Nil - Yaşamın Kaynağı

Mısır’ın şaşaalı günlerine dair sevdiğim bir fıkra vardı; Temel, Mısır’a gidip Nil nehri üzerinde bir tekne turuna çıkmış, ancak dengesini kaybedip nehre düşmüş. Temel’i gören timsahlar suya girip hızla avlarına doğru yüzmeye başlamışlar. Temel durumundan gayet memnun: “Ula ne kadar gelişmiş bir ülke, cankurtaranları bile Lakost” demiş son sözleri olarak…

Mısır bu aralar fıkradaki debdebeden, zenginlikten uzakta. Siyasal/sosyal çekişmeler, orta doğunun sonu gelmeyen makus talihi, Arap baharı sonrası huzursuzluk ve sonucu olan ekonomik sıkıntılar derken timsahlar bile bir deri bir kemik kalmış olmalı. Halbuki timsah, binlerce yıl önce Mısır inanç sisteminin en önemli tanrılarından biriydi: Sobek!
Sobek, Kahire’nin yakınlarında yer alan ve Mısır’ın en eski yerleşim merkezi olduğuna inanılan Fayyum şehrinin tanrısı idi. Çöküntü bir coğrafyada yer alan ve birçok kanal ile “Mısır’ın Venediği” ünvanı verilen Fayyum’un ana tapınağında kutsal bir timsah rahiplerce beslenir, mücevherlerle süslenirmiş. Hayvana kolye takmak isteyen kaç rahip telef olmuştur, bilemiyorum, ancak Yunanlılar Fayyum’a çok güzel bir isim bulmuş: Krokodilopolis, yani timsah-şehir.

Bazen tamamen timsah, bazen de timsah kafalı insan olarak betimlenen tanrı Sobek, güneş tanrısı Ra ile ilişkiliymiş (amca oğlu, veya benzeri). Gerek nazar ve benzeri mistik tehlikeleri, gerekse de Nil nehrinden gelebilecek tehditleri savarmış. Mısır mitolojisinde ilginç bir yaklaşım var; çölde cesetleri yiyen, ölülere musallat olan en önemli hayvan olan çakal, “Anubis” şeklinde tanrılaşıp ölüleri korumakla görevlendiriliyor. Nitekim, Nil’deki en tehlikeli hayvan olan Nil timsahı da, tanrı “Sobek” rolüyle Nil’den gelecek tehlikeleri savuşturuyor. Mısırlılar bir anlamda bükemediği eli öpüp kendi saflarına çekmeye çalışmış, ne dersiniz?
Nil'in doğu kıyısından (bu dünyanın simgesi) gün doğarken
Ama Sobek’in asıl sorumlu olduğu konu sular ve tabii ki Nil nehri. Sobek, geçen bölümde bahsettiğimiz İsis-Osiris çiftinin oğlu Horus’un doğumuna ve Seth ile hesaplaşmasına yardım ettiği gibi, yine Osiris’le beraber Nil nehrinin taşması, alçalması, vadisinde yer alan tarlaları besleyip sulaması gibi kozmik döngülerle de ilgilenmiş.

Nil nehri, kelimenin tam anlamıyla Mısır’ın hayat kaynağıdır. Nitekim, Mısır’ın (dünyanın) yaratılış efsanesi de “kutsal sular” mitolojisine dayanır; evren ilk önceleri çamurlu bir sudan ibarettir (Nil nehri oluyor), ardından sular alçaldığında bir tümsek belirir, tümseğin üzerindeki bir kaz yumurtasından Tanrı Ra doğar (tanrının doğayı değil, doğanın tanrıyı yaratışı), sonra gökleri ve yeri birbirinden ayırır. Ezeli sulardan evrenin ortaya çıkışı ve ardından göklerin ve yerin birbirinden ayrılması, Mezopotamya dinlerinden tutun da Yahudi inanışına kadar ayrıdır. Kuran’da da (Enbiya suresi) göklerin ve yerin bitişik yaratılıp sonra ayrıldığı ifade edilir.
Eski Mısır inancı ile semavi dinler arasındaki benzerliklere girecek olursak yazımız ciltleri doldurabilir; biz yine Nil nehrine dönelim. Nil, mitolojide belirtildiği gibi Mısır’ı yaratmıştır, Nil olmasa bu coğrafyada tarım, hayvancılık, medeniyet ve tabii ki hayat olmayacaktı. Nitekim Heredot abimiz “Mısır, Nil’in bir armağanıdır” diyerek noktayı koymuştur.

