Dam Ustünde Kemancı Vur Beline Şamdanı


Kudüs'te bir gazeteci, ağlama duvarının önünden her geçişinde yaşlı bir Musevi'nin orada dua ettiğini fark etmiş. Birkaç hafta sonra dayanamayıp adama şu soruyu sormuş:
- Sizi her gün ağlama duvarının önünde dua ederken görüyorum. Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?
- İsrail'e göçtüğümden beri 40 yıldır.
- Peki ne için dua ediyorsunuz?
- İnsanlığın barışı, kardeşlik, dünyada acıların ve savaşların sona ermesi…
- O zaman nasıl bir duygu içindesiniz? Ne hissediyorsunuz?
 Musevi adam, bezgin bir sesle cevap vermiş: "içimde, sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir his var." 

Gerek Kudüsle, gerekse de ağlama duvarı önünde uzun sakalları, lüleleri, siyah şapkaları ile dua eden dindar Yahudilerle ilgili en bilindik fıkradır. Yahudi toplumu içine kapalı, kendine özgü ve (deyim yerindeyse) Allah’ın seçilmiş, ayrıcalıklı kulları olduğu için bizlerde hep merak uyandırsa da büyük bir sır perdesinin arkasında saklıdırlar. Şabatları, koşer mutfakları, hamursuz bayramları falan az çok kulağımıza çalınsa da gizemli bir topluluktur. Son zamanlarda dizi aleminde Yahudi toplumunun günlük hayatı üzerine çok başarılı birkaç yapım seyredince ufkum biraz daha aydınlandı.  

Tabii şunu belirtmekte fayda var; Yahudi toplumu denilince onların da laikleri, sekülerleri, koyu dindarları, mistikleri var. “Yahudi” demekle iş bitmiyor; hasidik mi, seferad mı, aşkenazi mi, siyonist mi, kabalacı mı, sabetaycı mı diye sormak gerek. Hepsi bir din içinde birbirinden az biraz ayrılan yollar veya mezhepler olmanın çok ötesinde, taban tabana zıt dinler kadar farklılıklar gösterebiliyor. Hatta gördük ki, bir hasidik bir siyonistten, bizlerden çok daha fazla nefret edebiliyor. Bu yüzden Yahudi dedikten sonra bir ayrım yapayım, ve genelde “haridi” diye sınıflandırılan Ortodoks, hatta ultra Ortodoks Yahudilerin dünyasını anlatan dizilerden bahsedeyim.

Aslında kafamızda Yahudi stereotipini oluşturan uzun lüleli arkadaşlar “Ortodoks” olarak tanımlansa da, okuduğum bir kitapta ilginç bir tespit vardı; Hristiyanlık için ortodoksi (inançta birlik odaklı), Yahudilik ve islam için ortopraksi (ibadet/uygulamada birlik odaklı) tanımlamaları yapılmıştı. Nitekim Hristiyanlıkta birkaç sakrament dışında ibadet yok, zaten önemli de değil, tamamen Allah’a ve İsa’ya teslis çerçevesinde iman etmek ve kurtuluşa ermek esas. Tüm kavgalar teslisin yorumu üzerinden çıkmış; önce Arius/Athanasius çekişmesi, sonra duofizitler, sonra monofizitler, Ortodoks/Katolik bölünmesi vesaire… İslam’da da bir ara mutezile üzerinden imanın esası, Allah’ın ve Kuran’ın özü ve nitelikleri tartışması çıkmış, ama konuyu hemen kapatmışlar, islam da tamamen fıkıh ve ibadet esaslarına hapsolmuş. Konuyu daha iyi anlamak için ramazanda Nihat hoca’ya gelen sorulara bakabilirsiniz.   
Netflix'te izleyebileceğiniz Shtisel; tereddütsüz tavsiye edebileceğim, kaçırılmaması gereken bir dizi!
Museviliğin durumu da aynı; zaten islamla benzerlikleri her geçen gün beni daha da  şaşırtıyor. Şimdi konumuzun başlığı olan dizi alemine geliyorum; Netflix’te Shtisel isimli, Kudüs’te yaşayan ultra muhafazakar hasidiklerin yaşamını anlatan bir dizi var. Diziye fazla bir beklenti duymadan başladım, 2 sezon, 24 bölüm bittiğinde hayranı ve hastası oldum. Dizide ne oluyor derseniz, hiçbir şey olmuyor. Küçük bir mahallede yaşayan bir rabbi ve ailesinin etrafında gelişen günlük olaylar, kişilerin umutları, arzuları, kavgaları; kısaca insanlık halleri. Ama o kadar mütevazi, naif ve incelikli işlenmiş ki, “hiçbir şey olmayan” diziyi gözünüzü kırpmadan, karakterlerin duygularını yüreğinizde hissederek, içiniz ısınarak izliyorsunuz ve kapalı bir toplumun gelenekleri, yaşamı hakkında çok şey öğrenebiliyorsunuz.

