Sıradaki Şarkı: The Fool on the Hill

Ortaokula başlarken uğradığımız ağır travma koca bir neslin müzikle olan sorunlu ilişkisinin temelini oluşturmuştur. Daha ilk günden “köşedeki kırtasiyeden bir blok flüt alacaksınız, haftaya eli boş gelmeyin” demişti müzik öğretmenimiz. Kırtasiye mamulü bir enstrümanla sanat dünyasına adım atacak olmak başlı başına bir trajediydi; ama mecbur gittik, aldık. Daha ilk günden blok flütümüzün markası ile okuldaki sınıfsal ayrışma doruğa çıkmıştı; çoğunluğumuz Masis mi, Nasis mi öyle bir markaya yönelirken burjuva sınıfı, veya çocuğunda gördüğü yetenek pırıltısının üzerine gitmek isteyen orta-üst tabaka Yamaha ürünlerini tercih etmişti.  Flüt henüz bir müzik aleti olmaktan uzaktı; o yaşta oğlan çocuğunun eline böyle bir alet verirsen ya kılıç gibi kullanıp malkoçoğluculuk oynayacak, ya da arkadaşının… neyse, burada keselim.

Tabii bir süre sonra flütten ses çıkarmamız gerekti, ama aleti üfledikçe içini tükürük doldurmaktan öteye gidemiyorduk. Tabii hocamız küplere biniyordu, biz de korkudan titreyen sağ elimizin serçe parmağı ile en alttaki parçanın do deliklerini tam kapatmaya çalışıyorduk, ama nafile tabii; mutlaka küçük bir aralık kalıyordu ve fıyyyt sesiyle hayallerimiz yıkılıyordu. Milli Eğitim Bakanlığının yurt çapında birkaç Ian Anderson yetiştirme projesi suya düşmüştü; ama bir kısmımız yağ satarım bal satarım ile başladığı kariyerini Anadolu’nun yüce bir dağı olan Ilgaz’ın zirvesine kadar taşıdı! Yıllar sonra bir gün Ilgaz Dağı zirvesi yaptığımızda kulağımda halen flüt zırıltısı yankılanıyordu; irtifaya bağlı oksijen azalmasından da olabilir tabii…
Blok flütle olan çalkantılı ilişkim bittikten çok sonra bir gün kulağıma olağanüstü bir melodi çalındı; dikkatle dinledim ve evet, kadife gibi bu ses bir flütten geliyordu! Çocukluk yıllarımızın kabusu olan blok flütün bir “müzik” aleti olabileceğini pek düşünmemiştim, çünkü en son arkadaşımın kafasına indirirken hatırlıyordum bizim emektarı. Ama yetenek böyle bir şey işte, demek ki doğru ellere düştüğünde Kumrular Kırtasiyesinden alınan bir flüt bile insanın ruhunu hafifletip huzur verebiliyordu. Şarkıyı dinlemeye devam ettim, kaynağına ulaştım ve icracının Paul McCartney olduğunu görünce eh dedim, yetenek böyle bir şey işte, Allah-u Teala herkese bahşetmiyor! Tabii flüte eşlik eden yumuşacık vokal ile birlikte keyfim iyice doruklara çıktı ve şarkımızı hemen favorilere kaydettim: The Fool on the Hill!
Üstadın flütü tutuşu bile karizma...
Diyeceksin ki, koskoca Beatles ile, Sir Paul McCartney ile bu kadar geç mi tanıştın? Tabii ki öyle değil, Beatles’i biliyorduk, ama daha ziyade konserlerinde kızların çığlık çığlığa bağırıp üstünü başını parçaladığı, sahneye sütyen fırlattığı popüler bir grup olarak kafamızda yer etmişti. She loves you, Twist and Shout, I saw her standing there, Love me do, Can’t buy me love, A hard Day’s night falan… Yanlış anlaşılmasın, bu şarkıların da hastasıyız, ama bir Abbey Road, Sgt. Pepper’s Lonely Heart Club ve Magical Mystery Tour albümleri o günlerde gölgede kalmıştı ve biz büyüdükçe, müzik zevkimiz geliştikçe, şarkılara daha kolay erişebildikçe kıymetini bilemediğimiz nice Beatles incisini keşfettik.
Beatles şarkılarının özeti :))
Netekim, birçok müzik eleştirmeni de Magical Mystery Tour albümündeki The Fool on the Hill için Beatles grubunun değeri en az bilinen şarkılarından tanımlamasını kullanıyor. Grup, 1967’de müziklerinin zirvesi olan Sgt. Pepper’s Lonely Heart Club’ın ardından, o albümde yer vermedikleri şarkılardan bir albüm daha çıkarıyor. Eee, koskoca Beatles tabii, adamların “artık” şarkıları bile birçok müzisyenin rüyasında göremeyeceği bir zirvede yer alıyor. All you need is love, Penny Lane, Strawberry Fields Forever gibi babalar hep bu albümde… Ama dediğim gibi, albümün bir köşesinde yer alan bir Paul McCartney bestesi var ki, bizi bu dünyadan alıp götürmek, huzur pompalayıp sinirlerimizi gevşetmek için özel yazılmış sanki… Antidepresan niyetine her gün yemeklerden sonra iki doz dinlerseniz emin olun ki etkisini hissedeceksiniz.
Efendim, rivayet odur ki, Paul abimiz Sgt. Pepper kayıtları esnasında bu şarkıyı piyanoda gayet sade bir şekilde tıngırdatırken Conlenın yanına gelip “Paul, şarkının sözlerini, notalarını kaydet, unutma haa” diye uyarmış ve ne iyi etmiş. Yıllar geçip grup dağıldıktan sonra da John üstad The Fool on the Hill için “bu şarkı Paul’ün isterse ne güzel şarkılar yazabildiğini gösteriyor” demiş. Hani iltifat mı, yoksa İngiliz sarkazmının ince bir örneği mi bilinmez, ama en merak ettiğim husus bu cümleyi Playboy dergisine verdiği bir röportajda kullanmış olması. Yani, insan röportajın genel konusunu ve bu cümlenin bağlamını merak ediyor doğrusu. Ama şarkımızın sözleri, herhangi bir erotik dergiyle adı anılmayacak kadar sade, derin ve mistik:

