Kayıtlar

Sochi Kış Olimpiyatları

Resim
Olay çoktan olup bitti ve gündemden düştü bile, ancak gündemi aylarca ve hatta yıllarca geriden takip eden bir tembelsi olarak yazmadan geçemeyeceğim... Konu 2014 Sochi Kış Olimpiyatları ve tabii ki Türkiye! Öncelikle şunu belirteyim, kış olimpiyatlarının hastasıyım! Kaymayı çok sevmemin bunda etkisi olabilir; ama objektif olarak düşündüğümde de kış sporlarının müthiş seyirlik olduğunu iddia edebilirim. Artistik buz pateni gibi ismi bile “artistik” başlayan sporların yanı sıra, olağanüstü dağ manzaralarında yapılan kayak yarışları, hipnotize olarak seyrettiğimiz kızak müsabakaları ve hatta ne olduğunu anlayamadığımız curling bile büyük bir keyifle seyrediliyor. Bu yılki olimpiyatlar da Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Sochi şehri ve kuzeyindeki dağlarda düzenlendi. Putin amcanın “olimpiyadın kralını da biz yaparız” iddiasıyla parayı akıttığı tesisler, muhteşem açılış töreni ve medyanın büyük ilgisi, 150 yıl önce bölgede yaşayanlara yönelik soykırıma karşı protestolarla gölgelendi. Prote

Japon Yapmış İzmir'de

Resim
9 Mart, İzmir'in Japon İşgalinden Kurtuluşu Galiba başlıkta bir iki hata yaptım; Mart yerine Eylül, Japon yerine de Yunan olacaktı sanırım... Neyse, o kadar kusur shogun kızında da olur diyerek başlığı açıklayayım; 9 Mart pazar günü İzmir'de verdiğim konferansta konu Japonya olunca yine kendimi kaybettim ve anlattıkça anlattım. Bir saat olması planlanan söyleşi 1,5 saate vurduğunda, kuvayı milliye birlikleri konuşmacıyı Alsancak sahilinden denize dökerek İzmir'i Japon işgalinden kurtardı. (Bir düzeltme daha yapayım; tabii ki misafirperver ev sahiplerim bana hiç bir şekilde müdahale etmeseler ve çok büyük bir ilgiyle dinleme nezaketini gösterseler de bir yerde nokta koymak gerekiyordu tabii...) Aldım sazı elime, susturabilene aşk olsun! Konuyu baştan alacak olursam; Japon Yapmış serisi, hak ettiğinin üstünde bir teveccühle yurdu dolaşmaya ve Japonya'yı tanıtmaya devam ediyor! Bu seferki durağımız, Türkiyemizin incisi Gaijin İzmir! Efendim, İzmir'e neden gaijin dedik,

Tokyo!

Resim
Japonya ve Tokyo'dan bu kadar bahsettikten sonra, günümüz Tokyo’sunda geçen üç kısa hikayenin anlatıldığı bir filmi (aslında üç kısa film) tanıtmak istedim: Tokyo! 2008 yapımı bu filmde her bölüm ayrı bir yönetmence kotarılmış, farklı tarz ve lezzetlere sahip bir yapıt. Filmlerdeki yönetmenlerin hiç biri Japon değil. Tokyo'da ne kadar süre kaldıklarını, Japon toplumunu ne derece izleyebildiklerini bilemiyorum, ama üç filmde de modern Japon toplumuna yönelik ilginç tespitler, sıra dışı gözlemler var.  Tokyo; Paris Je T’aime, NY I Love You veya Vicky, Cristina, Barcelona benzeri, şirin mi şirin bir tanıtım filmi olmaktan uzak; amacı size Tokyo’yu sevdirmek, şehre turist çekmek değil, bu devasa metropoldeki değişik hayatları biraz da sizi rahatsız edercesine yüzünüze vurmak. Film, zaman zaman Japon toplumuna keskin eleştiriler getiriyor ve tarafsız bir gözle izlenmeyi hak ediyor. Hiroko, erkek arkadaşının ekipmanlarını kurtarabilmek için göz yaşartıcı fedakarlıklara katlanıy

Mutluluk, Happiness ve Felicita

Resim
Aynı veya yakın isimdeki şarkı/kitap/filmler üzerine saçmalamalar konulu ilk çalışmamı geçenlerde After Hours/After Dark/After Midnight için yapmıştım (bkz. blogumun eski sayıları). İsimleri dışında hiç bir ortak özelliği bulunmasa da, sınırları iyice zorlayarak benzerlik bulma konusundaki benzersiz çalışmalarım meyvesini vermişti. Bu sefer de saadeti aramaya çıkacağız ve “mutluluk” konusunda sinema, edebiyat ve müzik alanındaki eserlerden ortaya karışık bir tabak hazırlayacağız.   İlk olarak sinema alemine dalıyoruz ve “Happiness” (Mutluluk) filminin perde önüne ve hatta arkasına uzanıyoruz. Açıkçası, Happiness dosyası epeydir kafamı kurcalıyordu ve aklıma geldikçe notlar alıyordum. Peki, yazmak için niye bugünü bekledim sizce? Zamanlama manidar değil mi? Evet, oldukça manidar, çünkü filmin en önemli oyuncularından Philip Seymour Hoffman bu hafta sonu evinde ölü bulundu! Hollywood’un en sıra dışı ve yetenekli oyuncularından olan Hoffman, “Happiness”i bulamadığı için mi genç yaşında ha

Lüks Değil, Lüksemburg

Resim
Bir önceki gezi yazımızda “lüksün anavatanı” olarak Zürih’i tanıtmıştık. Tükürdüğümüzü yalayacak, yazdığımızı yadsıyacak değiliz; ama isminde bizzat “lüks” geçen bir durağımız daha var: Lüksemburg. Aslına bakarsanız, ülkenin isminin “lüks” ile başlamasının bildiğimiz anlamda lükslük ile ilgisi yok; zaten kelimenin orijinali de “Lucilinburhuc” olarak yola çıkıp Luxembourg’a kadar evrilmiş; ama Lüksemburg’un lüks ile özdeşleştirilmesi, tesadüf de olsa, gayet isabetli bir yaklaşım... Lucilinburhuc kelimesine ilk kez 963 yılında, Kont Siegfried’in küçük bir kaleyi devraldığı bir takas belgesinde rastlanmış. Zamanın tapu kadastro müdürlüğü, bugünkü kale ve istihkam yapılarının bulunduğu bölgeyi Kont’a devretmiş. Zamanla kale çevresinde gelişen yerleşim ile şehrin temelleri atılmış. Şehrin ne kadar stratejik bir yerde kurulduğunu ve askeri önemini ancak kale kalıntılarını gördüğünüzde anlıyorsunuz. Ne de olsa Lüksemburg kelimesi zengin bir muhallebi çocuğu imajı yaratıyor. Ama ülkenin tarihi