6600 küsur kilometre ile dünyanın en uzun nehri olan Nil’in iki ana kolu vardır; Mavi Nil teee Afrika’nın ortalarından doğar, yağışlı ve tropik iklimlerin sularını bereketli alüvyonlarla kuzeye taşır. Sudan’da Beyaz Nil ile birleşip gücüne güç katar, Mısır’ı boydan boya kat eder ve 300 kilometre genişliğinde, bir ucu İskenderiye’de, bir ucu da pirince gittiğimiz Dimyat’ta dev bir delta ağzı oluşturarak Akdeniz’e dökülür.
Nil, mistik havasını daima korur!
Eski Mısır’da hayat tamamen Nil’in lütfu olduğundan, Mısır uygarlığı bu yüce nehir ile iyi geçinmeye ve onun dilinden anlamaya büyük önem vermiştir. Nil’in düzenli taşması ve geri çekilmesinin takibi sayesinde yıl ve mevsim kavramları gelişmiş, bu kavramların izlenebilmesi için matematik ve astronomi bilimlerinden yardım alınmıştır.

Eski Mısır takvimi, Nil’in düzenli hareketi sayesinde 365 günlük yıl periyodunu keşfetmiştir. Yıl, 120’şer günlük üç mevsime bölünmüş, kalan beş gün de festival dönemi olmuştur; hatta bizim 6 saatlik artık bile kendine bir yer bulmuş, düzensiz aralıklarla bazı yıllar 366 gün kabul edilmiştir.

Eski Mısır’da mevsimler sonbahar-kış-ilkbahar-yaz rutiniyle işlememiştir. Zaten çöldesin, hangi kış? Mısırlılar için önemli olan, Nil’in taşması, geri çekilmesi ve suların en düşük seviyede seyrettiği zamanların tesbitidir. Bu mantıkla Mısırlılar Akhet, Peret ve Shemu mevsimlerini tanımlamışlardır.
Nil ve tarlaları - nehir sanki hiyeroglif bir figür gibi kıvrılıyor hayat verdiği toprakların arasından...
Akhet, yaz ortalarında başlayan ve Nil’in kabarıp taşarak kıyısı boyunca yer alan tarlaları kapladığı, Afrika’nın bağrından getirdiği verimli toprakları serdiği bir dönemdir. Yaz ortasında başlayan akhet dönemi, Sirius yıldızının doğuşu ile aynı zamanlara denk düştüğünden Mısırlılar astronomik bilgiye önem vermişler. Akhet esnasında çiftçilerin yapabileceği pek bir iş olmadığı için tapınak inşaatlarında amelelik, pazarlarda limon satma gibi ek işlerde çalışmışlar.

Sular geri çekildikten sonra, ekim-dikim sezonu diyebileceğimiz Peret başlar. Nil’in bıraktığı verimli balçık üzerinde tam gaz dikim işleri yürütülür. Son mevsim olan shemu (bizdeki ilkbahar/erken yaz) ise hasat mevsimidir ve çiftçiler tarlalarının başında ne ektilerse onu biçerler (tabii ki…)

Akhet sırasında suların tarlaları besleyecek kadar yükselmesi, ama ortalığı rezil edecek kadar şiddetli taşkınlar yaşanmaması için dua edilir. Mısır uygarlığı sıkı bir bürokrasi ve kamu maliyesi üzerine kurulu olduğundan hasadın miktarını belirlemek çok önemlidir. Bu yüzden, Mısırlı rahipler “nil-metre” denilen basamaklı odacıklar ile, o yıl Nil nehrinin ne kadar taşacağını tahmin eden sistemler geliştirmiştir. Eğer Nil çok az veya çok fazla taşacaksa, o senenin vergi oranları düşük tutulur; bereketli bir yıl olacaksa vergiye yüklenilir.
Nil'in kanalları
Nil, sadece tarım faaliyetlerinde değil, ticaret ve ulaştırmada da hayati bir rol oynar ve Mısır’ın belkemiği rolüne güç katar. Nil üzerinde düzenli olarak nehir taşımacılığı yapılabilmesi Mısır uygarlığını güçlendirmiştir. Günümüzde ise Nil gibi bir nehirden çok daha fazlası beklenmektedir; örneğin elektrik üretimi…

