksiyon film platosu!
Bir ara şoförümüze şöyle bir iş teklif etmek istedim; Avrupa ve Amerika’dan macera turizmi peşinde müşteri getireceğim, bizim elemanın minibüsünde, Kahire’de bir-iki saatlik rastgele bir tur atacaklar ve adam başı 200 dolar para keseceğim! Abartmıyorum, adrenalin tutkunları sıraya girer, iki saatlik turun sonunda altlarına s.çarlar!
Vintage arabalar istemediğiniz kadar!
Maceraların en korkuncunu Giza’da bir çevre yolunda yaşadık; dört şeritli yolun en sol şeridinde saatte 110 ile falan gidiyoruz. Sağımızda da çılgın bir tır bizi 120 ile sağlamaya çalışıyor. Tam o sırada, refüjde beyaz kefeniyle (lafzen ve mecazen) bir Mısırlı amca gördüm; adam birden bizim aracın önüne atlayıp karşıya koşmaya başladı. Ben feryadı basıp kan gölünü görmemek için gözlerimi kapadım; çünkü bizim minibüsü sıyırsa, sağımızdan gelen tırı kurtarması mümkün değil!
Adam hızla koştu, bizim minibüsten milim farkla sıyrıldı ve nasıl becerdiyse, momentum kurallarına aykırı şekilde, zınk diye durdu! Bizim minibüs ve eşşek gibi tır amcamın önünden ve arkasından, onar santim mesafeyle rüzgar gibi geçti! Rüzgar tünelinden çıkan amcam ise, bizden sonra sakince yolu geçmeye devam etti.

Mısır trafiğinde yaşayabileceğiniz maceranın limiti yok. O yüzden, iyi bir şoför bulup, hiçbir yere gitmeseniz bile Kahire sokaklarında bir tur atın, adrenalininizi zirveye vurdurun. Hem de bu sırada Kahire’nin tuğla ve sıva ağırlıklı siluetini, şehrin iç açıcı (!!) genel manzarasını izlersiniz.
Ne yazık ki bu kadim şehrin genel silueti bitmemiş inşaatlar ormanından oluşuyor. Türkiye’den geldiğimiz için manzara bize yabancı değil diye düşünebilirsiniz, ama durum çok daha korkunç! Duyduğuma göre, Mısır’da bir binanın dış cephe işleri bitirilir ve sıvası, boyası tamamlanırsa, okkalı bir emlak vergisi geliyormuş.
Boyayı, sıvayı boşver; önemli olan güvercinler! 
O yüzden, müteahhit kardeşlerimiz binayı bitirip, içini güzelce döşeyip dışını çıplak bırakıyorlarmış. Derler ki, dışarıdan harabe veya bitmemiş inşaat gibi görünen nice apartmanın içlerinin gayet temiz ve lüks olması vaka-i adiyedendir…
Ben Kahire’de sıvasız bir apartmana misafir olacak kadar kalamadım, size de böyle bir deneyim nasip olma ihtimali yüksek sayılmaz; o yüzden, birkaç haftadır devam ettirdiğimiz Kahire tefrikasından mutlaka gezilesi yerleri bir kez daha hatırlatarak çenemizi kapatalım:
  • Tabii ki Giza piramitleri
  • Ve ardından Mısır Müzesi
  • Tahrir Meydanı
  • Nil kıyıları, Cezire adası, Zemalek mahallesi (gece ve gündüz)
  • Koptik Kahire
  • İslami Kahire (Tolunoğlu Camii, Vezirkapı caddesi, Ölüler Şehri, Memlük camileri)
  • Kahire Selahattin Kalesi
  • El Ezher ve Han El Halil Bölgesi 

…ve gerisi size kalmış. Dünyanın aynı anda en ölü ve en yaşayan şehrinde yavaş yavaş (Hasan Şaş) dolaşın bakalım…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"