Kuala Lumpur, Çamurlu Kavşak

Güneydoğu Asya’ya turistik seferlere çıkanlar için okkalı ismiyle dikkat çeken destinasyonların başında geliyor Kuala Lumpur. İnsanda koala beklentisi uyandırsa da bu sevimli hayvanlarla bir akrabalığı veya evsahipliği yok; ancak sıcak, nemli ve tropik iklimi yüzünden her türlü börtü, böcek ve egzotik hayvanla karşılaşabileceğiniz bir ülkenin, Malezya’nın başkentinden bahsediyoruz. Kuala Lumpur’un kelime anlamı, kulaklarda akseden haşmetli fonetiği ile orantılı değil ne yazık ki; “çamurlu nehirlerin birleştiği kavşak” gibi oldukça ıslak ve sıradan bir anlamı var. Her daim yağmur alan ülkenin Klang ve Gombak nehirlerinin çamurlarını birleştirdiği nokta bugün Kuala Lumpur’un tam göbeğine denk geliyor. Aslında çamuru hafife almamak lazım; çünkü ismi çamurdan gelen bir başka rüya şehiri hatırlayalım; Paris! Galyalılar zamanında şehre çamur anlamına gelen “lutum”dan türeyen Lutece ismi verilmişti.
Şehre adını veren "çamurlu kavşak"
Ama Kuala Lumpur’un tarihi Paris kadar eskilere gitmiyor; tam tersine, dünyanın meşhur metropolleri arasında en yenilerden biri. 1840’lara kadar bölgede yılan çıyan kol gezerken, bugünkü şehir merkezinin 15 km. uzağında kalay madenciliği yapan Çinliler bölgeyi mesken tutmuş. Zamanla bölgeye Sumatralılar da yanaşmış ve yine madencilik ve ticaretle meşgul olmuşlar. ("Çıkarırsan kalay olursun malay" atasözü de benim hediyem olsun)

Sözün kısası, 150 yıl öncesine kadar Kuala Lumpur madencilere hizmet veren küçük bir yerleşim biriminden öteye gidememiş. Fakirlik, seller, salgın hastalıklar, kalay madenlerinin geliri için yaşanan çatışma ve hırlaşmalar derken bundan yüz yıl öncesinin Kuala Lumpur’unun çok yaşanılası bir yer olduğunu söylemek zor.
Bölgeye el atan ve elini yüzünü toparlayan yine o sömürgeci, emperyalist, hayin inkilizler olmuş! İngiliz emperyalizmi Malezya ormanlarına kadar indiğinde, Douglas namlı bir asilzade şehir merkezini çamurlu kavşağa taşımaya ve buraya taştan tuğladan, eli yüzü düzgün yönetim binaları ve konutlar yapılmasına karar vermiş. Böylece, bugün Merdeka (Bağımsızlık) Meydanı diye bilinen alanın çevresinde modern Kuala Lumpur’un temelleri atılmış.
Ancak şehre asıl büyük sıçramayı yaşatan bizim Ford olmuş, evet, bildiğimiz Henri Ford. Otomobilin kitlesel üretimi ile birlikte büyük bir araç lastiği pazarı doğmuş ve bölgede elini sallasan ellisine değecek kauçuk ağaçları Malezya için milli piyango yılbaşı ikramiyesine denk gelmiş. 1900’lerin başlarında nüfus üçe katlanmış, bölgeye birçok tüccar, işadamı ve yatırımcı gelmiş ve özellikle Çinlilerin bugün bile devam eden ticari hakimiyeti kök salmış.

Ardından patlayan ikinci dünya savaşı, Japonların istilası ile sonuçlanmış ve Japonlar şehre büyük zarar vermese de Çinli (ve hatta Hintli) nüfusu epey bir hırpalamışlar, öldürmediklerini de ünlü Burma demiryolu inşasında köle olarak çalıştırmak üzere Kwai köprüsüne götürmüşler. (Yazının burasında Kwai köprüsü filminin ıslıkla çalınan muhteşem ezgisini mırıldanıyor, Albay Nicholson’un karizmasına selam duruyoruz).
Kwai köprüsünü gözyaşlarıyla yıkan İngilizler sonunda galip gelmiş ve Malezya’yı tekrar kolonileri arasına katmışlar. Savaşı izleyen 20 yıl biraz sancılı geçmiş; yabancıların kalay ve kauçuk yatırımlarını da etkileyecek ideolojik çatışmalar, Malay eyaletlerinin birleşmesi, 1957’de önce bağımsız Malaya Federasyonu’nu kurmaları, ardından da 1963’te Malezya’nın kurulması ile sonuçlanan bir politik süreç yaşanmış. Ancak Malezya kurulduktan kısa bir süre sonra MVP oyuncusunu kaybetmiş ve Singapur bağımsızlığını ilan ederek farklı sulara yelken açmış.

