Petronas Kuleleri

Bugünlerde manyak indirim ve promosyon yaptığını iddia eden ticari işletmelerin en çok kullandığı sloganların başında “Patron çıldırdı!” geliyor. Yani fiyatları öyle bir indirdik ki, aklı olan patron yapmaz bunu, sizin hatırınıza feci zarar edeceğiz, kaçırmayın fırsatı demek istiyorlar. 1990’larda inşaat, mimarlık ve gayrimenkul aleminin kullandığı slogan ise “Petronas Çıldırdı!” şeklindeydi.
Yani demek istiyorlardı ki, Malezya’nın ulusal petrol şirketi Petronas delirdi, nereye saçacağını bilemediği paraları gömecek çılgın bir projeye girişti. Dünyanın en yüksek binasını Kuala Lumpur’da yapmaya and içti, ünlü Arjantinli mimar César Pelli ile anlaştı, verdi siparişi, hatta “yapmışken bir değil, iki tane yap” diyerek olayı abarttı.

O yıllara kadar gökdelen ve yüksek binalar denildiğinde akla tabii ki ABD’nin New York ve Chicago kentleri geliyordu; nitekim dünyanın en yüksek binası ünvanı Chicago’daki Willis (Sears) gökdelenine aitti. Ama Petronas kafaya koymuştu bir kere; bu ünvanı mutlaka alacaktı ve proje tamamlandığında burun farkıyla (ya da anten farkıyla falan diyelim) rekoru eline geçirdi.
Gökdelen aleminin ilk üçü...
Böylece dünyanın en yüksek binasını yapma konusundaki sidik yarışı artık yeni dünyadan kadim Asya ve Ortadoğu milletlerine geçmiş oldu; Petronas’ın elinden ünvanını alacak yapı Tayvan’dan çıktı (Taipei 101) ve onu da Dubai’den Burj-el Halife izledi (ki, üçünü de görme şansına erişmişim, hatta Burj-el Halife’yi kalemime dolamışım):


Tabii Malezya çoğunluk nüfusu Müslüman olan bir Asya ülkesi olduğundan, mimari projeye bir miktar dini/kültürel sos katmak istedi. Kutu gibi dümdüz Amerikan gökdelenleri yerine, çokgen formların kullanıldığı bir tasarımda karar kılındı ve binaların kesiti 90 dereceyle iç içe geçmiş iki kareden (8 köşeli bir yıldız, aman altı olmasın, yanlış anlaşılmasın) oluşacak şekilde düşünüldü.
Solda Petronas, sağda Wat Arun tapınaklarının tepesi
Bence başarılı bir tasarım, çünkü böylece hem islami formlar çağrıştırılırken, hem de Asya uygarlığının medar-ı iftiharlarından Angkor Wat, Wat Arun tapınakları gibi yapılara da bir selam çakılmış oldu. Projenin toplam maliyetinin 1,6 milyar dolara patladığı tahmin ediliyor; birkaç yüz kilometrelik bir çapın içinde açlıkla boğuşan yüz milyonlarca insan varken “değer miydi” diye düşünen sanırım olmamıştır, küresel ekonomi o şekilde işlemiyor çünkü…

“Hazır paraları savuruyoruz, yapmışken iki tane yapalım” mantığı New York’taki meşhur ikiz kulelere bir öykünme miydi acaba? Çünkü Petronas kuleleri bittiğinde henüz 9/11 yaşanmamıştı ve Dünya Ticaret Merkezi dimdik ayaktaydı! Petronas Kuleleri şu anda dünyanın en yüksek binası ünvanını taşımıyorsa da, en yüksek ikiz kuleleri olarak anılmayı sürdürüyor!
İkiz kuleleri demişken bir ayrıntıdan daha bahsedelim; Petronas kuleleri çift yumurta ikizi oluyor. O da ne demek diye sorabilirsiniz; efendim, proje çizildikten sonra her bir kulenin inşası farklı iki konsorsiyuma verilmiş. Birine Japonların, diğerine Korelilerin liderlik ettiği konsorsiyumlar kuleleri eş zamanlı yapmış ve aralarında tatlı bir rekabet olmuş tabii; sanırım erken bitiren ekstra bir prim de almış.

İki kuleyi birbirine “bağlayan” en önemli öge, 41 ve 42. Katlar arasında yer alan “skybridge” köprüsü. Sanırım bir turist olarak bu köprüye kadar çıkmak mümkün; tabii ücreti mukabilinde ve her gün yaklaşık 1000 ziyaretçi ile sınırlı olacak şekilde. Bana da çıkmam için çok yalvardılar, ama tenezzül etmedim. Çünkü dediklerine göre, değişik bir teknikle binalar arasına “yerleştirilen” bu köprü, tam olarak binaya bağlı değilmiş ve esnek bir şekilde aşağı-yukarı oynayabiliyormuş. Nasıl olduğunu bilen varsa anlatsın.
Tabii bu tip projeler rant, bizinıs ve şopping temelli olduğu için kulelerin altına devasa bir alışveriş merkezi açılmış. Suria olarak bilinen bu AVeMe’de yok yok; tüm dünya markaları kendilerine güzel bir köşe kaparak tezgahlarını son derece sıcakkanlı, sürekli gülümseyen Malezyalılara emanet etmişler.