Day after day, alone on the hill,
The man with the foolish grin is keeping perfectly still.
But nobody wants to know him,
They can see that he's just a fool.
And he never gives an answer
But the fool on the hill,
Sees the sun going down.
And the eyes in his head,
See the world spinning around.


Yani şarkıdaki kahramanımız kendini tepelere vurmuş, dünyanın hırgüründen elini eteğini çekmiş bir deli. Tabii bizler onu “deli” diyerek küçümsüyor olabiliriz, ama belki de dünyanın sırrına ermiş, anlamını/anlamsızlığını kavramış bir derviş olabilir? Kimse onu görmek/bilmek istemiyor, çünkü günlük hayat koşturmacamızın anlamsızlığını ve yoruculuğunu yüzümüze vurduğunda onu duymak istemeyeceğiz. Mark Twain’in de buyurduğu gibi, insanları kandırmak çok kolaydır, ama kandırıldıklarına ikna etmek zordur. O yüzden “deli”nin biri bizim anlamsız tepişmemizi gözümüzün önüne serdiğinde “amaaan, deli işte” deyip geçmemiz, ona inanmak istemememiz en olası ihtimal. Delinin ise umurunda olmayacak, o çıktığı tepeden dünyanın dönüşünü, güneşin batışını ve doğuşunu seyredecek. “Kah çıkarım gökyüzüne seyreylerim alemi…”
Oynaya oynaya gelin çocuklaaar
Zaten şarkı da benzeri bir hikayeye dayanıyor; Sir Paul bir sabah arkadaşı Alistair ile Londra’daki Primrose tepesinde köpeğini gezdirirken güneşin doğuşunu seyre dalmış. Paul bir ara köpeğim nerede diye bakınırken, bir anda olduğu yerde beliren gizemli bir adamı görmüş. Daha birkaç saniye önce orada bulunmadığına emin olduğu bu şık giyimli beyefendi, bulundukları tepeden Londra manzarasının ve güneşin doğuşunun ne güzel göründüğünü mırıldanmış. Paul şöyle bir silkinmiş ve tekrar baktığında adamın belirdiği gibi esrarengiz bir şekilde kaybolduğunu görmüş! Yakınlarda adamın bir anda gözden yitebileceği bir ağaç, çalı vb. olmadığı için Paul ve Alistair olaya şaşıp kalmış ve bütün sabah boyunca bu olayı konuşmuşlar. İşin ilginci, esrarengiz adam belirmeden az önce iki arkadaş tanrının varlığı üzerine tartışıyorlarmış! Bence bu büyük gizemin sırrı, Beatles’ın bir başka şarkısında yatıyor olabilir; Lucy in the Sky with Diamonds…

