Kayıtlar

Güneye Giderken

Resim
...Sarıldım Akçora Gömleğine... Geçenlerde Bulutsuzluk Özlemi’nin “20 Yaşında” konserini dinlerken, Mor ve Ötesi ile birlikte söyledikleri “Güneye Giderken” şarkısı kulağıma bir takıldı; takılış o takılış… Şarkıyı “sürekli çal” moduna, güneşi de soluma alarak birkaç yüz kere dinledim. Nejat’ı mı özlemişim, şarkıyı mı, güneşi mi, güneyi mi bilemiyorum. (e - hepsi) Güneye Giderken, söz ve beste olarak bir müzikal başyapıt sayılmaz. Türkiye’nin John Lennon’u Nejat Yavaşoğulları da operatik bir vokal sunmaz bize. Sesi daha çok, otobüste gece yolculuğu yapmış, sabahında uyku mahmurluğuyla mırıldanan birine benzer. Ama işte şarkıyı efsaneleştiren ve kuşağımızın marşlarından biri haline getiren de bu samimiyet ve gerçekliktir: sararmış tütün tarlası ilerde beyaz yaşmaklı al basmadan giysiyle kadınlar çalışıyorlar yüce dağlar ilerde mor en yükseği en önce göründü yolda güneş yükseliyorduuuuu güneye giderken Sanırım şarkı, izinlerin önce iptal edildiği, sonra açıldığı, Ankara’ya hapsolduğumuz b

Sıradaki Şarkı: Long Train Running veya Without Love

Resim
Long Train Running diye bir şarkı çok azınıza bir şey ifade etmiştir. “Hiç duymadım” diye düşünüyorsunuzdur, ama “Without Love” dersem hepiniz yerinizde kıpraşmaya, sağa sola sallanmaya başlarsınız. Tabii hepiniz dediysem, daha ziyade 80’li 90’lı yılları Angara’nın rock barlarında yaşayan ruhu genç kesimi kastediyorum. Doobie Brothers’ın bu milli marşının ismi niye Without Love değil de Long Train Running diye merak etmişsinizdir. Ben ettim vallaha, uzun tren koşuyormuş, nereye koşuyormuş, tren zaten uzun değil midir falan ne alaka? Zaten eserimiz güfte ve başlık konusunda oldukça şanssız ve hatta sabıkalı bir eser… Şarkımız bildiğiniz gibi gönülleri çelen, ruhları okşayan bir gitar rifi ile meşhur. Doobie Brothers gitaristi Tom Johnston bu rifi yumurtladıktan sonra yavaş yavaş şarkımızın gövdesini oluşturmuş, parçanın bestesini tamamlamış ve konserlerde şarkı aralarında seyirciyi sıcak tutmak, coşturmak için çalar olmuşlar. Tabii parça seyirciler arasında büyük bir coşkuyla karşılan

Japon Yapmış Kotodama İstanbul Hajimari'de!

Resim
Japonya ile Türkiye arasında bağ kuracak, iki kültürü birbiriyle ilişkilendirecek bir yayın bulmak kolay değil – hele ki hem Türkçe, hem de Japonca yazılmış olsun. Ama Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın girişimi, projenin koordinatörü Esin Esen’in büyük çabaları ile böyle bir esere kavuşabildik, gözümüz aydın! Kotodama İstanbul Hajimari isimli kitabımız, Japonya-Türkiye bağı ile ilgili 40 küsur yazar ve araştırmacının katkısıyla oluşturulmuş kolektif bir çalışma – ancak, çeviri, röportaj, görseller ve benzeri destekleri de göz önüne aldığımızda daha büyük bir kitlenin emeği ortaya koyulmuş. Kitapta çok değişik konu başlıkları üzerinden iki kültürün bir kesişmesini izlemeniz mümkün. Esin Hanım bu projeyle ilgili benden de bir katkı istediğinde büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Pek öyle akademik/edebi değeri olmasa da, Japonya üzerine ahkam kesen, ülkeyi ve kültürünü halkımıza tanıtmak misyonunu edinmiş bir kitap üçlemesinin yazarı olarak Kotodama projesine de destek olabilmek bana gurur

İçinden Mısır Geçen Şarkılar, Filmler

Resim
Uzunca bir süre Mısırla ilgili kafanızı ütüledim, antik dönemlerden Tahrir Meydanına kadar Mısır’ı kurcaladım, firavunlar döneminin gizeminden El-Ezher fetvalarına kadar bu zengin toprakların mirasını mıncıkladım. Bu arada sıradaki şarkı/film serimizi ihmal etmiş olduk, ama kapanışı Mısır kültürüyle ilgili sanat yapıtlarına ayıralım hiç olmazsa… Antik Mısır’ın gizeminin müzik dünyasındaki yansıması benim için Iron Maiden’dir. Şarkı sözlerinde anlam ve edebilik açısından Beyonce’un, Justin Bieber’in yüzbin milyon kat önünde giden Iron Maiden, gizemli efsanelere, edebi destanlara kafayı takmıştır. Şarkı sözlerinde derin, imalı göndermeler ile ağır konuları işlerler. Örneğin, Iron Maiden’in benim (ve Bruce Dickinson) için bir numaralı albümü olan Powerslave’in aynı adı taşıyan şarkısı; Powerslave! Şarkıda, kendi gücünün tutsağı olan bir firavunun ölüm karşısında düştüğü şaşkınlık ve dehşet anlatılıyor. Firavunumuz, ölüm günü gelip çattığında “yahu bir dakika, ben tanrı değil miydim

Kahire Sokaklarında Günlük Yaşam

Resim
Yawaaeeşşş Yawaeşşş Kahire tefrikamızın bugüne kadar olan bölümlerinde Mısır’daki kadim uygarlıkların izini sürdük, firavunlardan başlayarak İskender’i, Romalıları, Koptikleri, Eyyubileri, Memlükleri, Osmanlıları, Kavalalıları, Abdülnasır’ı anlata anlata Tahrir Meydanına ve Arap Baharına kadar geldik. Şimdi, Mehmet Ali Birand misali bir anons yapalım, “Sokaktaki Mısırlıyı” tanıyalım, şehrin bugününde bir gezintiye çıkalım… Bu sefer sizi uzun yazılarımla baymak yerine, çektiğim fotoğraflarla gözünüzü, gönlünüzü açmaya çalışacağım, buyurun beraber seyreyleyelim: Ya bu deveyi güdersin... Kahire’ye indiniz, trafiği atlatıp otelinize indiniz. Eğer Nil’e bakan bol yıldızlı otellerden birine yerleştiyseniz şehrin keşmekeşine girmeden önce iyice dinlenin, manzaranın keyfini çıkarın ve otelin cafe veya barlarında bulunan taze sıkılmış meyve sularından için… Gerek Tunus’ta, gerekse de Mısır’da kaldığım sürelerde hayatımın açık ara en lezzetli limonata, çilek ve sair meyve sularını içtim, b