Şehrin merkezine inip çamurlu nehirlerin kavuşma noktasının batısına adım attığınızda, 1957 bağımsızlık ilanının meşhur mekanı Merdeka Meydanında bulacaksınız kendinizi. Meydanın en göze çarpan özelliği, halen çakı gibi bakımlı, yemyeşil kriket sahası ve sahaya ev sahipliği yapmış olan koloni döneminin İngiliz kulübü… Yıllar boyunca nice sörleri, leydileri ağırlayan kulüp halen faal ve ingiliz sömürgesinin ne derece “sona erdiğini” size kanıtlıyor!
İngiliz sömürgesi, eğer sona erdiyse, 1957 yılında nihayete ermiş. Malezya’nın bağımsızlığı Merdeka Meydanı’nda yer alan ve dünyanın en uzunu olduğu iddia edilen bayrak direğinden birleşik krallık bayrağının indirilerek Malaya Federasyonu bayrağının çekilmesi ile ilan edilmiş. Tarihi oldukça kısa Kuala Lumpur’un resmi törenleri için tek adresimiz bu meydan.
Sürekli yağan yağmurlar yüzünden her daim pırıl pırıl parlayan kriket sahası çimlerinden gözünüzü ayırıp arkanızı döndüğünüzde Kuala Lumpur’un en şatafatlı binası ile karşılaşacaksınız. Koloni mimarisinin müslüman hint mimarisi ile kaynaştığı bina Sultan Abdülsamed Sarayı olarak biliniyor. İsmi sizi yanıltmasın; binayı yapan ve hükümet merkezi olarak kullananlar ingilizler; ama dönemin Selangor Sultanına yağ çekmek için onun adını vermişler.
İngilizler binayı Malaya Federasyonuna devrettikten sonra, bu güzel yapı çeşitli görevlerde bulunmuş, Malezya’nın yüksek mahkemelerine ev sahipliği yapmış, halen de Bilişim, İletişim ve Kültür Bakanlığı olarak görev yapıyor. İngiliz mimarların Asya’daki en kayda değer eserlerinden olan yapı, Kuala Lumpur’un genç tarihinin en yaşlı tanığı olsa gerek.
Bu arada, Kuala Lumpur Malezya’nın ulusal başkenti olsa da, Malezya Kraliyet Sarayı ve Parlamentoya ev sahipliği etse de, tüm idari yoğunluğu bu şehrin üzerine yıkmak istemeyen Malezyalılar hükümeti, yani yürütme organını Putrajaya şehrine taşımışlar. Yasama ve yürütmenin bu derece ayrıldığı bir kuvvetler ayrılığı gözümüzü yaşarttığı gibi, şehrin üzerindeki nüfus yükünü de hafifleterek (ne kadar hafiflediyse artık) dosta düşmana örnek olmuş…
Bu kadar bürokrasi ve aristokrasi yettiyse, çamurlu nehirler kavşağının batısına denk gelen Merdeka Meydanından bir köprü yardımıyla karşıya geçebilir ve KL’nin sembollerinden Mescid Jamek’i ziyaret edebilirsiniz. Şehrin müslüman-budist ve hindu mozaiğini ve renkli tapınaklarını detaylı incelemek için bir beş dakikanızı da buraya ayırın:


