Mısır Müzesi

Walk Like an Egyptian

Bir önceki yazımızda Kahire’nin meşhur Tahrir Meydanı’nda dolaşmış, özgürlük için ayaklanan kitlelerin çığlıklarını hissetmiş, size ille de bir şey satmak isteyen kitlelerce taciz edilmiştik. Şimdi de binlerce yıldır bu topraklarda, veya kumlarda yaşayan bu halkın geçmişini tanımak, kültürlerine aşina olmak için Mısır Müzesi’ne doğru yürüyelim… Ama nasıl yürüyelim? Tabii ki Mısır’lı gibi! Bangles’in “Walk Like an Egyptian” şarkısını duymayanınız, her kulağınıza çalındığında kollarını dirsekten kırıp birbirine paralel, biri öne, diğeri arkaya sallayarak yürümeye çalışmayanınız yoktur sanırım:

Slide your feet up the street bend your back
Shift your arm then you pull it back
All the kids in the marketplace say
Ay oh whey oh, ay oh whey oh
Walk like an Egyptian
Müzenin kapısına geldik, şimdi ciddileşelim ve adam gibi yürüyelim. Daha önce de yazdığım gibi, Kahire gayet gergin, biz de Tahrir Meydanı’nın kenarındayız, her yer ağır silahlı asker ve polislerle kaynıyor, hele ki müze oldukça kritik bir yer ve dikkat çekmek istemeyiz.

Kapıda biletinizi aldıktan sonra bir müddet bahçede oyalanmanızı tavsiye ederim. Ana binaya girerken fotoğraf makinanızı emanete bırakmanız gerekecek, bu yüzden bahçeye serpiştirilen binlerce yıllık buluntuların arasında biraz zaman geçirmek istersiniz sanırım. Müze girişindeki emanetin aslında “Allah’a emanet” olduğunu fark edeceksiniz; o yüzden müzeyi gezeceğiniz gün yanınızda en cicili bicili objektifli falan aletinizi bulundurmayın.
Müze binasının girişindeki sütunlardan, bu yapının 1897 – 1901 yılları arasında inşa edildiğini okuyabiliyoruz. Fransız mimar Marcel Dourgnon’a neoklasik tarzda yaptırılan müze binası, dünyadaki ilk oricinal müze örneklerinden (yani, müze olması amaçlanarak yaptırılan binalardan) biri olmuş.
Ancak ilginç bir anekdot olarak vurgulamam lazım; Mısır’da eski uygarlıklara ait eserlerin korunması için emir veren, bu eserlerin ticaretini yasaklayan kişi Kavalalı Mehmet Ali Paşa olmuş. 1835 yılında küçük bir bina ve bahçesinde kazılardan bulunan bazı eserler saklanmaya başlanmış ve Ezbekiye Bahçesi bugünkü müzenin babası olmuş. 
Binanın çevresinde dikilitaşların, heykellerin, firavunların, anubislerin, sfenkslerin arasında dolaşıp fotoğraf çekme ihtiyacınızı giderin. Dünyanın dört bir yanından gelen turistlerle birlikte, müzeyi gezmek isteyen çılgın Mısırlı gençler heykellerin önünde “bu tarz benim” pozları veriyor olacaktır:
Firavunmuşuz gibi çek panpa!
Müzeye girdikten sonra, devasa binanın içinde yol yordam bulmaya çalışın bakalım… Kahire’de olduğumuz için yanınıza yaklaşan, kolunuzdan çekiştiren, yolunuzu kesen onlarca “gönüllü” turist rehberini aşarak salonlardan birine dalın (veya bir rehber tutun, orası sizin bileceğiniz iş…)

Müzede kayıtlı eser sayısı 120,000 – 150,000 civarı görünüyor, son derece zengin bir koleksiyon tabii ki… Ama yine de söyleyebiliriz ki, bunlar Fransız ve İngiliz yağmasından geriye kalanlar. Mısır uygarlığına dair en nadide eserlerin Louvre’da, British Museum’da görülebiliyor olması çok acı tabii…

…Diye düşünüyorsunuz, ama müzeyi gezmeye başladıktan bir süre sonra “yahu, iyi ki bu eserleri kaçırmışlar da uygar, temiz bir ortamda, yanında detaylı açıklamalarıyla görebiliyoruz” düşüncesi de aklınızı kurcalıyor.
Mısır Müzesi, ne yazık ki başarılı bir organizasyona ve sergileme tekniğine sahip değil. Loş ve tozlu bir ortam, havasız bir bina, yanında açıklama olmayan eserlere bön bön bakmanız, her an kulağınızın dibinde size rehberlik etmek isteyen bir Kahireli’nin çığırtısı birleşince keyfiniz kaçıyor…

Tunus’un Kartaca ve Bardo müzelerini tanıttığım yazılarda, bölge halkının antik tarihlerine, kültür ve buluntularına karşı çelişkili duygularını bir miktar tarif etmiştim… (Ekseriyetle) Müslüman ortalama Mısırlı’nın gözünde, firavun soyu kafirlerin kültürünü sergilemek hem hoşlarına gitmeyen bir durum, hem de ekmek kapısı olduğu için mecburen katlandıkları bir olgu…

