Kitap Paylaşım Salgını

Facebook aleminde zaman zaman alevlenen davet/paylaşım salgınları arasında gayet faydalı olanlar da var; örneğin bugünlerde kitap paylaşım ve tavsiyeleri sayesinde bir kenara not aldığımız, bugüne kadar haberdar olmadığımız faydalı eserler oldu. Aslında bu gibi akımların yaşam döngüsü bayağı trajikomik oluyor; insanlar önce bir birlerinin şusunu busunu paylaşmak üzere yakın çevresini gaza getiriyor; çocukluk fotoğraflarından sevdiğin yemeklere kadar. Ardından, facebook’ta benzer bir vaveyla daha kopuyor; efendim, ABD gavırnmıntı ve Si-Ay-Ey, Türk toplumunun kişisel bilgilerine ulaşmak için büyük bir oyun çevirmektedir. Önce burnumuzdan sümük akan sararmış çocukluk fotoğraflarımızı topladılar; şimdi de hangi kitapları sevdiğimizi öğrenerek dejenerasyon politikalarıyla bir kültürel kontr-devrim planlıyorlar. Ve bunun üzerine, 15 dakikada bir konumunu paylaşan sosyal medya kitlesi, avukatlarına danışarak feysbuka haykırır; Ey Zuckerberg, eğer benim önerdiğim kitap listesini iznim olmadan kullanacak olursan, canına okurum, Düzce Asliye Ceza Mahkemelerinde açacağım dava ile seni sürüm sürüm… ay, bir gülme geldi, konu da dağıldı zaten… 
Neyse efendim, zukerberg’den korkan onun gibi olsun diyerek her türlü entelijans ve espiyonaj tehlikesini göz önüne alarak sizinle bir okuma listesi paylaşayım. Geçenlerde sayfamda Nedim Çakan ağabeyimin çağrısı üzerine çağdaş Türk yazarlarından yedi (buçuk) kitaplık bir seçki paylaşmıştım ve listeyi genişleteceğime söz vermiştim. Şimdi sözümüzü tutalım ve elimizden geldiğince listeyi şişirelim. Tabii şöyle bir disclaimer gerekiyor; bu listede olmayanları takmıyorum, ya da benim beğeni sıramı gösteriyor diyemem. Ama ille de polemiğe girmek istiyorsanız hodri meydan, insanın hayatta tartışıp kavgasını verecek bir konu olacaksa kitap olsun, yazar olsun, edebiyat olsun… Ey Zuckerberg, duy sesimi! 

Şimdi, çağdaş Türk edebiyatı gibi bir sınıflandırmaya girmiş olsam da tarihi biraz daha geriye çekiyor ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü listenin başına koyuyorum. Efendim, Türk milletinin çağdaşlaşma sancılarını, modernite ile tanışma kramplarını daha iyi anlatabilmiş bir eser daha var diyorsanız buyurun… geleneksel olandan kurumsal olana, doğuludan batılıya geçmeyi veya geçememeyi muhteşem bir üslupla anlatmış üstad. Ahmet Hamdi’den başlamışken, tabii ki “Huzur” ve (Türk) gezi edebiyatının temel taşlarından “Beş Şehir”i okumak isteyebilirsiniz. İyi de edersiniz. Şimdi, bu batılı/doğulu, modern/geleneksel diyalektiğine girince, yine günümüzden biraz uzak kalsa da Peyami Safa’nın kıvrak dilinin safasını sürün isterim. Öncelikle “Fatih-Harbiye”, isterseniz “Yalnızız” okumak isteyebilirsiniz. Farklı bir üslup ve tema olsa da, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” kısa, rahat okunan, otobiyografiğimsi leziz bir eserdir. Sabahattin Ali’den “Kürk Mantolu Madonna”yı mutlaka önermek isterim; her ne kadar popüler vıcıklık içinde boğulmamak için çırpınsa da, “deri Ceketli Maykıl Ceksın” ile karıştırılsa da… mutlaka okuyun efendim! 
 