Ardından, kavşağın doğusuna geçip jilet gibi biçilmiş ingiliz çimlerinin düzeninden, onlarca kültürün, dilin, inancın kimine göre tüm otantikliğiyle, kimine göre de olanca sefaletiyle kucaklaştığı doğu yakasını gezebilirsiniz.
Bölgenin beyni, Kuala Lumpur’un Çin Mahallesi olarak bilinen, omurgasını Petaling Caddesinin oluşturduğu çarşı Pazar alanı; Ankara’nın Samanpazarı veya İstanbul’un Sirkecisi ile karşılaştırabileceğimiz bölge Çinlilerin egemenliğinde, kendilerine yer bulabilen Hintli ve Malayların da tezgah açtığı rengarenk bir şark pazarı niteliğinde…
Çin Mahallesinde en ucuz ve düşük kalite mallardan ele avuca gelebilecek özgün, orijinal ürünlere kadar her şeyi bulmak mümkün. Tabii ki ısrarcı tezgahtarlar ile kıran kırana pazarlık gücü, sahte ve kaliteli ürünü ayırd edebilecek yetkin gözler ve kendinize hakim olabilecek sağlam iradeyi yanınıza almayı unutmayın. Neyse ki dükkan sahipleri ellerindeki akıllı telefonlara daldığından ısrar seviyesi nispeten düşmüş durumda.
Benim en çok ilgimi çeken dükkanlar, tavuk, domuz ve ne olduğunu anlamadığım hayvanatı son derece estetik, fotojenik, kimine göre de mide kaldırıcı şekilde sergileyen işletmeler. Yiyene afiyet olsun, ama sadece fotoğraflarını çekmek bile yeterince iştahımı köreltiyor.
Petaling Caddesinden Central Market ve önünden uzanan Katsuri Walk yönüne seğirtirseniz daha yerel ürünler ve tropik lezzetleri görme şansınız olur. Özellikle ne idüğü anlaşılamayan, hayatınızda görmediğiniz meyveleri satan tezgahlar Çin Mahallesinin korkunç tavuklarından sonra içinizi açacaktır:
Eski şehir bölgesinde dolaşırken en sevimli görüntülerden biri de geçiğimiz yüzyıl başlarında Avrupalı tüccar ve işadamları ile birlikte bölgeye sirayet eden iki-üç katlı, bitişik nizam, tuğladan mamül, rengarenk boyanmış evler… Orta sınıf tüccar/esnaf/zanaatkar bu evlerin alt katını atölye/işyeri olarak kullanırken üst katlarında da yaşıyorlarmış. Hızlı şehirleşmeyle çoğu yıkkılan bu evlerin bir kısmı halen Çin Mahallesi civarı ve özellikle Medan Pasar (Eski Meydan)’da direniyor:
Kuala Lumpur’un eski şehir meydanındaki görsel ve mimari keşmekeş gerçekten de evlere şenlik. Ağır iklim şartlarının, savaş ve çatışmaların, sel ve yağmurların, öldürücü nemin, çok farklı etnik kültürlerin etkisindeki şehir “saldım çayıra” ekolünün başarılı örneklerinden biri olmuş.
Binaların üzerine sinek gibi konmuş klima üniteleri şehrin sıcaklığı ve nemi hakkında bir fikir verebilir...
Tabii ki Kuala Lumpur ziyaretçilerinin ekserisi bu keşmekeşi görmek için gelmiyor şehre… İnsanlar lüks ve modern restoranların, kafe ve gece kulüplerinin, delux otellerin, devasa alışveriş merkezlerinin methini duyarak koşuyor KL’ye. İnternette çok hayret ettiğim bir istatistik görmüştüm; Kuala Lumpur, gelen uluslararası ziyaretçi sayısı üzerinden, dünyanın en fazla turist çeken yedinci şehriymiş!
Evet, şu ana kadar ben de KL’yi size görülesi bir yer olarak tanıttım; ama dünyadaki turistik, otantik, artistik şehirleri sıraladığınızda Kuala Lumpur’un pek de ilk onda, hatta yirmide, otuzda yer alabileceğini sanmıyorum. Akla en yatkın ihtimal, Güneydoğuya gelen turistlerin en azından aktarma veya kısa süreli konaklama için burayı tercih etmesi, özellikle hesaplı alışveriş olanakları ve eğlence dünyasından faydalanmak istemesi. Zaten Kuala Lumpur’un resmi tanıtım sitesinde yer alan “yapılası şeyler”in %90’ı alışveriş, yemek, eğlence ve konaklama üzerine; kendileri de bu durumu inkar etmiyor.
Kuala Lumpur’un dünyadaki kardeş şehirlerinden biri de Ankara. Nasıl bir ilişki kurulduğu, tematik bir akrabalık bulunup bulunmadığını merak etmiştim ve KL’nin Çin Mahallesinin kokularını ardımda bırakıp Bukit Bintang bölgesinin parfüm kokulu AveMe’lerine girince iki şehrin mall yarışı konusundaki tatlı rekabetini hissettim.

Kuala Lumpur, çok yakınındaki Singapur kadar pahalı olmayan kitle turizmi imkanlarıyla epey bir ziyaretçi çekmiş demek ki. Şehrin turizm potansiyelini de eski merkezinde değil, Bukit Bintang’ın temiz sokaklarında, hiyjenik restoranlarında, her aradığınızı bulabileceğiniz butiklerinde hissediyorsunuz. Özellikle elektronik çılgınları için Low Yat Plaza gibi fantastik alışveriş merkezleri dipsiz kuyu misali:
Tabii bir de daha önceki yazımızın konusu olan Petronas kuleleri var ki, Bukit Bintang’ın az kuzeyinde yer alıyor ve Kuala Lumpur’un simgesi dendiğinde ilk olarak akla geliyorlar:


Kuleler demişken, Petronas’a ek olarak KL Tower diye bilinen dev anten kulesi de şehrin önemli simgelerinden biri; rekortmen kule dikmek konusunda Malezyalıların bir takıntısı olsa gerek. Zaten yazının başında bahsettiğim gibi, dünya rekortmeni bayrak direğine de sahipler…
Kule konusundaki en büyük fiyaskoları havaalanlarındaki iniş kuleleri olsa gerek. Geçtiğimiz yıllarda Malezya bir şekilde kulelerin radarından kaybolan uçaklarıyla kendinden söz ettirdi. Okyanus üzerinde buharlaşıp yiten uçaklarından tutun da, Rusya-Ukrayna itişmesi arasında güme giden uçakları “hadi bakalım, bunu da açıklayın”sever komplocuları epey uğraştırdı.

Velhasıl kelam, Kuala Lumpur’a gidecek olursanız vaktinizin çoğu Çin Mahallesi-Petronas-Bukit Bintang arasında tanımlanan “Altın Üçgen” (Malezyalılar böyle diyor) arasında geçecek. Kuala Lumpur’a kadar gelmişken görülmesi gereken tek bir yer daha kalıyor; şehrin 10-15 kilometre dışındaki Batu Mağaraları; benim gitme fırsatım olmadı, orayı da siz gezip bana anlatın artık; her şeyi devletten beklemeyin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"