1800’lerde Avrupalılar her türlü firavun lanetine rağmen piramitleri yağmalarken, Mısırlılar da buldukları eserleri taş niyetine kullanıyormuş. Geçenlerde feysbukta bir fotoğraf görmüştüm; 1900’lerin başında, iki Mısırlı kardeşimiz resmen işporta tezgahı açıp sokakta mumya satıyorlardı! Mumyaların fazlasını da lokomotiflerin kazanında yakarak tren yürütmüşler!
Mumyacılar arasında nekrofili yaygın olduğu için, güzel kadınları öldükten 3-4 gün sonra mumyacıya verirlermiş... Nitekim geçtiğimiz yıllarda Mısırlı ulema da "bir kadın ile öldükten kaç saat sonraya kadar ilişkiye girilebileceği" üzerine fetva yayınlamıştı; demek tarihlerinden gelen bir sapıklık...
Nitekim, 2011 ayaklanmaları sırasında öfkeli topluluklar zaman zaman müzeye de yönelmiş. İlk başlarda sağduyulu bir kesim müze çevresinde insan zinciri oluşturarak müzenin tahrip edilmesini, paha biçilemeyen koleksiyonun yağmalanmasını önlemeye çalışmışlar. Müzeye ilk ciddi saldırıda, iki mumya ile on civarında heykel zarar görmüş; ancak, ilerleyen günlerde göstericiler müzeye dalarak ortalığı talan etmişler.

Tabii ki asıl amacın müzedeki değerli eserlerin gizlice kaçırılıp koleksiyonerlere satılması olduğu anlaşılıyor; ama yaşananlara biraz da “huzursuz gençlerin haklı görülebilir öfkesi” sosu katılarak olay yumuşatılıyor. Yine de müzedeki zararın çok büyük olmaması yüreklere su serpiyor…
Antik ve modern Mısır bir arada
Mısır’a gitmeden kısa süre önce okuduğum bir makale biraz daha umut vermişti doğrusu… Mısır’ın dünya ülkelerine yaptığı “Müzemizden yağmalanan eserleri iade edin” çağrısından sonra, kaybolduğu tespit edilen 60 kadar eserin yarısı müzeye geri dönmüş. Avustralya, ABD ve İngiltere’den gelen eserler yerine yerleştirilmiş, müzede tamirat yapılmış ve (şansıma) benim Kahire seyahatimden kısa süre önce müze tekrar ziyarete açılmış.

Yukarıda bahsettiğim olumsuzluklara rağmen müzede birkaç saatlik bir tur atmanız tavsiye olunur. İki katlı müze binasının giriş katında daha ziyade yeni krallığa ait bulgular, papirüs ve madeni paralar, giriş holünde, tavanın yüksek olduğu kısımda dev heykeller sergileniyor. Yanlara açılan odalarda belli dönemlere ait eşya ve heykelleri gruplanmış olarak bulabilirsiniz; ancak dediğim gibi, fazla açıklama ve bilgilendirici tabelalar beklemeyin.
Firavun ve firavuniçe
Üst katta orta ve eski krallık dönemleri ile, yine yeni krallığa ait gündelik eşyalar, mumyalar, heykeller, mücevherler görülebilir. Bu katta bazı özel odalar da mevcut; mumyaların yoğun olarak sergilendiği bölümün girişi ayrıca ücret gerektiriyor. Tutankhamun’un altın maskı, mücevherleri ve eşyalarının bulunduğu odalar ise müze ücretine dahil ve en çok ilgi gören bölümlerden; sakın es geçmeyin!

Mezarlardan çıkarılan altın (veya her neyse) masklar benim en çok ilgimi çeken parçalar oldu. Antik dönemde mumyalanan VIP şahsiyet, matruşka bebekleri gibi iç içe tabutlara yerleştirilmiş ve son derece detaylı yüz maskları ile etiketlenmiş. Masklardaki bu detayın sebebi, ruhun dünyaya geri döndüğünde yüzünü (ve bedenini) tanımak istemesi olarak ileri sürülüyor. Hani ben ruh olarak geri dönecek olsam tekrara bu bedeni mi seçerdim, o kargaşada afili bir vücuda mı konardım bilemiyorum…
Yeni krallıkta çizgili mask desenleri moda olmuş sanırım...
Girişte fotoğraf makinalarına el koymalarına rağmen cep telefonlarına karışan yok… Bir süre sonra insanların çatır çatır fotoğraf çekmeye çalıştığını, müze görevlilerinin de engellemeye çalıştığını,  görüyorsunuz. Firavunsal paparazzicilik üzerine yaşanan çekişme esnasında ben de kargaşadan yararlanıp 3-5 hatıralık resim çekiyorum:
Düşman tanrılar Seth ve Horus üçüncü Ramses'e tac giydirmek için bir araya gelmiş...
Müzede fazla salınacak vaktim yok ne yazık ki; az sonra toplantım başlayacak. Antik Mısır tarihinde kısa bir tur attıktan sonra müzeyi terk ediyorum. Toplantılardan sonra vakit kalırsa piramitlere gideceğiz, elimi çabuk tutayım… Bekle bizi Giza, kolla kendini Keops!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"