Well on his way, his head in a cloud,
The man of a thousand voices, talking perfectly loud.
But nobody ever hears him,
Or the sound he appears to make.
And he never seems to notice
But the fool on the hill,
Sees the sun going down.
And the eyes in his head,
See the world spinning around.


Yani binlerce sesin adamı oldukça gür konuşmasına rağmen onu kimse duymuyor ve “amaaan, delidir, deli” diyerek yollarına devam ediyor. Delimiz ise tepesinde dünyayı seyreylemekten oldukça memnun. Benim de zaten kariyer hedeflerim arasında yer alıyor; bir tepede oturup sessizce dünyayı izlemek. Zaten kafasında huniyle bir tepede bilgeliğini konuşturan, insanları gülümsetip düşündüren deli figürü kültürümüze hiç yabancı değil. Leman-Penguen-Uykusuz ekolü mizahta sık sık karşımıza çıkan, sosyal medyanın vazgeçilmez paylaşımları arasında yer alan delilerimize hem çok güleriz, hem de bazen yerlerinde olmayı çok isteriz:
Tepedeki deli figürünü o derece içselleştirmişiz ki, bizim de müziğimize yansımış. Bulutsuzluk Özlemi o nefis şarkısında her ne kadar deliden bahsetmese de, tepedeki çimenlikte oturup alemi seyreyleyen karakterimiz Beatles’ın Fool on the Hill’i ile kuzen değil midir:

Tepedeki çimenlikten
Seyreylemek şu alemi
Küçülmüş ufacık olmuş
İnsanların alemi
Bir buluta tutunup
Bir kuşun kanadına takılmak
Vazgeçmek birdenbire
Her şeyden vazgeçmek

Fool on the Hill’in yer aldığı Magical Mystery Tour albümü, aslında Beatles üyelerinin bir film projesinin soundtrack çalışması. Aynı isimli 50 dakikalık Beatles filmi yine 1967’de çekilip BBC’de gösterilmiş, ancak “sürreel İngiliz komedisi” olarak etiketlenen bu filmi (ben de henüz seyretmedim) pek kimse anlayamamış ve ilgi görmemiş. Sebebi yine Lucy in the Sky with Diamonds olabilir mi acaba… Filmin “Fool on the Hill” sahnesi, Fransa’da, Nice şehri yakınlarında bir tepede çekilmiş ve Sir Paul şarkı eşliğinde bir dakika boyunca tepelerde keklik gibi sekmiş. Görenler de herhalde tepede bir deli var diye düşünmüşlerdir.


Film pek tutmadığı gibi, şarkı da bir süre popülarite kazanamamış. Parçayı yeniden yorumlayan ünlü Brezilyalı müzisyen Sergio Mendes, Brasil 66 grubu ile Fool on the Hill’e nefis bir latin jazz havası katmış ve şarkı bu versiyonu ile büyük sükse yapmış. ABBA’yı andıran iki vokalist ablamızın yumuşacık sesinden bu şarkıyı dinlerken bir James Bond filminin açılışı gibi hissedecek ve iyice gevşeyeceksiniz. Tabii Brezilya’da blok flüt kültürü olmadığından şarkıda o mest edici kaval tınısı yok; ama onun yerine Sergio’nun harika piyanosu cuk oturmuş:


Şarkıyı Shirley Bassey’den, 11 yaşında sesi henüz cırtlarken yorumlayan İzlandalı Bicörk’e kadar çok değişik yorumlardan dinlemek mümkün… Ama kimden dinlerseniz dinleyin, kafanıza huniyi geçirip güneşin doğuşunu, dünyanın dönüşünü seyredebileceğiniz bir tepe bulup yerleşmek isteğinize gem vuramayacaksınız:

He never listens to them,
He knows that they’re the fools
They don’t like him.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"