Gökdelenler Şehri Şikago

Milletçe vahşi kentleşmeden, şehri betona boğan yapılaşmadan, gökyüzüne tecavüz eden yüksek binalardan şikayet ettiğimiz şu günlerde gökdelen güzellemesi yazmak, akıntıya karşı kürek çekmek gibi olacak. Ama olsun, gökdelenin de bir estetiği, güzelliği, misyonu var; böyle kafanı kaldırıp gökyüzüne doğru bakmana bir vesile oluyor en azından. Efsanevi 2001 Uzay Macerası filmi bile bilgiyi, teknolojiyi simgeleyen ve gökyüzünü delen gibi bir monolitle başladığına göre, göğü delmenin vardır bir hikmeti.
Nitekim, bu yüce binalar için Türkçemizde oldukça iddialı, biraz ofansif ve hatta eril bir kelime kullanmışız: Gök-delen! Yani gökyüzüne karşı bir saldırganlık zımnen kabul edilmiş oluyor. İngilizcesi ise daha bir muamma; skyscraper. Sky kısmını anladık da, “scrape” ile neyi kastettiklerini tam çözebilmiş değilim… Göğü kazıyan gibi bir anlam çıksa da, daha iyi bir kelime bulamazlar mıydı diye düşünmeden edemedim.
Göğü yan yana delmiş üç güzel...
Kelime ilk kez, yüksek binaların yaygınlaşması konusunda sürekli New York ile rekabet halinde olan Şikago medyası tarafından kullanılmış. Şikago, bu yeni mimari konusunda ezeli rakibi olan New York ile çekişmesinde, olayın ismini koyarak 1-0 öne geçmiş.
Şikago, sadece isim koyma konusunda değil, dünyanın ilk gökdelenini inşa etme konusunda da New York’a postayı koymuş. Tabii burada önemli olan gökdelenin tanımı; yoksa dünyanın çeşitli yerlerinde çok katlı binalar yapılagelmiş. Ama dünyanın ilk gökdeleni olduğu konusunda mutabakata varılan bina, Chicago’da 1884 yılında inşa edilen Home Insurance Building:
Bu resmi ben çekmedim haliyle; ben geldiğimde binayı çoktan yıkmışlardı...
Bu gökdelen sadece 10 katlı olduğu halde, bu kıymetli rütbeyi almasına sebep olan şey devrim niteliğindeki inşaat tekniği. Günümüzde, 10 katlı bu binanın 10 katı yüksekliğindeki yapıları yapabilmemiz, ilk kez HIB’de kullanılan çelik karkas tekniği. Yani, Yemen’de yüzlerce yıl önce kerpiçten yapılmış çok katlı evler gökdelenden sayılmıyor…

Tabii ki çelik iskelet tekniği tek başına gökdelenlerin yaygınlaşmasını sağlamamış. Elektrik denilen yeni enerjinin binaların içine kadar girmesi, asansör diye bir şeytan icadının geliştirilmesi sayesinde gökdelenler pratik bir şehirleşme alternatifi olmuş.
Şimdi bu Şikago dediğimiz Amerika’nın üçüncü büyük şehrinin bir özelliği var tabii. Geçmişi (tabii ki beyaz adam geçmişi) ancak 1800’lere dayanan bu şehir, Amerikan iç savaşı sonrası hızlı büyüme ve gelişme döneminin öncülerinden ve şehrimizi son derece hırslı, hevesli, zımba gibi abilerimiz doldurmuş. Şevkle inşa ettikleri şehir 1871’deki çok büyük bir yangınla tamamen küle dönünce, farklı ve modern bir şehirleşme modeli arayışına girmişler.

Şehrin oldukça bataklık, soğuk, karlı, rüzgarlı, nemli vesaire bir araziye kurulmuş olması, Şikagoluları bezdireceğine büsbütün kamçılamış. Şehrin okumuş etmiş mimarları, tüm dünyaca kabul edilen bir “Şikago ekolü” yaratarak küllerinden yeni bir şehir inşa etmiş; çom daha sağlam, görkemli, taştan tuğladan binalar ve artık iki boyutun şehre yetmeyeceğinin anlaşılmasıya üçüncü boyuta taşan gökdelenler!
Az önce bahsettiğim Home Insurance Building’i tasarlayıp inşa eden meşhur mimar LeBaron Jenney, mimarinin LeBron James’i gibi bir şahsiyet olmalı (bkz: “yok artık LeBronJames”). Gustave Eiffel’in sınıf arkadaşı olması, çelik konstrüksüyona olan ilgisini açıklayabilir belki.