Kulelerin yapıldığı arazi ise Kuala Lumpur’un eski bir binicilik ve hipodrom alanıymış. Kulelerden arta kalan bölge çok güzel bir park şeklinde düzenlenmiş; bu sefer mimari projeyi bir Arjantinliye değil, Brezilyalı mimara vermişler. Mübarek dünya futbol kupası finali gibi; Asyalı mimarlara kıran mı girdi? Neyse hakkını yemeyelim, mimarımız gerçekten çok güzel bir park tasarımına imza atmış; zaten iklim ve bitki örtüsü o kadar cömert ki, parkı üç gün boş bıraksan balta girmemiş yağmur ormanına dönecek, ağaçların arasından geçerken bacağına anakonda dolanacak gibi hissediyorsun…
Parktaki senfoni havuzu, gün boyunca fıskiyelerle su dansı gösterilerinin yapıldığı bir yer; aynı Dubai’deki Burj Halife benzeri. Sanki yüksek bina mimarisinin farzları gibi; gökdelenin dibine fişkiye havuzu yapmazsan dövüyorlar!
En büyük rakibi olan New York ikiz kulelerinin yıkılmasının ardından, “ikiz kule alemlerinde tek geçerim” statüsüne kavuşan Petronas Kulelerini bir korku almış… 11 Eylül saldırılarının ertesi günü “biz de ikiziz, biz de kuleyiz” benzerliğini fark eden yönetim, tüm binayı tahliye ederek bomba araması yapmış ama bir şey çıkmamış.

Tabii yine de güvenlik önlemleri tavan yapmış; bir de binaya tırmanmak, binadan aşağı atlamak, zıplamak isteyen zıpırlara yasaklar getirilmiş. Dünyaca meşhur gökdelen tırmanıcısı Fransız Alain Robert, Petronas Kulelerine tırmanma teşebbüslerinden ikisinde yakalanıp tutuklandıktan sonra (60. Kat civarlarında) üçüncü denemede hiçbir güvenlik ekipmanı olmadan en tepeye ulaşmış.
Petronas Kulelerinde yasal adrenalin arayışı ancak Holivut eserlerinde mümkün oluyor tabii… Hatırlayanlarınız olacaktır, 1999 sonlarında İskoç karizması Sean Connery ile Galler prensesi Catherina Zeta Jones’un “Entrapment” filminde başrolü Petronas Kuleleri oynamış, o yılın en iyi kule oskarını kazanmıştı.

Film bir sinema şaheseri sayılmaz; baba oyuncular hatrına izlediğimiz bir aksiyon filmiydi. CeymısBond’luktan emekli Sean Connery hırkızlık ile geçimini sağlarken, poliçe satmaktan sıkıldığı için macera arayan bir sigortacı olan Catherina, Sean’a tuzak kurup suçüstü yakalamak ister. Tuzak ise, 31.12.1999 tarihi için beraber planladıkları Petronas Kulesi soygunudur.

Soygunda ne çalmayı planlıyorlardı hatırlamıyorum; çünkü salondaki tüm izleyiciler gibi ben de “kariyerinin” doruğunda olan Katerina ablanın lazer ışınları arasından yılan gibi süzülürken şekilden şekile girmesine odaklanmıştım… İlerleyen yıllarda “Twin Peaks” dizisinin ismine ilham olacak o meşhur sahne, hem filmin, hem de Petronas Kulelerinin şöhretini kat be kat aşmıştır:
Twin Peaks
Filmin yan temalarından biri de Y2K felaketiydi; hatırlarsınız belki, 31 Aralık 1999 gecesi bilgisayarlar yeni tarihi algılayamayacak, sapıtıp tüm dünyada kıyameti koparacaklar, sistemler çökecek, nükleer reaktörler patlayacak ve beş trilyon liralık su faturaları alacaktık (sanki almıyormuşuz gibi). İşte filmde de Katerina ablamız tam o gece 23:59’da çıkan karışıklıktan falan faydalanıp kaçacaktı.

Ama ne oldu, tabii ki hiçbir şey olmadı, kimseye 50 trilyonluk su faturası gelmedi, ama Y2K felaketi tellallığı yapan AyTi danışmanları 50 trilyonluk vurgun vurup Katerina’nın Petronas hasılatını solda sıfır bıraktı! Petronas da yeni milenyuma “dünyanın en yükseği” ünvanı ile girmeyi başarsa da 4 yıl sonra rekorunu Tayvanlılara kaptırdı…  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"