Modern Türk edebiyatının önemli virajlarından biri olan Yusuf Atılgan, yabancılaşma, yalnızlık gibi konuları müthiş bir dille işlemiş. Kentte oturup taşra yazanların aksine, Manisa’nın bir köyüne yerleşip kent insanını anlattığı “Aylak Adam” olağanüstü bir eserdir efendim. “Anayurt Oteli” isimli depresif eseri de sizi okurken boğacak, en başarılı Türk filmi uyarlamalarından olan Ömer Kavur eserini izlerken de daralacaksınız. Yusuf Atılgan ardıllarını o kadar etkilemiş ki, hayranı bir yazar başyapıtını ona gönderip onayını almak istemiş; ama Yusuf hoca hiç ilgilenmemiş, hatta ilerleyen yıllarda ilgi göstermediğine pişman olmuş. Doğrusu “Oğuz Atay bana Tutunamayanlar”ı yolladı, ama takmadım bile” cümlesini kurmak insanın tüylerini ürpertiyor. Şimdi tabii Oğuz Atay ve “Tutunamayanlar”; ne desem azdır, mutlaka binlerce paylaşımın konusu olmuştur.  Ben de olağanüstü öykülerden oluşan, okuyana koltuğunda takla attıracak “Korkuyu Beklerken”den bahsedeyim ve lütfen kaçırmayın diye yalvarayım… 
 
Araya bir parantez açayım, az önce çağdaş yazarlar falan dedik ama hangi çağ, kim çağdaş bunun ayırımını yapmak zor ve ben de bu iddiada bir edebiyat tarihçisi değilim. O yüzden, Ahmet Hamdi kadar eskilere gidince Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yahya Kemal, Kemal Tahir gibi Kemal ortak paydasında buluşan devler nerede diye sorabilirsiniz. O kulvara bir girersek çıkışı çok zor tabii; ama bir İnce Memed, Binboğalar Efsanesi, Sarı Sıcak; veya Murtaza, Bereketli Topraklar Üzerinde, ya da Esir Şehrin İnsanları, Devlet Ana, Yorgun Savaşçı gibi eserler burada zikredilmese de okuma listelerinin başlarında olmalı. Keza Rıfat Ilgaz (özellikle Karartma Geceleri, Sarı Yazma ve tabii Hababam), Aziz Nesin (Zübük, Şimdiki Çocuklar Harika) ailecek okumanız gereken eserler.    
 
Adı üzerine dönen spekülasyonlar ne olursa olsun Orhan Pamuk’tan da okumak lazım; “Kara Kitap” yazarımızın doruk noktası olsa, son dönem eserlerinden “Kafamda bir Tuhaflık Var” bence hak ettiği övgüyü alamadı; İstanbul’un yarım yüzyıllık göç, şehirleşme ve talan hikayesini buradan da okuyun derim. Memnun kaldıysanız “Yeni Hayat” (bakın bu gerçekten farklı bir tarz), “Beyaz Kale” ve “Benim Adım Kırmızı” ile devam edebilirsiniz. Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’nin de bulunduğu İstanbul’a daha çok ağırlık verirken, katıksız bir Ankara yazarı, bir başkent sevdalısından mutlaka bahsedeyim; anti-medyatik yazar Barış Bıçakçı’nın olağanüstü kıvrak kalemini dans ettirdiği “Sinek Isırıklarının Müellifi”ne kefilim. Sinemaya aktarılan “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” daha iyi bilinse de, sinek ısırıkları insanların Eryaman’dan otobüse binip Ulus’a falan indiği harika bir Ankara masalı. Üzerine de “Aramızdaki En Kısa Mesafe” ile cila atabilirsiniz.  
 
Yine (hak ettiğinden) az bilinen Hasan Ali Toptaş eseri “Gölgesizler”; zaman, mekan, boyutlar ve sizi dünyaya bağlayan her olgunun birbirinin içinde eridiği, uzayda, yer çekimsiz ortamda kaybolmuşçasına okuyacağınız olağanüstü bir anlatım! Kaçmaz… İhsan Oktay Anar denildiğinde “Puslu Kıtalar Atlası” ağır basıyor, ama ben size “Suskunlar”’ı da önereyim; İstanbul’da tarihi yarımada ve Galata’da dolaşırken, geçmiş yüzyılların görüntülerini, seslerini, kokularını hissedecek, yazarın kelime haznesinin sizinkinin yüzbin katı olmasını kıskanacaksınız. İhsan Oktay’ın büyülü dünyasına girmişken “Efrasiyab’dan Hikayeler”, “Kitab-ül Hiyel” de kaçmaz! 
 