Şikago, 20. Yüzyılın başından itibaren New York ile büyük bir gökdelenleşme yarışına girmiş ve (zannımca) kazanmış diyebilirim.Yazımın başında da belirttiğim gibi, gökdelenin de kendince bir estetiği var ve gökdelen Şikago’ya çok yakışmış! Şikago’nun bu mimari devleri, sadece yüksek ve heybetli olmaları ile değil, her birinin sahip olduğu özgün karakteristikleri ve mimari orijinalitelieri ile de öne çıkıyor. Nitekim, şehrin en önemli ve ilgi çeken rehberli turlarından biri de gökdelenler turu!
Herhalde şehrin gökdelenlerinden en önemlisi, 110 katlı, 442 metrelik Willis Kulesi. 1973 yılında, ezeli New York-Şikago rekabetinde, (müteveffa) Dünya Ticaret Merkezi kulelerini geçerek “dünyanın en yüksek binası” ünvanını alan Willis (Sears) binası, 25 yıl boyunca ünvanını koruyarak bayrağı Malezya’daki Petronas Kulelerine devretmiş: (http://onurataoglu.blogspot.com.tr/2017/07/petronas-kuleleri.html)
Binanın yüksekliği metre olarak çok bir şey ifade etmeyebilir; bunu düşünen Şikagolular, girişe koydukları posterle “binamız 262 Maykıl Cordın yüksekliğindedir” diyerek bizi aydınlatıyorlar. Bildiğiniz gibi Şikago’da metrik sistem yerine her şeyin Maykıl Cordın ile ölçüldüğü bir düzene geçilmiştir (3 maykıl ağırlığında, 0,8 maykıl uzunluğunda falan…)
Ben de Şikago’da gezerken kendimi bir adet gökdelen tırmanışıyla kısıtladım ve bu hakkımı tabii ki Willis binası için kullandım. O zaman binamıza girelim, karşılaşmamız muhtemel asansör kuyruklarından sıyrılalım ve binanın 103. Katında bulunan gözlem terasına zıplayalım… Binanın dillere destan asansörü sizi 103. Kata 60 saniyede çıkarırken, basınçtan patlayan kulaklarınızı unutmanız için eğlenceli istatistiklere boğuyor...(şu an falanca binanın yüksekliğine ulaştınız gibi)

Gözlem kulesi yerden 412 metre yükseklikte ve asansörden iner inmez içinizin hoplamaması için öncelikle iç duvarlarda Şikago’nun tarih ve kültürünü tanıtan bilgilendirici sergiye göz atmanızı tavsiye ederim; şehir hakkında gayet özet ve eğlenceli bir oryantasyondan geçiyorsunuz.
Şikago panolarını gördükten sonra, ayaklarınızın altı karıncalanarak pencerelere yaklaşabilirsiniz. Eğer açık, güneşli bir güne denk geldiyseniz şehrin diğer tüm gökdelenlerine tepeden bakacak, Michigan Gölü’nün masmavi tonlarınında gözlerinizi dinlendirebileceksiniz.
“Sana dün bir tepeden baktım aziz Şikago” ritüelinizi bitirdiyseniz, sizi daha büyük bir meydan okumaya davet ediyorum; Willis Gökdeleninin dillere destan cam balkonlarına çıkın, ayaklarınızın altındaki 412 metrelik boşluktan bakarken pantolonunuza herhangi bir leke çıkmaması için dua edin:
Terasa ilk çıktığımda balkonların önünden 4-5 kez geçtim ve “asla, olmaz, hiçbir güç beni oraya çıkaramaz” derken, bir anlık dellenmeyle kendimi cam balkona ayak basmış ve hatta oturup keyif çatarken buldum:
"Joseph Joseph"
Cam balkonun 4,5 tonluk ağırlığa dayanabildiğini okuduğumda küçük bir hesap yaptım ve 4426 kiloluk bir marjla, beni rahatlıkla taşıyabileceğini gördüm. Ancak, benim 2013 yılındaki ziyaretimden tam bir yıl sonra cam balkonlardan birinin üzerinde ziyaretçi varken çatladığını okumam bana soğuk bir duş aldırdı:

Binanın ünlü mimarı Fazlur Han’ın bir Bangladeşli olması da tarihin ilginç bir cilvesi… Kendi memleketinde, Şikagolu zenginlerin ucuz tişört giymesi için karın tokluğuna çalışan tekstil işçileri, komple bir atölyeye çevrilen küçük bir gökdelenin çökmesi sonucu enkaz altında kalmış ve tam 1200 (BİN İKİ YÜZ) kişi ölmüştü. Onun tasarladığı muhteşem gökdelende ise binlerce kişi on yıllardır huzur içinde çalışıyor.
Huzur içinde derken, tabii en büyük korkuları 11 Eylül sonrası bu gökdelenin de önemli bir hedef oluşturacağının düşünülmesi. Saldırıyı izleyen saatlerde bina tahliye edilmiş, kamyonla falan da dalmasınlar diye etrafı güçlü bariyerlerle çevrelenmiş.