Diziyi izlerken şunu fark ettim; her ne kadar bu Yahudilere “Ortodoks”, yani ortak bir inançta birleşmiş tanımı yapılıyorsa da, iman esaslarının hiçbir önemi yok. Elemanlar için varsa yoksa Tevrat/talmudda ne yazıyor, onu mu demek istedi, bunu mu kast etti, Babil talmudu öyle derken kudüs talmudu böyle dedi, niye öyle dedi, oturalım 5 saat tartışalım falan… şabat günü o şapka mı takılsın, bu elektrikli aletten mi kaçınılsın, başka bir sıkıntıları yok. Rab, yahve, tanrı vs. kimdir, özü, nitelikleri nelerdir, bizden ne ister umurlarında değil. Hem de seçilmiş kavim olduklarına inanmalarına rağmen! Ama uygulamaya yönelik gelenek, ritüel ve ibadetlerde kantarın topuzunu kaçırmış durumdalar. Dizi sayesinde kippah, tzitzit, tefillin, mezuzah, sheitel, neler neler öğrendik.   
Diziyi izlerken bütün yahudi bacılarımız aynı kuaföre mi gidiyor, hepsinin saç kesimi tıpatıp diye düşünürken, gerçek ortaya çıktı; hepsi aynı peruktan takıyor! 
Örneğin, sheitel denen peruğu takan muhafazakar Yahudi bacılarımız, kendi saçlarının bir tek telinin bile görünmesinden çok rahatsızlar. Ama, bir erkeğin dikkatini çekme konusunda kendi saçları kadar davetkar olabilecek peruklarla toplum içine çıkabiliyorlar. Demek ki önemli olan erkeğin etkilenmesi değil, kendi saçının görünmemesi ve onu koşere uygun örtmek. Koşere uygun demişken, 15 yıl önce yaşanmış büyük bir kriz aklımı başımdan aldı; efendim, doğal peruk üretmek için Yahudiler Hindistan’dan epey bir miktar kadın saçı almış. Bir gün ortaya çıkmış ki, bu saçlar hindu kadınların tapınakta kafalarını kazıtıp tanrılarına adadıkları saçlarmış. Tabii bir “hindu” tanrısına adanan (?) saçlardan yapılan perukları takan inançlı Yahudi teyzelerimiz çıldırmış ve ülkede büyük bir infial yaşanmış! Dini hassasiyetler ne kadar birbirine benzer olabiliyor?

Biraz araştırınca, “Ortodoks” Yahudilerin günlük hayat ve ritüellerine yansıyan hassasiyetin binlerce yıl geriye giden ağır bir travma sonucu olduğunu öğreniyorsunuz. Düşünün, tanrının seçilmiş kavmisiniz, kutsal kitabınızda sürekli size gaz veriliyor, ama Asur istilası, Babil istilası, Roma istilası, Haçlıların Fransa’daki Yahudi katliamı, İspanya’dan sürülmeleri, Doğu Avrupa’daki pogromlar, en son nazi soykırımı derken başınıza gelmeyen kalmıyor! E hani sevilen, kayrılan toplumduk? Nasıl izah edeceksiniz bu durumu, Yahve bizi sevmiyor mu, korumaya (haşa) gücü mü yetmiyor? İşte, İsrailoğullarının bu hayati soruya buldukları yegane yanıt, “biz ona yeterince layık olamıyoruz” ve bu tespitin yarattığı mahcubiyet ve travma. Çözüm ne? Bir gelenek, bir ritüel yaratıp sıkı sıkı ona bağlanalım ve nereye gitsek, hangi topraklara sürülsek bu geleneğe yapışıp kimliğimizi hatırlayalım ve koruyalım! Yani mühim olan tanrıya inanman ve hikmetini sorgulaman değil; geleneği sürdürmek! Çünkü tanrının işine akıl sır ermez, anlamak ve çözümlemek imkansız, elimizden tek gelen, garip de olsa, ritüellerimize sıkı sıkıya tutunmak! 
Yahudi düşüncesini anlayabilmek için mutlaka izlenmesi gereken ilk eser; damdaki kemancı! Rus topraklarında fakir bir yahudi mandıracı olan Tevye'nin "If I were a rich man" şarkısı, tanrıya olan sitemlerini çok güzel anlatır; bitmek bilmeyen acılar, ızdıraplar arasında yaşamaya çalışırken "ey tanrım, şu kuluna birkaç kuruş daha versen ilahi kozmik planın mı bozulacak sanki?" der. Ben bir cevap bulamadım, yehova ne cevap verirdi acaba? 
İşte bu yüzden Ortodoks Yahudi toplumu sorgulamadan, düşünmeden geleneklerine ölesiye bağlanıp sahip çıkmış. Bu durumun en güzel açıklaması Yahudileri anlatan en güzel eserlerden biri olan “Damdaki Kemancı”da görülebilir. Öncelikle eserin ismi çok anlamlıdır; damda kemancının işi ne? Bunun bir anlamı, tanrının işlerinin kesinlikle akıl sır ermemesi ve olan biten şeyler için mantıklı bir açıklama aramanın anlamsızlığı; dam üstünde kemancı, vur beline şamdanı! Damdaki kemancının bir diğer açıklaması da, sürekli eziyet çeken Yahudiler için yaşamanın, her an üstünden düşebileceği bir damda keman çalmaya çalışmak kadar zor ve dikkat gerektiren bir sanat olması! Müzikalin ilk şarkısı olan “Tradition”, yani gelenek bunu çok güzel açıklar; kahramanımız, “sayısız geleneğimiz vardır ve sürekli bunlara uymaya çalışırız” dedikten sonra, bu geleneklerin nereden geldiğini açıklamak ister, uzun uzun düşünür ve “bilmiyorum?” der. Yahudi için bir ritüelin kaynağı, anlamı, halen gerekli olup olmadığı tamamen bağlam dışıdır; var olmaları ve tanrı gözünde halen bir değere sahip olabilmeleri, onu körü körüne uygulamakta gizlidir. 

