Birleşmiş Milletlerin Bahçesi Taştan

Geçtiğimiz aylarda bir toplantı için gittiğim Cenevre’deki Birleşmiş Milletler kampüsünde öğlen yemeği sonrası geviş getirmek için bahçede dolaşıyordum. Bilenleriniz vardır, asıl merkezi New York’ta bulunan Birleşmiş Milletlerin Cenevre’de de çok büyük bir yerleşkesi var; hatta bu yerleşke, New York’taki merkezden daha eski bir geçmişe sahip.
Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulmuş olsa da, öncesinde “Milletler Ligi” adıyla, birinci ve ikinci dünya savaşları arasında görev yapan uluslararası bir kuruluş daha vardı. Bu kuruluşun merkezi, dünyaya kendini her zaman “tarafsız” olarak yutturmayı başarmış İsviçre’nin Cenevre şehrinde, “Milletler Sarayı” olarak bilinen büyük komplekste bulunuyordu. İşte bu Milletler Sarayı binası, günümüzde de Birleşmiş Milletlerin ikinci önemli merkezi olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Milletler Sarayı’nın bulunduğu bölge, Cenevre’nin en güzel noktalarından biri; Leman Gölü kıyısından yukarıda, gölü ve Fransız Alplerini tepeden seyreden, çayır çimene yayılmış muhteşem bir kupon arazi. Binanın yer aldığı yerleşke Arianna Parkı olarak biliniyor ve (güvenlik nedeniyle kısıtlamalar artmış olsa da) halka açık ve gezilebiliyor.

Park, özellikle öğlen saatlerinde gayet sosyal bir ortam sağlıyor. Toplantıya gelen delegasyon üyelerinden yürüyüş yapanlar, şortlarını giyip yoga-pilates çılgınlığına dalanlar, parkın çeşitli köşelerine serpiştirilmiş heykel ve sanat eserlerini temaşa eyleyenler, dünyanın binbir köşesinden getirilen ağaç ve nebatatı inceleyip kendi toprağından bir esinti arayanlar parkı dolduruyor…
Örneğin, Rusların Yuri Gagarin temalı, "uzaya ilk biz çıktık, n'aber" imalı heykeli...
Ben de parkta dolanırken oldukça ilginç bir enstalasyon ile karşılaştım. Bu enstalasyon kelimesini cümle içinde kullanmaya bayılıyorum, çünkü über gizemli ve entel bir havası var. Hani heykel desen, ya da “eline geçeni rastgele oraya buraya koymuş” desen hiçbir havası olmayacak durumlar için enstalasyon dedin mi gözler faltaşı gibi açılıyor, dimağlar duruyor.

Bana kalsa “enstalasyon” diyenin ağzına fırın küreğiyle vurmak isterim, ama sanat ve sanatçıyı özgür bırakalım ve “yerleştirme”lerine izin verelim. Evet, bu ukala kelimemiz en basit anlamıyla “yerleştirme” anlamına geliyor, çeşitli nesneleri belli bir kompozisyon bütünlüğünde bir araya getiriyorsunuz veya ortalığa rasgele serpiştiriyorsunuz, izleyenler bir bütünlük görmek için beynini zorluyor.
Türkiye taşından BM'ye dikiz...
Konuyu dağıtmayalım efenim, Arianne Parkı’nın bahçesindeki klasik, modern ve saire heykellerin arasında değişik bir çalışmanın temel taşlarını gördüm birden… Temel taşı dediysem cidden taş yani. Bildiğin taş, hani yerinde ağır olan… hatta öyle taşlar ki, bırakın cilalamayı, adam gibi yontmaya dahi üşenmişler; olanca kabalığı ve sabalığı ile dizmişler.

Büyük resme bakınca (bu yazıda da bütün ukala klişelerini kullanıyorum, önce enstalasyon, şimdi de büyük resim) taşların belli bir düzende yerleştirilmeye çalışıldığını fark ettim. Peru ovalarında kozmik mesaj vermeye çalışan uzaylı “enstalasyon”ları gibi, taşları her kim dizdiyse, ortadaki büyük, kenarlardaki daha küçük üç adet birbirine teğet oval yapmaya çalışmış.
Göbeklitepe misin mübarek? 
“Ne ola bu taşların sırrı” diye büyük resmi kapatıp zoom yapayım dedim; bir de baktım ki taşların üzerinde ülke isimleri yazıyor! Evet, her bir taş bir ülkeyi temsil ediyor ve alfabetik sırayla dizilerek bize bir mesaj verilmeye çalışılıyor. Hemen görev bilinciyle sorup soruşturdum…

Efendim, bu “enstalasyon”un hikayesi, “yeniden doğum” temasıyla Birleşmiş milletlerin kuruluşunun yetmişinci yılını kutlamaya yönelik bir “event” imiş… (ohhh, bir de event dedim) Michelangelo Pistoletto isimli bir İtalyan artiz, meşhur adaşından cesaret alarak Birleşmiş Milletler yerleşkesine taşları döşemiş.