1970 yılında dünyanın en büyük baraj projelerinden Asvan Barajı’nın (Gomonist Rusya’nın büyük yardımlarıyla) tamamlanması ile Nil’e büyük bir gem vurulmuştur. Artık Nil, Mısır için bol bol cereyan üretecektir, ancak eskisi gibi taşması ve kıyılarındaki tarlaları verimli topraklarla beslemesi söz konusu değildir. Bundan sonra Mısır çiftçileri gübreye abanacaktır.
Nil artık sadece tarıma değil, enerji ve sanayiye de ev sahipliği yapıyor
Asvan Barajı’nın ürettiği elektrik karşılığında tarım sektörü büyük darbe yese de, eğlence sektörü şaha kalkmıştır! Asvan’ın cereyanı ile aydınlanan Nil kıyıları, özellikle Kahire’nin vur patlasın-çal oynasın bir şehre evrilmesini sağlamıştır.

Piramitler yazımda da belirtmiştim; belki inanması zor ama Kahire “dünyanın en 24 saat yaşayan şehri” anketinde New York, Londra, Paris ve Tokyo’ya nal toplatmıştır. Kimin sayesinde? Nil nehrinin… Bugün Kahire’ye gidecek olsanız geceleri Nil kıyısındaki trafikten, kalabalıktan, müzikten, gürültüden başınız dönecektir.
Nil curcunasını yaşamak için ideal nokta, şehrin en işlek köprüsü olan Kasr el-Nil ve civarı… İngilizler tarafından yapılan bu güzel köprü şehrin her dakikasında kalabalık ve gürültülü, ama özellikle gecelerini yaşamanız gerek. Havanın karamasından sonra köprü üzerinde beliren seyyar çaycı, mısırcı, tatlı patatesçi, sandviççi ve bilumum sokak satıcısı, ortadirek Mısır halkına ekonomik eğlenceler sunuyor.
Kasr El-Nil köprüsü girişi ve Mısır'ın aslan gibi aslanları...
Köprüden şehrin doğu kıyısına geçtiğinizde Tahrir Meydanına çıkıyorsunuz. Meydana girmeyip Kasr el-Nil ile 6 Ekim Köprüsü arasında yürürseniz geceleri beliren onlarca seyyar çayhane, meyve suyu standı ve benzeri tezgahların çığırtısına kapılabilir, Kahire halkı ile iç içe bir romantizm yaşayabilirsiniz.
Eğer içinizin kıpırtısını seyyar kıraathaneler yatıştırmadıysa, Nil üzerinde göbek atabileceğiniz tekneler kıyıda sizi bekliyor… Yan yana dizilmiş, rengarenk ışıklarla bezeli bu disko-tekneler gözlerinizi kamaştırırken kulaklarınıza da tecavüz ediyor…

Teknelerin çalışma sistemini tam anlayamadım; ama belli bir miktar yükünü alan, dans edecek çoğunluğu sağlayan tekne Nil’e açılarak oyun havasının dibine vuruyor, çalkalanan göbeklerin titreşiminden Nil nehri taşarak tarlaları suluyor, sabaha kadar eğlence devam ediyor…
Teknelerdeki ses seviyesi göbek atmanıza sebep olabilir
Eğer bütçeniz biraz daha esnek, eğlence anlayışınız daha Avrupai ise, Nil üzerinde gezinen yemekli, şarkılı, danslı (ve hatta casinolu) lüks teknelerden yer ayırtabilirsiniz. Bir gecemi böyle bir teknede geçirme durumum olmuştu; zengin bir açık büfe, geniş şarap seçenekleri, Kahire’de olduğunuzu unutturacak canlı batı müziği ve dekoltesi derin şarkıcılar, Kahire’de olduğunuzu hatırlatacak dansöz ve tennureler ile aşure gibi bir gece geçirebilirsiniz.
Hem de bu anlattığım geceyi İhvan yönetiminin en güçlü olduğu günlerde yaşamıştım. Sanki Nil’in ortasında Mısır kanunlarının, şeriatın işlemediği bir “serbest bölge” vardı ve suyun üzerinde olduğunuz sürece dünyevi hayattan muaftınız! Nil’in “hayatın kaynağı” olduğu tezini güçlendirecek bir detay daha…