History Channel der ki, Fazlur Han bu gökdeleni tasarlarken bir cıgara paketinden çıkan sigaralardan ilham almış. Hani paketin kıçına iki tık tık yaptığınızda bir demet sigara, hepsi farklı uzunluğuna kadar paketten fışkırır ya; işte binanın tasarımı buradan geliyor. Dolayısıyla, dokuz farklı “tüp” yapısının bir demet halinde birbirine yaslandığı bina, hem oldukça sağlam, hem de (nispeten) düşük maliyetli inşa edilebilmiş.
Eğer yükseklik midenizi hoplattıysa aşağıya inelim ve benzer bir teknikle yapılmış Şikago’nun ikinci yüksek binasına gidelim. Bu bina (ayıptır söylemesi) Donald Trump Uluslararası Otel ve Kulesi olarak biliniyor! Turuncu başkan Trump, “dünyanın en yüksek binası”nı yaptırmak üzere yola çıkmış, ama 9/11’den sonra fazla göze batmamak için projeyi revize ettirip Sears’tan az daha kısa bir binayla yetinmiş. İçinde bir otel, bol restoran, ofis ve rezidans bulunan çok amaçlı bina, Şikago’da anti-Trump gösterilerin merkezi haliyle…
Gösterilere bulaşmayıp birkaç dakika yürüme mesafesinde bulunan Şikago’nun üçüncü yüksek gökdelenine bakalım; AON binası olarak bilinen, meşhur petrol şirketi Standart Oil için 1970’lerde yaptırılan bu bina, bildiğimiz dümdüz, dimdik gökdelenlere güzel bir örnektir. Merhum ikiz kuleler ile aynı konsept ve teknikle yapılan bina pürüzsüz bir siluetle yükselir.
Şikago’nun dördüncü en yüksek binası olan John Hancock Merkezi aslında en popüler ikinci gökdeleni olarak daha iyi tanınmaktadır. Binanın 94-95. Katlarında bulunan gözlem terası, kafe ve restoran Willis binası ile büyük bir rekabet halindedir; Willis’in cam balkonlarına karşı daha güzel bir gece manzarası ve manzaraya karşı içkinizi yudumlayabileceğiniz bir bar vaat eder. Teknik altyapısı Willis’ten tanıdığımız Bengal mimar Fazlur’a ait olan binanın dış cephesindeki “X” barlar 18 kat yüksekliğindedir. Ben hakkımı Willis’e kullandığım için bu binaya çıkamadım, siz giderseniz tırmanın, bana da anlatın…
Şimdi sizi bir korku sardı; birinci, ikinci, üçüncü… derken, bu herif bize en yüksek 100 binayı sırayla anlatacak diye korkuyorsunuz. Size bir kıyak geçip tasarımı en hoşuma giden ve Şikago’nun onuncu en yüksek binası olan 82 katlı Aqua binasını göstereyim… ABD’de bir kadın mimarın sahibi olduğu firma tarafından gerçekleştirilen en büyük gökdelen projesi, Jeanne Gang’a aittir. Gökdelenlerle çevrili bir muhitte dikkat çekmek için dalga dalga tasarlanan balkonları gerçekten çok yaratıcı olmuş…
Ama Şikago’nun simgesi olması gereken gökdelen, Şikago nehri ve DuSable köprüsünün köşesinde 1920’lerde inşa edilmiş olan Wrigley binası. Vakti zamanında dünyanın en güzel çikletlerini üreten Wrigley şirketi için yapılan binanın mimarisinde, halen Sevilla Katedralinin bir parçası olan La Giralda kulesi (vakti zamanının minaresi) ilham alınmış ve kuleye nefis bir saat oturtulmuş.
Wrigley binası, 1920’lerin kralı ise, 1930’larda yapılan ve 1965’e kadar Şikago’nun en yükseği olan Ticaret Borsası Binası’nı es geçmememiz lazım. Büyük buhrandan çıkan Amerika’nın deli gibi büyüdüğü dönemde, korkunç bir işlem hacmine ulaşan Şikago Borsası’na ev sahipliği yapmak üzere Art Deco çağının sınırlarının zorlandığı muhteşem bina modern zamanların dev bir tapınağını andırıyor.
Gotham City'ye ilham veren şehir tabii ki Şikago'dur!
Çatısını Roma’nın tarım ve hububat tanrıçası Ceres’in şereflendirdiği bu binayı ilk gördüğümde aklıma Batman ve Gotham City gelmişti; nitekim bina iki Batman filminde de rol almış. Üzerindeki ve çevresindeki heykelleri ile de heybetini hissettiren binanın gece karanlığında çatısına çıkıp üzerime bir projektör doğrultma, Joker’e ve Şikago polisine meydan okuma isteğim zirveye çıkmıştı doğrusu…
Neyse, Batman’liği bırakıp aşağıya inelim ve Şikago’yu biraz da zemin kattan gezelim; mevzu gökdelen ise kralı Şikago’dur dedik, ama aşağılarda da görecek çok şey var… Bizden ayrılmayın efendim!    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"