Damdaki Kemancının sonunda, Yahudi topluluğu Rus topraklarından kovulur. Macaristan’a, Amerika’ya, hatta kutsal topraklara göçerler. Başlarına gelen felaket büyüdükçe ritüellerine daha sıkı, daha tavizsiz sarılırlar. Macaristan’a gidip orada nazi soykırımına uğrayanlardan kurtulanların travması çok büyük boyuttadır; sağ kalanların ekserisi New York Brooklyn’de belli bir bölgeye yerleşmiş ve orada küçük bir “vaadedilen toprak” edinmişlerdir. Belki de dünya üzerindeki en tutucu, en ultra-ortodoks Yahudi cemaati bu New York hasidikleridir ki, covid salgınında hiçbir uyarıya kulak asmamaları New York ahalisini delirtmiştir. Eğer Shtisel’den sonra Unorthodox dizisini seyrederseniz, bu topluluk içinde yaşayan bir kızcağızın başına gelen tatsız olaylara şaşıp kalabilir, muhafazakar dindarlığın sadece ritüellere bağlılıktan ibaret olmayıp insan hayatını zindana çevirebileceğini bir kez daha görürsünüz! Shtisel son derece yumuşak ve naif bir diziyken, unorthodox sizi koltuğunuza çivileyip zıvanadan çıkarabilir, ona göre… 
Unorthodox dizisinin çözülme anı; kocasından ve ailesinden kaçsa da, yahudi inanç ve geleneklerinden bir türlü kopamayan kızımız, sonunda kafasındaki peruğu sıyırır ve yahudilikte de büyük bir anlamı olan, vaftiz benzeri suda arınma ile yeni bir hayata adım atma cesaretini gösterir... 
Shtisel ve unorthodox’tan sonra, “one of us” diye dokümanter bir filme daha denk geldim. Filmde, çocukken bir Yahudi yaz kampına gidip tecavüze uğrayan ve inancı feci derecede sakatlanan, ama korkudan dinden çıkamayan New Yorklu hasidik bir oğlan vardı. Depresyonu derinleşince bir rabbi’yi ziyaret edip kafasındaki varoluşsal soruları danışıyordu; tanrı iyiyse kötülük nereden çıktı, tanrı benim tecavüze uğramama nasıl seyirci kaldı gibi klasik mevzular… Rabbi, ilginç bir şekilde sorular karşısında boş boş baktı. Hiçbir yorum yapmadı. Çocuk ısrar edince de, “bilirsin, biz bu tip şeylere kafa yormayız. Bizim dinimiz, tekrarlar (repetition kelimesini kullandı) yani ritüellerin ömür boyu tekrarlanması üzerinedir” diyerek çocuğu başından savdı. Bu son film, seyrettiğim tüm dizi/filmlerdeki ortak temayı vurgulayan, Ortodoks Yahudi inancını en iyi tanımlayan repliğe sahipti; iman değil, ibadet değil, ritüel değil, TEKRAR!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sinema Dünyasında Tanrı'yı Arayan Filmler

Şikago Sokaklarında Cazın, Mafyanın ve Pizzanın Peşinde

Şikago'da "Dönen Dolaplar"