Garip olan, bu büyük cümbüşü Tahrir olaylarından çok kısa bir süre sonra gözlemlemiş olmamdı. Yahu, birkaç hafta öncesine kadar kıyının hemen arkasındaki meydanda toplanıyor, dayak yiyor, öldürülüyor ve isyan ediyordunuz. Üzerine ateş açılan halk başkası mıydı, ne zaman göbek havasına geçtiniz? Demek ki Nil nehri, insanlara yaşam keyfini aşılamakta ziyadesiyle başarılı…
Nil Nehri’nin üzerinde olmak sanki Mısır’ın katılığından, kasvetinden bir muafiyet sağlıyor demiştim; bu durumun bir diğer örneği de Cezire Adası ve Zamalek semti. Tahrir Meydanından ayrılıp az önce bahsettiğim Kasr El Nil Köprüsü’nden geçtiğinizde Nil’in batı kıyısına varmıyorsunuz; nehrin ortasında kalan, ince, uzun bir adacık olan Cezire’ye ulaşıyorsunuz.
Cezire, Paris’in ortasındaki Ile de la Cité adası gibi kurtarılmış bir bölge, kahredici Kahire’nin ortasında bir vaha. Şimdi, Cezire’yi Paris’e benzettik ya, ilk benzeten biz değiliz tabii, Kavalalı sülalesinden Hidiv İsmail de benzetmiş olmalı, hemen Paris’teki gibi bir “Jardin Du Plantes” (Botanik Bahçesi) kurduruvermiş.
Hidiv Botanik Bahçesi ile yetinmemiş tabii; Tahrir Meydanı yazımda da bahsettiğim gibi, Kahire’yi Paris’e benzetmeyi kafasına koymuş. Hemen medeni ülkelerde benzerlerini gördüğü kocaman bir spor kulübü kurdurmuş; Hidivlikspor olarak hayatına başlayan bu kulüp, günümüzde Cezire Spor Kulübü olarak biliniyor ve üyelerine golf, tenis, yüzme, binicilik, kürek gibi kalbur üstü sporları yapma imkanı tanıyor…
Memlekette Oxford vardı da biz mi kürek takımına girmedik?
Yine Cezire adasında kurulu Zamalekspor futbol kulübü ise Nil’in en meşhur takımı, Mısır’ın ve hatta Afrika kıtasının en iddialı kulüplerinden biri… Ultra Beyaz Şövalyeler (niye firavunlar değil ki?) olarak bilinen fanatik taraftar grubu karşısında korkun!

Cezire Adası sadece sportif aktiviteleri ve kulüpleri ile bilinmiyor; aynı zamanda Nil Nehri üzerinde bir kültür ve sanat vahası olarak nam yapmış durumda. Ada üzerinde yer alan İslami Seramik Müzesi, Mısır Modern Sanatlar Müzesi gibi kültür varlıkları yanı sıra, modern Kahire’nin en önemli iki mimari yapısı Cezire Adası üzerinde…
Bu yapıların ilki, 187 metrelik yüksekliği ile Keops Piramidini az farkla geçebilen Kahire Kulesi. Lotus çiçeğini andıran tasarımı, ince ve zarif silindirik gövdesi ile Kahire’nin simgesi haline gelen kuleyi Cemal Abdülnasır yaptırmış. Kendisine piramit yaptıramayacağını bilen Nasır acaba bu kule ile hevesini bir miktar tatmin etmiş olabilir mi?