Hasan Ali Toptaş, İhsan Oktay Anar gibi Türkçeye takla attıran yazarlar sizi sarmaladıysa afili filintaların dünyasına da bir göz atın derim. On yıl kadar önce belli bir stilde yazan genç kuşağın bir araya geldiği eril bir kulüp olan filintilar, aforizma ve kelime oyunlarının bazen aşırıya kaçtığı, kıvrak bir dil ile kendi hayran kitlelerini oluşturdular. Bu dili en uç noktasına taşıyan isim Murat Menteş; “Dublörün Dilemması”, “Korkma, Ben Varım” ve “Ruhi Mücerret” gibi eserlerini okumak insana bol kalori yaktırıp kilo kaybettirebilir. Değişik bir tarz, seveni de sevmeyeni de var. Alper Canıgüz’ün keyifli kitapları “Cehennem Çiçeği” ile “Oğullar ve Rencide Ruhlar”, 5 yaşındaki bilge karakter Alper Kamu ile dikkat çekiyor: “5 yaş insanın olgunluk yaşıdır, ondan sonra çürüme başlar” diyor bize ukala karakterimiz. Filintaların yeterince tanınmayan kalemlerinden Murat Uyurkulak’ın “Har” ve “Tol” kitapları daha çok bilinse de, muhteşem öykülerini topladığı “Bazuka”yı tavsiye ederim; aşk, yalnızlık ve şiddete dair (sıralama kişiye göre değişebilir) hikayeler… Şiddet dediğimizde bir soluk alıp Hakan Günday’ı da anmakta fayda var; “Kinyas ve Kayra” yanlış bilmiyorsam yazarın lise yıllarında başlayan bir projesi, kült bir eser mertebesine erişmiştir. Ben bir de “Az”ı okudum, dediğim gibi, şiddeti ne kadar kaldırabilirseniz…
 
Özellikle filintalar ile birlikte çok maskülen bir listeye evrildiğimizin farkındayım; sanmayın ki kadın yazarlarımızdan okumuyoruz. Zaten yazarları kadın/erkek diye ayırmak bile densizlik. Eğer sayıca aralarında bir dengesizlik varsa o da toplumun ayıbıdır diyerek bu çok tartışmalı konuyu kapatayım. Buket Uzuner’in Hava, Toprak, Su serisi örneğin; ben bir de öykü kitaplarından Ayın En Çıplak Günü’nü keyifle okumuştum. Ayşe Kulin de son dönemlerde işlediği ilginç, tarihi konuları akıcı bir dille anlatmasıyla beğenildi; Nefes Nefese, Köprü ve Adı Aylin benim beğenerek okuduklarım arasında. Tabii en çok tanınan kadın yazarımız Elif Şafak da ne yazık ki polemiklerin göbeğinde; Bit Palas gibi erken dönem eserleri okunur, ben “Aşk” ile Mevlana ticaretine girdiği dönem (bir ara Mevlevilik iyi satıyordu) bıraktım, ama en son Man Booker’a aday gösterildiği kitabını merak ettim… 
 
Zülfü Livaneli, Ahmet Ümit gibi yazarlar da gayet iyi tanınıyor, zaten biliyorsunuz. Serenad, Mutluluk (Livaneli), İstanbul Hatırası, Beyoğlu Rapsodisi, Patasana (Ümit) gibi kitaplar rahat okunduğu gibi öğretici de; Serenad’ı okuyup struma vakasına, mavi alay’a ilgi duymamak, veya İstanbul hatırası ile adım adım İstanbul’un tarihi izlerinde yürüyüşe çıkmamak mümkün değil.   
 
Öyle veya böyle 59 tane kitaptan bahsetmiş olduk, sayıyı yuvarlayıp altmışa ulaşmak için alın size benden bir bonus; hak ettiği şöhretin kıyısından bile geçemeyen usta kalem Onur Ataoğlu’nun (bu blogun sahibiyle isim benzerliğinden öte bir yakınlığı yok tabii ki) Japonya izlenimlerini bir aşure misali ortalığa saçtığı worst-seller eseri “Japon Yapmış” da mutlaka listeye dahil edilmeli. Kült/kitsch bir eser olarak yıllar sonra bile kütüphanenizde haybeye hacim kaplayacak olan bu kitabı da bir okuyuverin, yukarıdaki isimlerden nesi eksik, okuyuverseniz (zaman dışında) ne kaybedersiniz sanki 😊

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"