Arkadaş demiş ki, baştaki ve sondaki küçük halkalar “doğa” ve “teknoloji” dünyalarını temsil edecekmiş de, bunların etkileşiminden doğan ortadaki “insan cenneti”, devletlerin ortada buluşma ve farklılıklar üzerine köprüler kurma çabasını sembolize ederken, böylece BM’nin yeni dönemde misyonunu daha güçlü bir şekilde üstleneceği bir yeniden doğuş hede hödööö… Yersen…
Abicim, taşları dizerek birbirine teğet üç halka yapmışsın, yüklediğin anlamlara bak! Hele ki Birleşmiş milletler gibi, adı her gün uyuşmazlık/anlaşmazlıklarla anılan, miadı ve misyonu her yerde tartışılan bir kuruluşun bahçesinde! Bari beş halka yapsaydın, soranlara “dünya beşten büyüktür demek istedim” derdin… Yanlış anlama olmasın; “Dünya beşten büyüktür” vecizesi Kaddafi’ye ait olup, burada, Birleşmiş Milletler’de dile getirilmiştir.

İşte, Michelangelo JR kardeşimizin anlam yüklemek için beynini yaktığı enstalasyon için gelip bana danışsalardı onlara nefis bir konsept sunabilirdim (enstalasyon, büyük resim, event, konsept… bugün müthiş formdayım!). Bahçeye dizili şekilsiz, kaba taşların gayet sağlam bir felsefeye dayandırıldığı Japon tarihinin Edo dönemine gidip bakabilirdik.

Evet, BM yerleşkesinin taşlarını gördüğüm anda aklıma Japonya’nın tarihi başkenti Kyoto’da bulunan Nijo Kalesi’nin bahçesi geldi. Döneminin büyük çay seremonisi üstadı ve peysaj dahisi Enshu tarafından tasarlanan Nijo-jo bahçesinde büyücek bir havuz, havuzun içinde adacıklar, çevresinde irikıyım kaya parçaları bulunuyor. Acaba niye?  
Yeter artık, taş hediye etmeyin, paşabahçe'den hediye çeki getirirsiniz...
Bu iri kıyım kayalar sadakatlerini kanıtlamak isteyen daimyo’lar, yani yerel derebeyleri tarafından shogun’a, ülkenin askeri liderine hediye edilirmiş. Çocukluğumuzun efsane dizisi Shogun’u hatırlayacak olursak; Japon tarihinin iç savaşlar, ittifaklar, ihanetler, suikastler ile geçen çok kanlı ve çok renkli bir dönemi olduğu aklınıza gelecektir. (Gelmezse, bakınız: Japon Yapmış) İşte bu dönemde, küçük derebeylerin daha güçlü klanlara veya askeri lider shogun’a sadakatlerini kanıtlamaları büyük önem taşıyor ve hatta kellenizin yerinde kalmasının garantisi...

Japon bahçe ve peysaj mimarisinde kayaların çok büyük rolü ve anlamı var. Şinto anlayışının da etkisiyle yeryüzünün, sağlamlığın ve sadakatin simgesi olan kayalar bahçe düzenlemelerinin estetik ve vazgeçilmez figürü. Coğrafya zaten dar vadilerden akan coşkun nehirlerle kaplı olduğundan, nehir yatakları her zevke ve keseye hitap eden kayalarla dolu. Yani gayet güzel, masrafsız ama çok anlamlı bir hediye; “oğlum, aşağıdaki vadiden dört dene gaya gap gel, hediye paketi yaptır, shogun’a gidiyoruz”.

Tabii bir de o dönemlerde ülkenin ne kadar fakir ve yoksun olduğunu unutmamak gerek. Yoksa hangi derebeyi shogun’un huzuruna ipek kaftanlar, yakut taçlar, altın varaklı tahtlar ile çıkmak istemez ki? Ama elde avuçta yok; ellerinde bir tek pirinç var, götürsen shogun’a bir çuval pirinç, ayıkla bakalım taşını... Onun yerine direk kocaman bir taş alıp gidebilirsin. Ayrıca, büyük bir derebeyi kendine kale yaptırırken taş ikmalinde bulunmak da caizmiş; yardım edeceksin ki kimse seni “taş üstüne taş koymadı” diye suçlayamasın...
Kale yaptırıyoruz, bir el atsanız (yani, taş atsanız...)
Osmanlı’da mümkün mü, bir sancak beyi Padişah’ın huzuruna iki tane kaya ile çıksın:
-       Nedir bunlar Kara Murat?
-       Kaya devletlum, hemi de daş gibi...
-       O kadarını anladım da, niyetini anlayamadım, bana bir şey mi ima ediyorsun?
-       Haşa sultanım, size layık değilse de, çam sakızı çoban armağanı işte...
-   Tabii bana layık değil, ama tam sana layık.. Siz ikiniz, arkadaşın hayalarını şu iki kayanın arasında eziverin de, kayalar da bir işe yaramış olsun!

Hal böyle iken, Birleşmiş Milletler bahçesindeki taşları bir Japon bahçesi yaklaşımıyla, üye ülkelerin BM’ye ve ortak hareket etme kültürüne sadakatlerini en yalın, egodan sıyrılmış, dünyanın beşten büyük ama “bir”e eşit olduğunu unutmadan sunabilecekleri birer sembol olarak görebilirdik. Ya da isteyen öyle, isteyen böyle görsün efendim, bizde zorlama yok! Ama BM’nin etkinliğinin ve yetkinliğinin hararetle sorgulandığı günümüzde sağlam taşlardan oluşan güçlü bir temele ihtiyacı var! 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"