Tepesine çıkılabilen ve hatta döner lokantasında yemek yenilebilen kuleye uzaktan bakmayı tercih ettim, zaten kaldığım otelin tepesinden hiç de fena olmayan bir manzaram vardı. Ancak Kahire’yi ve Nil Nehri’ni tepeden görmek istiyorsanız tavsiye edebileceğim bir mekan…
Kahire kulesinin temelinde Coca Cola olması tesadüf veya benim bakış açım değil! ABD hükümetinden önemli bir bağış alındığı rivayet olunur...
Cezire Adası’nın en meşhur kültür ve sanat binası ise, varlığını Nil Nehrine değil, Mısır’ın bir diğer stratejik su yoluna borçlu: Süveyş Kanalı! Şöyle açıklayayım; bizim Avrupai Hidiv İsmail, Süveyş Kanalı’nın inşasını çok görkemli törenlerle dünyaya duyurmak istemektedir. Dönemin meşhur Mısırolojisti Auguste Mariette’e Mısır tarihini yansıtan destansı bir eser yazma görevi verir; eserin bestelenmesi için kiminle anlaşılır? Guiseppe Verdi ile!

Evet, bahsi geçen yapıt meşhur opera eseri Aida’dır. Ancak Verdi, veremez Aida’yı zamanında… Hidiv İsmail’in Kahire’de yaptırdığı, Afrika kıtasının opera ve senfonik eserler icra edilebilen ilk opera binasının açılışına yetişmez Aida; Kahire Operası’nın açılışı yine Verdi’nin Rigoletto’su ile yapılır.
Lüküs kamarada kimler oturur?
Bu arada, Süveyş Kanalı için sipariş edilen tek sanat eseri Aida operası değildir; bir iddiaya göre, Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır Hidivliği, Süveyş Kanalı’nın Akdeniz’e açıldığı noktaya dikilmek üzere büyük bir heykel sipariş eder. Fransız heykeltraş Bartholdi, Singer dikiş makinalarının sahibesini model alarak dev bir heykel yapar; ancak heykel şu veya bu sebeple Mısır’a dikilemez ve yeni bir müşteri bulur: New York! Evet, Büyük Elma’nın simgesi Özgürlük Heykeli, aslen Süveyş Kanalı için sipariş edilmiştir (derler).

İsmail’in Operası 1970’lerde büyük bir yangınla kül olur. Ancak Mübarek Hüsnü, Japonya’ya yaptığı bir ziyarette Japon hükümetinden Kahire’nin en güzel yerinde, Cezire Adası’nın ortasında görkemli bir opera binası yapılması için söz (ve mali kaynak) alır.
Opera Binası 1988 yılında, bizim de yakından tanıdığımız (rahmetli) Japon Prensi Tomohito Mikasa’nın katıldığı bir törenle, Kabuki tiyatrosu gösterisiyle açılır. Kahire’deki iki opera binasının sırasıyla Rigoletto ve Kabuki ile açılışının yapılması Mısır için ilginç bir hatıra olmalı… Görkemli kabuki maskeleri, hayvan kafası maskı taşıyan Mısır tanrılarına benziyor mu sizce de?

Kahire Opera Binası, gayet şık ve orijinal mimarisi ile Kahire’nin tam göbeğinde, Nil Nehri’nin kucağında Mısır’ın kültür ve sanat dünyasına hizmet ediyor. Ben gittiğim sıralarda, bina 36. Kahire Uluslararası Film Festivali’ne ev sahipliği yapıyordu. En iyi film seçilen eserin (doğal olarak) “Altın Piramit” ödülünü aldığı 2014 yılı festivalini bir İran filminin kazanması beni şaşırtmıştı…
Müzelerin, operaların, spor kulüplerinin, lüks cafe ve restoranların, Büyükelçiliklerin bulunduğu Cezire adası ve kalburüstü semti Zamalek, Kahire’li zenginlerin, gaymag tabakanın, ülkede yaşayan diplomat ve yabancı iş adamlarının tercih ettiği, nehir kıyısında görkemli yalıların kurulduğu bir mahalle… Binlerce yıldır Mısır’ın zenginlik kaynağı olan kutsal Nil Nehri’nin en güzel adasında, bu zenginlikten nasibini alanların oturuyor olması doğal(mı)dır?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"